18.06.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Ya o iskambil kağıtları… Dördüncü kurban var mıydı? Ya da kare asın kupa ası katilin kendisi miydi? Bu kurbanların geçmişleri karanlıktı belki de… Ve biz hala bu karanlığı aydınlatacak gerçek bir ipucunu henüz bulabilmiş değildik.
Basın her gün bu konuyu ele alır olmuştu. Bizi topa tutmaya başlamışlardı. Yerel basın ise tozumuzu attırıyordu. Sezai Başkomiser, Şube Müdürü, Emniyet Müdürü, özetle hepimiz, işe yarar bir ipucu bekliyorduk; tıpkı Godot’u bekler gibi…
***
Ümit hep vardır; önemli olan o ümidi canlı tutacak, o ümidi canlandıracak eylemlerde bulunmaktı. Biz de araştırmalarımızı ve çalışmalarımızı yılmadan sürdürecektik. Başka çaresi yoktu.
5 Kasım Çarşamba
Sabah Zühre’yi de yanıma alıp Bodrum Belediyesi’ne gittik. Evden çıkarken bir kahve ve bir peynirli sandviçle kahvaltımı yapmıştım ama nedense acıkmıştım. Yolda bir benzincide durup hazır sandviç ile bir meyve suyu aldım. Zühre bir şey istemedi. Aldıklarımı mideme indirdikten sonra rahatlamış bir halde yola devam ettim. Hava kasım ayı olmasına rağmen hala çok güzeldi. Bodrum’un deniz mavisi, göğün mavisiyle flört ediyordu sanki. Hangimiz daha mavi yarışı için podyuma çıkmış gibiydiler. Güneş de tüm heybetiyle onlara eşlik ediyordu. Bulutsuz gökyüzünde sarı mavi renkler insana yaşam sevincini aşılıyordu sanki.
Sessizliğimizi Zühre bozdu. “Benden istediğiniz adresleri buldum. Sedat Girit ile Ömer Akbaş, ikisi de Bitez’de oturuyorlar. Sedat Girit’in ev telefonu cevap vermiyor. Cep telefonu ise yok. Ömer Akbaş ise yurt dışında seyahatteymiş. Ne zaman döneceği şimdilik bilinmiyor.”
“Aramaya devam edelim Sedat Girit’i, hatta bir ara adresine de gidip bakalım. Ömer Akbaş’ı da ara sıra kontrol et, ne zaman döneceğini öğren. Ona da mutlaka gitmemiz lazım.”
“Tamam komiserim.”
“Mezarlıktan bir şey çıktı mı?”
“Olay Yeri’nden henüz bir rapor gelmedi ama herhangi bir ipucu yokmuş. İskambil kağıtlarında da parmak izine rastlanmamış.”
“Kamera görüntüsü de mi yok?”
“Maalesef.”
“Allah kahretsin, bir arpa boyu yol gidemiyoruz. Seza’dan haber var mı?”
Aslında benim için sürpriz olmamıştı. Ama yine de elimde olmadan tepki gösterdim. Sinirliydim.
“Bilmiyorum, sizi aramadı mı?”
“Hayır, bir şey olsaydı arardı herhalde.”
“Komiserim tek başına zor olmuyor mu? Üstelik bir kadın için çok daha zor değil mi?”
“Seza için zor değil, o bir değil birkaç erkeğe bedel bir kadın, gerek duyarsa arar söyler. Mesleki konuda herhangi bir kompleksi olmadığını söylemişti zaten, sen de biliyorsun.”
“Umarım bu işi inada bindirmemiştir. Tek başına zordur takip, bir ihtiyacı gidermek için ayrılsa önemli bir şeyi kaçırabilir, öyle değil mi?”
“Bilemiyoruz, deneyimli bir polis. Belki ona göre önlemini almıştır. Sonuçta yalnız takip istediğine göre bildiği bir şey vardır mutlaka.”
“Umarım öyledir ama yine de riskli bir davranış bence.”
Zühre Seza’ya sürekli dokunduruyordu. Oysa kadınlar, böyle zorlu bir meslekte daha fazla dayanışma içinde olmalıydı ama nedense bu her zaman olmuyordu. “Kadın kadının kurdudur” sözünün artık neredeyse doğruluğuna inanacaktım. Bu bir tür kıskançlık mıydı? Neydi bilemiyordum. Belki aralarında bir şey olmuştu bilmediğim. Ama olsa duyulurdu. Bu meslekte pek gizli saklı kalmıyordu. Gerçi Zühre’nin endişeleri yersiz de sayılmazdı. Evet, tek başına takip zordu. Umarım Seza doğru bir iş yapıyordu. Belki yanına birisini daha almıştı. Onu tekrar kırmak, üzerine gitmek gibi bir niyetim yoktu. Ona güveniyordum sonuçta.
***
“Sanmıyorum yalnız kalmayı tercih etmesini anlayışla karşılamalıyız, hem yalnız kalmak istiyor, hem de işini yapmak…”
“Bir işe yarar inşallah bu takip.”
“Umarım.”
“Belediyeden kiminle görüşeceğiz?”
“İmar ve Şehircilik Müdürü Selçuk Töre ile görüşeceğiz. Belki bir şey çıkar diye. Zaten görüşmekten başka bir iş yapmıyoruz Zühre… Bulanık suda balık avlıyoruz. Kulaklarımızı ve gözlerimizi dört açmalıyız artık. Sezai her gün oflayıp pufluyor. Onu görmek istemediğim için büroya uğramadım bu sabah. Bir şeyler bulamazsak, büroya hepten elveda diyebiliriz. Yani hiç uğramayabilirim.”
“Bulacağız bir şeyler, merak etmeyin.”
Ortakent Cumhuriyet Caddesi üzerindeki belediyeye gelmiştik sonunda. Şevki Kartal ile aynı caddenin üzerindeydi belediyenin yeri. Canım da taze demlenmiş sıcak bir çay çekmişti. Müdürün ikram edeceği sıcak çayın hayalini kurarak içeri girdik.
Müdürün odasına girmeden, Zühre bana bakarak, “Bu arada Turgutreis’teki Mandarin Sitesi’ne de gideceğiz komiserim, hatırlatırım,” dedi.
“Sen ara paşayı, geleceğimizi bildir. İki saat sonra sitede olacağımızı söyle. Bunlar dakik, planlı adamlardır. Öyle emrivakilerden hoşlanmazlar. Ama önce Avni Fişekçi’nin sitede olup olmadığını öğren. Yoksa boşuna gitmeyelim.”
“Hemen arıyorum.”
Müdür beni odasında bekliyordu. Zühre konuşması bitince gelecekti. “Buyrun komiserim, önce ne alırdınız, onu sorayım?” dedi kısa boylu, esmer, cin bakışlı müdür.
ARKASI YARIN...