02.04.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
EFNAN ATMACA
Efnan Atmaca- Elif Demirel, “Geceden Beri” adlı romanıyla Everest İlk Roman Ödülü’nü kazandı. Gece adlı bir kadını merkeze alarak hem onun hem de ona danışan insanların hikâyelerini anlatıyor kitabında. İnsanlar kendi dertlerini, çaresizliklerini iyileştirsin diye Gece’ye başvuruyor ama onun da yüreği yaralı. Ve aslında herkesin çaresi kendi elinde. Masal ile postmoderni, akli ile batılı bir araya getirip insana dair ne varsa harmanlıyor. Lafı uzatmadan Demirel’e veriyorum sözü.
*Gece ayna görevi görüyor. Hem kendine hem de insanlara kendilerini, çağın deliliklerini, absürtlüklerini gösteriyor. Aynaya bakmak iyi gelmiyor kimseye. Sevmiyor muyuz yüzleşmeyi?
Gece bir ayna görevi görüyor mu, bilmiyorum. Ama konuklarının ondan bir şeyler beklediklerini biliyorum. Bence Gece dürüst bir kocakarı. Evine gelen kim olursa olsun ne düşünüyorsa, ne hissediyorsa yüzlerine açık açık söylüyor. Şifacılık -ya da mahalleli Gece için başka ne sıfatlar uyduruyorsa- Gece’nin iddialı olduğu bir konu değil. Zira Gece roman boyunca bir kere dahi insanlara “Gelin, sizi iyileştireceğim, dertlerinize derman olacağım” gibi bir çağrıda bulunmuyor. Yalnız yaşayan, yaşlı, kocasız, çocuksuz, evden çıkmayan, tek bir akrabası dahi olmayan gizemli bir kadın olduğu için herkes ona şifacı bir kocakarı rolünü biçiyor. Bence bu, insanların inanacakları bir şey yaratma ihtiyacından doğuyor. Demek istediğim, o bahsettiğiniz ayna herkesin evinde, elini uzattı mı tutabileceği kadar yakınında mevcut aslında. Ama bazen en yakınımızdakilere uzanmak öyle büyük bir cesaret gerektiriyor ki biraz daha az yanalım, hasarımız biraz daha az olsun diye o aynayı bize başkası tutsun istiyoruz belki de. Araya üçüncü bir el girince daha güvende hissediyor da olabiliriz tabii. Gece’nin konukları da aynayı onlara Gece tutsun, merhemi yaralarına Gece sürsün istiyorlar, başkalarıyla yanmak yalnız yanmaktan çok daha iyidir, diye düşünüyorlar ama Gece’nin taşıdığı kadim lanetten bihaberler. Bu yüzden Gece kimseye iyi gelmiyor. Aksine herkes, ondan önceki yaşamını mumla arar hâle geliyor.
Yüzleşme konusuna gelince, bence toplum olarak da birey olarak da yüzleşmeyi sevmiyor ve yüzleşmekten kaçıyoruz. Bunun esas sebebi, olası bir yüzleşmenin bizi en derinlere indirecek olması, orada kendimizle karşılaşmaktan korkmamız. İnsan, sandığı kadar iyi ve masum değildir çünkü. Kendini kandırarak yaşamak da hem daha kolay hem daha zahmetsizdir.
*Romanda tam bir harman yapıyorsunuz: Masal ile postmoderni, geçmiş ile geleceği, batıl inanç ile aklı hem bir araya getiriyor hem de çatıştırıyorsunuz. Denge mi aradığınız? O dengeyi bulduğumuzda oturacak mı bütün taşlar yerine?
