24.03.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL
MÜJDE IŞIL- Kim derdi ki tek amacı eşinin yasını tutmak olan, ondan yadigâr köpek uğruna dünyaları yakan emekli bir suikastçının intikam macerası sinema tarihinin en sevilen aksiyon serilerinden birine dönüşecek… Keanu Reeves’in yeri her zaman ayrı ama “Matrix”in Neo’sundan bile daha efsanevi bir konuma erişti denebilir “John Wick” ile. Yahut Reeves bu seriyi efsane bir konuma taşıdı…
Önceki macerada Yüksek Şura tarafından aforoz edilen kahramanımız, “John Wick: Chapter 4”da özgürlüğünü geri kazanmak için herkesi karşısına alıyor. Dost bildikleri ise Yüksek Şura’da tüm gücü eline geçirmek isteyen Marki tarafından kendisine düşman ediliyor. John Wick hesaplaşmak için Osaka’dan Paris’e, uzun ve tuzaklarla dolu bir yolculuğa çıkıyor.
Yorgun düşürüyor
Dördüncü film, hem üçüncü filmin yolunu takip ediyor hem de onun yükselttiği çıtayı başka bir seviyeye taşıyor. Wick’in Yüksek Şura ve eski tanıdıkları ile olan savaşı yeni filmde de devam ediyor. New York sokaklarında atla koşturduğu ya da Vivaldi eşliğinde sergi alanında kırmadık cam bırakmadığı sahnelerin benzerleri yeni filmde de var. Yeni filmin öncüllerinden farkı ise çok uzun süresi ve stilize şiddet, dövüş, aksiyon sahnelerindeki yoğunluk. 170 dakika boyunca seyirciyi nefessiz bırakıp hırpalıyor. Bir noktadan sonra Wick’in maruz kaldığı darbelerin yorgunluğunu siz de hissediyorsunuz. Ama bu boş bir ağırlık ya da kaos değil, itinayla çalışılmış sahneleri takip edip onların hızına yetişmeye çalışmanın verdiği “hasar”… Filmin ilk yarısında “seyirci zaten bunu istiyor” mantığıyla çekilmiş bilindik sahneler, ikinci yarıda yerini “bundan iyisi çekilemez” meydan okumasına bırakıyor. Zafer Takı’ndaki “zincirleme dövüş” sahnesinin muhteşemliği karşısında şaşkına dönerken terk edilmiş bir binada tek planla ve video oyunu izlermişçesine yukarıdan çekilmiş bölüm filmi başka bir seviyeye çıkarıyor.
Emsal aldığı filmler açısından da yeni film hayli zengin. Daha ilk karesinde David Lean’vari bir çöl çekimiyle başlayan (ve hatta Mustafa Akkad’ın “Çağrı” filmini de hayli anımsatan) yapım, westernden Uzak Doğu dövüş filmlerine, Takeshi Kitano’nun “Zatoichi”sine kadar pek çok damardan besleniyor. “Olağan Şüpheliler”deki Kayser Söze’yi anımsatan, Türk kökenli olduğu iması yapılan bir karakteri de var filmin. Köpekli suikastçı için ise bizim “atıl kurt”lu Tarkan filmleri izlenmiş olabilir mi acaba?
Gizli hüznü katmerliyor
Fedakârlığı, sadakati, erk sahibine meydanı bırakmamayı yücelten film, kendisiyle dalga geçmeyi de çok iyi beceriyor. Wick ile suikastçının köpeği arasındaki iletişim ve özellikle Sacre Coeur merdivenleri sahnesi, bunca heyecan arasında güldürüyor da.
Filmin oyuncu kadrosundan da bahsetmeden olmaz. Geçtiğimiz hafta vefat eden Lance Reddick’in son filmlerinden biri “John Wick: Chapter 4”. Filmdeki gizli hüznü katmerliyor bu erken vefat. Keanu Reeves her zamanki karizmasında. “Ip Man” serisinin yıldızı Donnie Yen, Reeves’ten epeyce rol çalıyor. Hatta filmin ilk yarısında hikâyenin başkahramanı gibi konumlanıyor. Şarkıcı ve model Rina Sawayama, ilk sinema deneyiminde karakteristik yüzü ile akılda kalıyor. Ve son bir not: Eğer son jenerik akmaya başladı mı salonu terk edenlerdenseniz, bu filmde yapmayın!
Vizyonda öne çıkanlar
*“Le nouveau jouet/Özel Bir Hediye”: Francis Veber’in 1976 tarihli “The Toy” filminden ilham alan yapım, Daniel Auteuil ile Jamel Debbouze’u bir araya getiriyor ve sınıf çatışmasını mizahi bir dille anlatıyor. Fransa’nın en zengin adamı, Sami’nin çalıştığı alışveriş merkezini oğlunun doğum günü için kapattırır ve hediye olarak ne isterse almasını söyler. Oğlu, kendine oyuncak olarak Sami’yi seçer.
*“Le otto montagne/Sekiz Dağ”: Paolo Cognetti’nin aynı adlı romanından uyarlanan film, geçen sene Cannes Film Festivali’nde Jüri Ödülü kazanmıştı. Pietro şehirde, Bruno ise köyde yaşamaktadır. Yıllar içinde her karşılaşmalarında aşkları, kayıpları, aileleri, yazgılarını birbirleriyle paylaşırlar; arkadaşlıkları her yıl perçinlenir, gerçek dostluğun özünü görürler.