14.07.2024 - 07:02 | Son Güncellenme:
Efnan Atmaca - “Geçen Gün” farklı konusu ve sahneleme biçimiyle iddialı bir oyun. Seyircisini buldu, övgüler aldı. Esme Madra ile Ozan Çelik’in rol aldığı oyunu Kerem Kurdoğlu yazdı. Kerem Kurdoğlu ile Naz Erayda birlikte yönetti. ‘Ses/Söz/Hareket’ olarak tanımlanan oyunun yapımcısı Kundura Sahne, Uygulayıcı Yapımcısı Çıplak Ayaklar Stüdyosu. Oyunda sürekli karşılaşan ve fakat birbirini görmeyen iki kişi var. Şehrin içinde şehirle başa çıkmaya çalışarak var olmaya çalışan iki kişi… Sözü fazla uzatmadan Kurdoğlu ile Erayda’ya bırakıyorum.
■ “Geçen Gün”ün 30 yıl önceki bir fikrin gerçekleşmesi olduğunu söyleyebiliriz. Tamamen zamansız bir oyun. Bunu nasıl başardınız?
K.K.: Sanırım bunu sağlamak için özellikle buna yönelik bir çaba harcamak gerekmiyor. Hem Naz’ın hem de benim oyunlarımda zaten gündelik olanın ardındaki daha derin bir yerlere ulaşmak gayreti oluyor. Ele aldığımız konu her ne ise, o meselenin hepimizdeki ortak karşılıklarını bulup çıkartmaya ve onu sahne üzerinde hissedilir hâle getirmeye çalışıyoruz. Böyle yaklaşınca, daha zamansız, genelgeçer bir boyuta ulaşılıyor zaten. Örnek vermek gerekirse, mesela birinden beklediğin haberin bir türlü gelmemesi hâlini ele alalım. Ha 200 yıl önce mektup beklemişsin, ha 30 yıl önce sabit telefon başında sabahlamışsın, ha bugün tüm gün boyunca cep telefonunun ekranına bakmışsın. Hepsi temelde aynı endişe. İşte o endişeyi doğru yakalayıp ifade edebildiğinde zamansız bir sonuca ulaşıyorsun.
N.E: Evet, iletişim araçlarının değişmesi ‘haber beklemek’ durumuyla ilgili bir şey değiştirmedi ama o haberi alma süresi, gündelik yaşantıyla ilgili gelişmenin hızını değiştirdi. 1994 yılında konseptini geliştirip yönetmenliğini yaptığım “Kim O?”da oyunculara verdiğim çalışmalardan biri için Kerem iki oyuncunun kelime kelime paylaşarak anlattığı bir parça yazmıştı. Bunu o oyunda, oyunun epizotlarından biri olarak kullanmıştık. “Geçen gün, yolda yürüyordum, polis yolumu kesti” cümlesi iki oyuncu tarafından kelime kelime söylenerek tamamlanıyordu. Kerem o sahnedeki o fikirle başka bir oyun yazmayı o zamandan beri istiyordu. Arada bir-iki denemesi de oldu ama “Geçen Gün”ün zamanı bugünmüş. Bu oyunumuzda da zaman ve mekân kavramı parçalı bir yapıyla bütünleşiyor.
■ Şehirle farklı bir ilişki yaşar hâle geldik. Aşk ve nefret ilişkisi. Tamamen sahnelemeniz gibi her şey iç içe ve kaotik bir uyum var. Nasıl yorumlarsınız bu uyumu?
K.K.: Yazarken kötümser bir oyun olmamasına özellikle çok gayret ettim. Çünkü sadece büyük şehrin değil, genel olarak hayatın gerçeğinin çok dengeli olduğunu düşünüyorum. Evet, yaşanan olumsuz şeyler genellikle bizde daha çok iz bırakıyor ve aklımızı daha çok meşgul ediyor, ama yaşadıklarımıza tek bir büyük deneyim olarak baktığımızda, aslında haz duyduğumuz, bize keyif veren, hatta mutlu eden birçok yanı olduğunu da görüyoruz. Yazarken, yaşanan olumsuzlukları olumlu ikizleriyle eşleştirmeye ve bizi tatlı tatlı gülümsetecek bir duyguya ulaşmaya çalıştım.
