23.10.2017 - 16:28 | Son Güncellenme:
Konservatuvar mezunu bir jön Halil İbrahim Irklı. Dışarıdan bir yakışıklı oyuncu ama içeriden bakıldığında duygu dünyası zengin bir genç yazar. Oyuncu kimliğinin dışında kendi deyimiyle dramı kurgulamayı da seviyor ve yazıyor.
Röportaj: Cenk Erdem
Aslına bakarsanız zaten öncelikle bir oyun yazarı olarak parladı.
Daha ilk yazdığı oyun “Bu Sonu Mutlu Biten Hikayelerden Biri Değil’’, 18. Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nde “Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı’’ dalında genç oyuncu ve yazara pırıl pırıl bir adaylık getirince sektörün yıldız tozlarını ödüllerle serpen Afife Jale ile iyi bir çıkış yakalamış oldu.
1989 doğumlu Halil İbrahim bir yandan da Arel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Medya ve Kültürel Çalışmalar Bölümü'nde Yüksek Lisansını tamamlamış. Okuyor çocuk. Su altı üstü sporu var mı? bilemiyorum ama hem jön hem kafalı. ( Aysel Gürel, Abone sözlerine sevgilerimle...)
2015 yılında o meşhur oyununu fazlasıyla kalın bir roman olarak yayınladı ve oyunculuk çalışmaları devam ederken ikinci romanı ‘Dolanık Aşıklar' piyasada. Kitapta bizlerle macerasını paylaşan Selin’in öyküsü Cunda’da başlayıp Midilli'ye, İstanbul'a, Düsseldorf'a , Paris'e, Londra'ya öyle çok yere uzanıyor ki bana yazarın alıp başını gitme isteği ilham vermiş olabilir gibi hissettirdi. Kitabı anlatmayayım şimdi ama sormak istediklerimi Halil İbrahim’e sordum.
*Oyuncu kimliğin, parlayan oyun yazarı yönün ve romancı kimliğinde kendi dünyanı bize nasıl tarif edersin?
Ben biliyorsun İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Ana Sanat Dalı oyunculuk mezunuyum. Bir oyuncu, akademik eğitim aldığında, aslında drama sanatı ile çalışır. Oynamak için önce dramayı bilmek gerekir. Sadece icracı konumunda var olmaktı benim kişisel hedefim. Açıkçası başka bir şeyin beni mutlu edeceğine ihtimal vermezdim hiç. Ta ki ilk oyunumu yazana dek. Oynamayı çok sevdim hep. Ama dramayı yaratan kişi olmanın hazzı ve süreci çok başkaymış. Romanda ise bambaşka bir keyif söz konusu. Ben 2017’nin İstanbul’unda yaşayan 28 yaşında biriyim. Bugünün dinamiğinde yaşıyorum ve dolayısıyla yazdığım ürünler de öyle oluyor. Buna bir de oyuncu olan tarafımı kattığımda, sahneleri tasvir etmek yerine, her anı kafamda oynayıp öyle yazıyorum. Sürekli, “çok akıcı, çok gerçek, sanki film izledim” gibi yorumlar duyuyorum. Bunlar beni çok mutlu ediyor. Açıkçası konservatuvar eğitimimin “yazar” kimliğime çok etkisi oluyor. Ve “iyi ki” diyorum.
*Yepyeni kitabın “Dolanık Aşıklar” karakterine gezdirmedik şehir, ülke bırakmıyor. Alıp başını gitme isteği sana ilham vermiş olabilir mi?
Evet haklısın. Selin çok geziyor. Çıktığı yolculuk, hayatına olağanüstü bir etki ediyor. Açıkçası bazen onu kıskanıyorum. Ben alıp başımı gidecek cesarette olmadım hiç. Ne yazık ki –ne yazık ki diyorum- aidiyetleri olan biri oldum hep. Bu aidiyetler aslında kültürel kodlarımızla ilgili. Benmerkezli olsak daha sağlıklı olacağız zaten toplumca. Ama işin enteresanı, çok yakınım olan insanlar bile bazen beni “bencil” olarak tanımlayabiliyor. Sanırım öyle bir izlenim veriyorum ya da yaratıyorum bilmiyorum. Galiba, daha benmerkezli olabilmeyi istemek bana ilham vermiş olabilir bu kitapta.
Bir de bunu çok az insan biliyor. Hatta yayıncım bile bilmiyor. Ben bu kitabın ilk sayfasını yazdığımda 2015 yılıydı. Aklımda kesinlikle yeni bir şey yazmak yoktu. İlk romanım yeni çıkmıştı. 14 yaşındaki köpeğim, çok ciddi bir operasyon geçirdi. Ve onun yaşındaki bir köpek için o operasyondan sağ çıkması büyük mucizeydi. Neyse ki her şey yolunda gitti. Ama 2 hafta boyunca çok dikkat etmeliydim. Dikişleri vardı ve onlara bir şey olmaması gerekiyordu. İlk günler gece bile uyuyamıyordum. Çok endişeleniyordum. Tatlı bir Pazar filmi izlemek gibi beni yükseltecek, meşgul edecek bir şey olsun diye başladım. Oğlum vesile oldu bu kitabın yazılmasına. Benim için onun anısınadır Dolanık Aşıklar. Kitap çıkmadan birkaç ay önce onu kaybettim. Her kitabımı gördüğümde aklıma o geliyor.
