22.05.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Dr. Kamil Yaşaroğlu
“Kuran-ı Kerim’de emanete riayet müminlerin başlıca özellikleri arasında zikredilmektedir (el-Mü’minûn 23/8; el Meâric 70/32). Ahzâb Sûresi’nin 72. ayetinde ise şöyle buyurulur: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk, onlar kaçındılar; Nihayet onu insan yüklendi, fakat ne yazık ki o da zalim ve cahil çıktı.” İslâm alimleri bu âyetteki emanetin hem dinî görev ve yükümlülükleri hem de insanlar arasındaki emanetleri, yani bütün emanet çeşitlerini ifade ettiği görüşündedir.
Rabbimizin buyrukları
Hz. Peygamber’in hadislerine baktığımızda, özel meclislerde konuşulan sözlerin, verilen sırların, evlenilen kadınların ve aile mahremiyetinin birer emanet olduğu belirtilmiştir. “Emanet zayi olduğunda kıyameti bekle” (Buhârî, İlim, 2) anlamındaki hadiste, hangi türden olursa olsun emanete hıyanetin yaygınlaşması ve güvenin ortadan kalkmasının toplumsal bir felaket olduğu anlatılmak istenmiştir. Hz. Peygamber de emanete hıyanet etmeyi münafıklık alâmetleri arasında sayarak şöyle buyurmuştur:
“Münafığın alameti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder” (Buhârî, Îmân, 24). Bu hadisin başka bir rivayetinde ise, “oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini mümin zannetse bile” ifadesi vardır (Müslim, Îmân, 109). Bir diğer hadiste ise emanet vurgusu şu şekilde ifade edilmiştir: “Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve ona ihanet etmez. Yalan söylemez ve onu zor durumda yüzüstü bırakmaz” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58).
Emaneti titizlikle korumamız için Rabbimizin diğer buyrukları şöyledir:
“Birbirinize bir emanet bırakırsanız, emanet bırakılan kimse o emaneti (zamanı gelince) sahibine versin ve bu hususta Allah’tan korksun” (el-Bakara 2/283).
“…Kim emanete hıyanet ederse, kıyamet günü, hâinlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir” (Âl-i İmrân 3/161).
Yaratılanlara emanet
Peygamberlerin sıfatlarından birisi de “emanet”tir. Bu sıfat peygamberlerin her yönü ile güvenilir olduklarını ve Allah’tan aldıkları emaneti sorumluluk bilinciyle yerine ulaştırdıklarını ifade eder.
Bir ayet “Muhakkak ki, gece ibadeti daha etkili, gece okuması ise daha doğru ve daha iyi anlaşılır” (el- Müzemmil 73/6) |
Kulun Rabbine karşı riayetle sorumlu olduğu emanet, O’nun emrettiklerini yapmak, yasakladıklarından sakınmaktır. Bu vazife, bütün organlarımızı ilgilendirir. Çünkü her organ bir emanettir ve onun yerli yerince kullanılması gerekmektedir. Mesela, dil emanetini korumak yalan konuşmamakla, gıybet etmemekle, dedikodu yapmamakla, küfre düşmemekle, çirkin sözler sarfetmemekle olur. Göz emanetini korumak onu harama bakmada kullanmamakla olur. Kulak emanetini korumak yalan ve iftira gibi boş ve yasak şeyleri dinlememekle olur. Diğer organlar da buna benzer.
Emaneti geri vermek
Diğer yaratılanlara karşı emanet, onların hukukuna riâyet etmek onlara zarar vermemek ve aldatmamaktır. Alınan emaneti geri vermek, tartıyı eksik yapmamak, insanların kusurlarını yaymamak, hanım kocasının, koca hanımının iffet ve emanetini koruması gibi hususlardır.
Sayılı nefeslerimiz, ömrümüz emanettir. Aklımız, kalbimiz, dilimiz, bütün bedenimiz emanettir. Ailemiz, çocuklarımız, komşularımız, malımız-mülkümüz, bilgimiz, birikimimiz emanettir. Bizlere düşen, bu emanetlerle Rabbimizin rızasına ulaşmanın gayretinde olmaktır.
Bütün İslam alimleri, servetin emanet olduğu düşüncesi üzerinde ısrarla durmuşlar, başta zekât olmak üzere fakirlere haklarının verilmesini ve servetin asıl sahibi olan Allah’ın hoşnutluğuna uygun sarfedilmesini emanete riayet olarak değerlendirmişlerdir. Huzurlu ve güvenli bir dünya garantisi, ancak emanet bilincine ermiş, Allah’a verdiği söze sadakat gösteren saygılı insanlarla mümkündür.