Romanı yazmaya başlamadan önce bir harita çıkarttım. Gece’yle görüşecek karakterler, o karakterlerin dertleri, isimleri, cisimleri, bölümlerin adları her şey önceden çıkardığım haritada belliydi ve sonuna dek de o haritaya sadık kalarak ilerledim. Gece’nin geçmişini bilmeden bugününde ilerlememiz mantıksız olurdu, o sebepten bir köydeki hayata bir de o gecekondu mahallesindeki hayata yer vererek ilerledim. Köydeki hayatı anlatırken özellikle geleneksel ve masal tadında bir üslup kullanmak istedim. Tabii romanın bütününün o tatta ilerlemesini istemiyordum. Bu sebepten Gece’nin konuklarını anlatacağım bölümleri biraz farklı kurguladım. Aslında o bölümleri yazarken amacım kendi yazınımı olabildiğince zorlamaktı. Evet, roman için bir denge arıyordum ve aradığım o dengeyi bulduğumu da söyleyebilirim sanırım. Çok sesli, katmanlı ve yoğun bir yapısı var romanın. Okuru hep dinamik ve zinde tutmaktı amaç belki de, bilemiyorum. Ferda gibi Deleuze çeviren örgütlü bir kadın da, kocasının yolunu gözleyen Hanife de, yarasının kabuklarını yiyen Visal de, başka bedenlerde konaklayan din kültürü öğretmeni Garam da, hayatındaki kadını sevdiği ve ona değer verdiği hâlde aralarındaki ilişkiye bir isim koymaktan ödü kopan erkek de, cenaze elbiseleri biriktiren yazar kadın da Gece’nin kapısına gitsin istedim. Çünkü çaresizlik bizi eşitler. Gece bizim mahallemizde yaşayan bir kocakarı olsaydı kapısını çalmaz mıydık? Gece benim komşum olsaydı kapısını çalacağımdan kesinkes kuşkum yok açıkçası.
*Bugünün dertlerini çözmek için taa eskilere götürüyorsunuz okuru aslında. Size göre geçmişin şifrelerini çözersek bugünü az da olsa kurtarabilir ama geleceğe umutla bakabilir miyiz?
Geçmişin şifrelerini çözersek bugüne umutla bakabilir miyiz, bilmiyorum. Fakat bu şifreleri çözme meselesinin bizi biraz bile olsa rahatlatacağından şüphem yok. Bazı durumların nedenini, özünü, kökenini bilirsek o durumları kafamızda bir yerlere daha rahat oturtabiliriz sanki. Netice itibarıyla romanın sonlarına doğru Gece’nin neden kimseye iyi gelmediğini anlamaya başlıyoruz. Onun da bir nevi kurban sayılabileceğini görüyoruz. Gece’nin geçmişini bilmek romanı daha anlamlı bir hâle getiriyor ve belki ona kızmamıza da mani oluyor.
‘Yazdıklarımın bir bahar akşamı gibi teni okşayabilmesini diliyorum’
*lk romanınızla ödül almak size ne hissettiriyor?
“Geceden Beri” benim ikinci kitabım ama ilk romanım. İlk kitabım “Hazin” 2021 yılında yayımlandı ve öykü türündeydi. “Geceden Beri”, bir ilk roman olduğu ve ödül aldığı için yeri çok başka. Garip bir haz, tatmin ve mutluluk hissettirdiğini söyleyebilirim.
*Edebiyat yolculuğunuzda ki çok uzun olmasını dilerim, neler hayal ediyorsunuz?
Güzel bir yolculuk istiyorum elbette, yazmaya devam etmek istiyorum bir kere. Bu yazma arzusu benden hiç gitmesin istiyorum, hazırladığım her dosyada daha iyisini yapabilmeyi istiyorum. E bir de yazdıklarının yayımlanmasını isteyen her insan gibi iz bırakmak istiyorum. Tanımadığım, muhtemelen hiç tanışmayacağım biri, hiç bilmediğim, gidip
görmediğim bir şehirde Gece’den bir cümle hatırlasın mesela, beni ansın ve biz konuşma gereği dahi duymadan bir bağ kuralım istiyorum. Böyle aniden sarışalım istiyorum. Yazdıklarımın bir bahar akşamı gibi teni okşayabilmesini diliyorum.