*Kitabın odağındaki en güçlü duyguları bize hikayeyi ele vermeden nasıl özetlersiniz?
Bana kalırsa kitabın en güçlü duygusu imkânsızlıktan doğan çaresizlik. Bence hayattaki en güçlü duygulardan biri de o. Kişisel olarak İMKANSIZ diye bir şeyin olmadığına inanıyorum. Hikayenin temeline oturtmam bu yüzden.
*Oyuncu kimliğinin dışa dönük sahne personası ve yazarlığın içe dönüklüğü arasındaki dengen daha çok hangi tarafa kayıyor?
Bu soru beni çok mutlu etti. Gerçekten! Çünkü tam bir eşzamanlılık oldu. Bu aralar hayatımla ilgili bu konuda çok düşünüyorum. Mesleki açıdan değildi düşünce yürütmem, karakter bazlıydı. Ama aynı kapıya çıkıyor. Şöyle: ben, sen, o, biz vb. hayatta her an başka roller oynuyoruz ya. Hayatı boşverelim, günün her aşamasında, her başka kişisiyle süregeliyor aslında bu “oyun”. Ben sıfırda hissediyorum. “Dışa dönük – sıfır – içe dönüklük eşittir ben” gibi bir formül var aslında. Sıfırdan kastettiğim denge ya da merkez. Diğerleri anlık seçim ya da koşullu rol. Hepsini birden oynayıp, günün sonunda merkezi bulmayı amaçlıyorum. Ve öyle olduğunda da çok mutlu oluyorum. Bu da çeşitli rolleri, farklı durumları deneyimlemeyi ve başka şeyler öğrenmemi sağlıyor.
*Şu meşhur eski Broadway müzikali “Erkek Arkadaş” sahnesinde Tony rolünde bir masal prensi gibiydin, hep romantik misin?
Çok teşekkür ederim. Utandırdın beni.
Analitikliğimle anı mahvetmediğim sürece romantiğim galiba. Bazen zihne kayıyorum o da beni mantığa sevk ediyor, çok çirkin bir realist oluveriyorum. Ama özümde romantiğim galiba. Keşke daha az ama’lar olsa.
*Genç bir oyuncu olarak ilk kez dikkatleri çektiğin 2014 Afife Jale adaylığın sana kapılar açtı mı?
Kesinlikle. Sektörden çok güzel tanışıklıklar elde etmenin yanı sıra, hiç aklımda yokken roman teklifi almamı sağladı.
*Oyundan roman haline getirdiğin kitabında da ikinci romanında da yalnızlık her iki kitabın baş karakterlerinin ortak yönü diyebilir miyiz?
Evet. Ben aksiyonu yalnızlıktan kurup, ikili büyütmeyi seviyorum. Hikayeyi daha organik büyütmemi sağlıyor.
*Bir sürü düşümüz, hayal kırıklığımız ve hayatın sürprizleri oluyor hayatta ve sen de Selin’in macerasını paylaşıyorsun. Okuyucunun kitabı bitirdiğinde neler almasını düşledin?
Öncelikli düşüm, keyif alsınlar. Keyif alsınlar ve izlesinler kitabımı istiyorum. Hikayeden Selin’i çıkarıp kendileriyle devam etsinler. Onun ayakkabılarını giydiklerinde, hayata uzaktan baktıklarında hayat ne kadar da kolay ve sadece matematik, onu görsünler. Ben bir filozof değilim. Derin tespitler yapıp insanları sarsamam. Ya da bir şair değilim, kelimelerle onlar kadar iyi oynayamam. Ben sadece bir öyküyü kurgulayıp, bir bakış açısı sunabilirim. O bakış açısına da gözlemlerimi ve samimiyetimi katabilirim. Umarım bu vaatlerimde başarılı olmuşumdur.
*Yazar kimliğini bir kenara koyarsak seni bir okuyucu olarak nasıl romanlar çekiyor?
Ben kış okuyucusuyum. 19. yüzyıl Rus Edebiyatına tapıyorum! Hiç sıkılmam, tekrar tekrar okuyabilirim. Fakat 1 seneyi aşkın hiç ara vermeden, parapsikoloji türü okuyorum. Onun yanı sıra, üstatların öğretisi ve yaşam öykülerini de okuyorum.
*Farklı türlerde de devam edebilirim gibi hissediyor musun?
Ben, hep farklı türlerde devam etmeyi istiyorum. Bu beni kişiliksiz bir yazar mı yapar bilmiyorum ama farklılık beni çekiyor. İlk romanım, siber taciz üzerine polisiye bir hikayeydi. Üslup olarak sert ve karanlıktı. İkinci kitabım, içinde spritüel nüvelerin bulunduğu “pembe” bir öykü.
Üçüncüsü de muhtemelen bu ikisinden çok başka olacak.
*Sırada neler var?
Plan yapmamayı öğreniyorum. Tıpkı Selin gibi. Ondan çok şey öğreneceğim galiba. Sadece bu an’ın tadını çıkarmayı başarabilirsem, sıradakiler daha sağlam ve daha iyi olacak. Bunu biliyorum.