Bir hadis Azîz ve celîl olan Allah, “Ben, kulumun beni düşündüğü gibiyim; beni andığı (her) yerde, onunlayım (rahmet ve yardımım onunla beraberdir)” buyurmuştur. Allah’a yemin ederim ki Allah’ın, kulunun tövbe etmesinden dolayı duyduğu hoşnutluk, herhangi birinizin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden daha büyüktür.” (Nitekim Allah şöyle buyurmuştur): “Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırım, bir arşın yaklaşana bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben koşarak giderim” (Buhârî, Tevhîd 15). |
Pertevniyal Valide Sultan Camii
İstanbul Aksaray da dört yol ağzında bulunan Pertevniyal Valide Sultan Camii, Sultan II. Mahmut’un zevcesi ve Sultan Abdül Aziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından 1871 yılında yaptırılmıştır. Bu caminin yerinde 1871 yılında Kocamustafapaşa Vakfı’nın katibi Hacı Mustafa Efendi tarafından yaptırılan Hacı Mustafa Efendi Camii harap halde iken yıktırılmış ve onun yerine Pertevniyal Valide Sultan Camii yaptırılmıştır. Caminin mimarı İtalyan Monteni’dir. Üslubu ise Çırağan Sarayı’nda olduğu gibi Gotik üslubundan Hint mimarisine kadar, Türk mimari üslubu da dahil olmak üzere çeşitli mimari üslupların karışımından meydana gelmiştir.
Kare planlı bu caminin dört köşesinde Hint mimarisini andıran birer kule bulunmaktadır. Mihrabı sade, mukarnas dolgulu ve yedi sıra şarkıtlı olup mermerdendir. Aynı sadelikte mermer minberin yan tarafında istiridye motifi görülmektedir. Kürsüsü sekiz köşeli ve oymalı olup mermerdir. İç alanı bin metrekare, avlu ve bahçesinin alanı ise 3 bin metrekaredir. Caminin avlusuna doğu, batı ve güney olmak üzere üç kapıdan girilmektedir.
Bir dua Hz. Aişe’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, aile fertlerinden biri hastalanınca, sağ eliyle hastayı sıvazlar ve şöyle dua buyururdu: “Bütün insanların rabbi olan Allahım! Bunun ıstırabını giderip, şifa ver. Şifayı veren ancak sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Buna, hiçbir hastalık izi bırakmayacak şekilde şifa ihsan et!” (Buhârî, Merdâ 20). |
Mezarlığı, musalla taşı ve son cemaat yeri bulunan bu caminin pencereleri ile kubbe arasındaki kasnağında “Mülk Suresi” kabartmalı bir şekilde yazılmıştır. Abdest alma yerleri, tuvaleti, musalla taşı ve meşrutaları yeterli olup, vakit namazlarında 400-500, cuma namazlarında ise 2 bin 500-3 bin kadar cemaatı bulunmaktadır. Bir imam-hatip, iki müezzin-kayyımı vardır.
Aile hayatında denge
Peygamberimizin sütkardeşi olan Osman b. Maz’ûn da dünyadan el etek çekmeye karar vermişti. Hatta kendisini ibadete öylesine adamıştı ki, bakımlı bir hanım olan eşi Havle’yi bile gözü görmez olmuştu. Havle’nin dağınık ve mutsuz görünümü Peygamber Efendimizin dikkatini çekince Hz. Aişe’ye bunun sebebini sormuş, o da eşinin bütün günü oruçla ve bütün geceyi namazla geçirmesinden dolayı Havle’nin, eşi olmayan bir kadın gibi kendini bıraktığını anlatmıştı.
Bunun üzerine de Peygamber Efendimiz Osman’ı yanına çağırarak, “Yoksa benim hayat tarzımdan yüz mü çevirdin?” diye çıkıştıktan sonra inananları dengeli bir hayata çağıran şu cümleleri tekrarlamıştı: “Ben hem uyurum, hem namaz kılarım. Bazen oruç tutarım, bazen de tutmam. Kadınlarla da evlenirim. Allah’tan kork ey Osman! Bilesin ki, ailenin senin üzerinde hakkı var misafirinin senin üzerinde hakkı var, vücudunun senin üzerinde hakkı var. Bazen oruç tut, bazen tutma, biraz namaz kıl biraz da uyu!” (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 27).
Esma-i Hüsna (Şekûr): Kendi rızası için hayırlı işler yapanların mükâfatını bol bol veren, kullarının az ibadetine karşılık çok mükafat veren, onların ecirlerini kat kat artıran demektir. Allah bize karşı şekûr olması için, öncelikle bizim Allah’a şükretmemiz, şükür yolunu tutmamız gerekir. Rabbimiz bize hem şükür hem de nankörlük yollarını göstermiş, bize de tercih imkanı vermiştir. Şükür, erdemlilerin seçeneği ve hayat tarzıdır. Yaşadığımız herhangi bir olayda bile hep o iki yol ayrımında dururuz. şükretmeyi seçersek kazançlı çıkar, nankörlük etmeyi seçersek kaybederiz. |