N.E: Çocukluğumdan itibaren babamla yaptığımız İstanbul gezileri bu kentle olan ilişkimdeki belirleyicilerin ilki oldu. O zamanlardan itibaren kentin aklıma gelmeyecek boyutlardaki değişimine tanıklık etmek hem bir sanatçı olarak beni besliyor hem de çok üzücü. Ben tek başıma yapsaydım bu oyunu çok daha hüzünlü kurgulayabilirdim, Kerem’in iyimser yaklaşımının olumlu etkisi oyunda da hemen hissediliyor. Onun bu yaklaşımı oyunun güçlü bir etki yaratmasını sağladı.
■ Her sevgi biraz endişe barındırır. Sahip oldukları arttıkça daha iyi anlıyor insan bunu. “Geçen Gün” de çok tanıdık cümlelerle başlayan hikâyeler içeriyor. Endişe dolu bir sevgi hikâyesi diyebilir miyiz?
K.K.: Ben böyle bir soru gelmesine çok sevindim. Gerçekten de ‘çok tanıdık’ gelen durumlar yaratmaya ve bu tanıdık durumları tanıdıklıklarının tam tersine, çok sıra dışı ve farklı bir şekilde göstermeye, yepyeni bir şekilde algılatmaya çalıştık. ‘Endişe dolu sevgi hikâyesi’, bu oyundaki’“zıtların birliği’ durumunu çok iyi ifade ediyor. Bu konuda önem verdiğim çok küçük bir bakış açısı inceliğini belirtmek isterim. ‘Endişe duygusuyla zedelenmiş bir sevgi’ anlamı yerine, ‘her endişe durumunun içinde saklı olan yaşama hazzı’ anlamını tercih ediyorum.
N.E: Bu oyunun çalışma sürecinde Kerem’le konuştuğumuz bir sürü çelişkili kavram getirdi bu soru benim aklıma: Tahammül, takıntı, tekinsizlik, tutku, hoyrat, şefkat, özen, zarafet, histeri, kıyısında, arada olmak, vicdan, pişmanlık, mücadele, korku, sevinç, yasak, yardımına koşmak, kaçmak...
‘Her zamankinden yalnızız artık’
■ Elbette bir de güvenlik konusu var. Artık güvende hissetmiyoruz kendimizi doğduğumuz, yaşadığımız şehirde. Şehirli tanımını yeniden mi yapmak lazım?
K.K.: Büyük şehirde yaşamak, birçok şeyden kaçınmak için farklı rotalar çizdiğimiz bir beceri geliştirmeyi gerektiriyor. Tehlikelerle, hoşlanmadığımız şeylerle, sinir bozucu çatışmalarla karşılaşmamak için fiziksel, zamansal ve duygusal rotalar çiziyoruz. O saatte değil, şu saatte yola çıkıyoruz, en kısa yoldan değil, bir arkadaki yoldan geçiyoruz, tam şuradan geçerken diğer tarafa bakıyoruz, o masaya değil, diğer tarafa oturuyoruz, biraz daha oyalanıp o taksiye binmemeye çalışıyoruz. Kısacası benliğimiz, içinde yaşadığımız ormanın değişimine uyum sağlıyor, var olma stratejileri geliştiriyor. Belki de ‘şehirli olmak’ tam da bu tarif ettiğimiz şeydir.
N.E: Her gün şehrin merkezinde ya da uzak semtlerinde azınlık gruplarından onlarca insanın katledildiği haberlerini alırken endişe duymamak mümkün değil. Nüfusun artması, savaş, iklim değişikliği, zorunlu göç, ayrımcılık, ötekileştirme, şiddetin ve adaletsizliğin artması, şehir yaşamını her geçen gün her bakımdan daha da zorlaştırıyor. Her zamankinden daha fazla yalnızız artık bu şehirde.
■ Başladığım yere dönmek istiyorum. 30 yıl önceden bugünün tiyatrosunun gittiği yönü görebilen biri olarak, ne dersiniz tiyatronun akıbeti için?
N.E: Bağımsız, özgürlükçü, yenilikçi, alışılmamış, taze bir dilin peşinde risk alan, disiplinlerarası alanda araştırma yapan ve işler üreten daha cesur bakış açılarının çoğalmasını çok isterdim.
K.K.: Ana akım her zaman var olmaya ve bizim gibi insanlar da onu her zaman sıkıcı ve sığ bulmaya devam edecek. Ve farklı bir şeylere ihtiyaç duyan sanatçıların yaptığı sıra dışı ve heyecan verici çalışmalar da her zaman olacak. Bu ikiliğin ve çatışmanın besleyici bir yanı olduğunu düşünüyorum. Dilerim ki o farklı sanatçılar ve onların ürettiği özel çalışmalar olabildiğince çok olsun.