12.07.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Nil Kural - 74. Cannes Film Festivali’nin yarışma programı açıklandığında seçkide yer alan en ünlü isimlerden biri yönetmen koltuğuna oturduğu yeni filmi “Flag Day”i sunan Sean Penn’di. Ancak 2016’da yarışmada yer alan “The Last Face”i hatırlayanlar, yarışmanın genel seviyesinin çok altında bir film çıkma ihtimalinin farkındaydı.
Hatırlatırsak, 2016’da basın gösteriminin ardından “The Last Face”in haklı şekilde yerden yere vurulması ve bu durumun Penn’i prömiyerden önce çok üzmesi festivalin basın gösterimlerini galalarla aynı ana veya sonraya alma kararının vesilesi oldu.
Sıradan bir dram
“Flag Day”i basın, galayla aynı anda izledi ancak ne zaman izlendiği filmin yarattığı hayal kırıklığını değiştirmiyor. Film, gazeteci Jennifer Vogel’ın otobiyografik “Flim-Flam Man: The True Story of My Father’s Counterfeit Life” adlı anı kitabının uyarlaması. Özetle dalavereci bir baba ile kızının yıllara yayılan, inişli-çıkışlı ilişkisi konu alınıyor ve babayı Penn bizzat canlandırırken kızı rolünde ise bizzat kendi kızı Dylan Penn’i izliyoruz. Baba, sürekli yalanlar söyleyip dürüst bir hayat kurmakta zorlanırken kızı çok sevdiği babasını toparlama çabasında yetersiz kalıyor. Penn’in bu konuya yaklaşımı anlam taşımayan yakın planlar ve video klip estetiğini andıran anların üzerine dış ses kullanımından oluşuyor. İddialı gözüken ancak hiçbir derinlik vermeyen yönetmenlik tercihleri “Flag Day”i zaman zaman hedeflemediği bir mizah yaratan, çok sıradan bir baba-kız dramına çeviriyor. Filmin Penn’in yıldız statüsü nedeniyle yarışmada yer aldığı ancak yarışma dışına çok daha uygun bir sıradanlıkta olduğu çok açık.
Din ve cinsellik üzerine
Cannes’ın merakla beklenen ve programdan önce açıklanan gösterimlerinden biri sürprizlerle dolu Hollandalı yönetmen Paul Verhoeven’ın Orta Çağ manastır hikâyesi “Benedetta”ydı. Bundan önceki filmi “Elle” ile eleştirmenlerin gözde filmlerinden birine imza atan usta isim, bu kez İtalya’da bir manastırda filme adını veren rahibenin başka bir rahibe ile yaşadığı aşkı anlatırken, din ve cinsellik üzerine kışkırtıcı bir film sunuyor. Benedetta’nın karakterinin motivasyonlarını gizemli tutan Verhoeven, cinselliğe yer veren “Elle” ve “Temel İçgüdü” gibi filmlere bir yenisini katarken Cannes’da oldukça tartışma yarattı. Filmin metninin kışkırtıcı olması bir yana “Elle”in tutarlı yönetmenliğinden uzak olan film, usta yönetmenin kariyerinin zirvelerinden biri değil.
Gizli cevher
Yarışmadaki gizli cevherlerden biri de önceki gün festival takipçileriyle buluştu: Finlandiyalı yönetmen Juho Kuosmanen’in imzasını taşıyan “Compartment No. 6”. “The Happiest Day in the Life of Olli Mäki” ile 2016’da “Belirli Bir Bakış” bölümünün büyük ödülünü kazanan Kuosmanen, yeni filminde bir yol hikâyesi anlatıyor. Moskova’da kültürlü çevrelerde vakit geçiren ve arkeoloji okuyan Finlandiyalı Laura, buradaki yazıtları görmek için Murmansk’a bir tren yolculuğuna çıkar. Kompartıman arkadaşı Rus madenci Ljoha ile çok farklı olsalar da zamanla aralarında bir bağ kurulur. Geçiş mekânlarında ve geçiş zamanında kurulan diyaloğa dair güçlü bir his yakalayan film, alttan alta yolculuklar ve karşılaşmalarla ilgili doğru notalara basıyor. Film, umut verici ve samimi bir hikâyeyi kültürleri aşan bir özdeşleşme sunarak anlatması ve karakter yaratımındaki başarıyla yarışmanın gizli cevherlerinden birine dönüştü.