30.09.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
Fisun Yalçınkaya
Shirin Neshat eserlerinde toplumsal olaylara, insani durumlara, Ortadoğu’da yaşananların kendisine hissettirdiklerine yer veren İranlı bir çağdaş sanatçı. 1957 doğumlu sanatçı Tahran’da Katolik okulunda okudu. 1975 sonrasında, İran Devrimi’nin başladığı yıllarda, ABD’ye Berkeley Üniversitesi’ne geçti. 17 yaşında ülkesinden ayrılmış bir kız olarak Batı kültürüne alışmaya çalıştı. 1990’da ülkesine döndüğünde ise bıraktığında kendi tabiriyle ‘Avrupalı kadınlar’ gibi giyinen annesi ve kızkardeşlerinin değiştiğini, ülkesinin bambaşka bir yer olduğunu gördü. Halen ABD’de sanatını üretmeyi sürdüren Shirin Neshat, sanata başladığı yıllarda Ortadoğu temasını fazla kullanmakla eleştirilse de bugün tüm dünyanın saygı duyduğu bir sanatçı. Fuar sırasında burada olamasa da kendisiyle eserleri ve yaşamı hakkında konuştuk.
‘Our House is on Fire’ eserinizin arka planındaki hikâyeden biraz bahsedebilir misiniz?
Kahire’de fotoğrafını çektiğim bu insanlarla fotoğraf seanslarımda hepsinin kişisel hikayelerini öğrendim ancak bunları sır olarak tutacağıma da söz verdim. Ama tahmin edebileceğiniz gibi Mısır Devrimi’nden bu yana çeşitli trajediler yaşıyor bu insanlar; ailelerini, çocuklarını kaybettiler. Proje gitgide kurguyu bırakıp gerçeğe yoğunlaşmam gereken bir belgesele dönüştü. Çok etkilendim. Acıma duygusu değildi bu; benimle hikayelerini paylaştıklarında çok derin bir saygı duyuyor, onları fotoğraflarken bana karşı duydukları güveni takdir ediyordum. ‘Our House is on Fire’, benim ‘The Book of Kings’ (2011) başlıklı 65 fotoğrafın büyük bir enstalasyon oluşturduğu çalışmamı tamamladı bir nevi. ‘The Book of Kings’ daha çok genç aktivistlerin kişisel portrelerinden oluşan bir seriydi; ancak ‘Our House is on Fire’ yaslı ifadeleriyle bize devrimleri hatırlatan daha yaşlı yüzlerin grup portrelerinden oluşuyor.
Bu fuarda ‘Allah’ın Kadınları/ Women of Allah’ serinizden ‘Moon Song’ var. Bu serinin önemi nedir sizin için?
Sizin de dediğiniz gibi ‘Moon Song’, özünde İslam Devrimi’nin psikolojik ve ideolojik temelini keşfetmeye çalışan ‘Women of Allah’ başlıklı serime (1993-1997) ait. Bu serinin ana teması İslam Devrimi esnasında oldukça popülerleşen ve hatta kurumsallaşan ‘şehitlik’ konsepti oldu. Bu yüzden ‘Women of Allah’, dini değerlere itaat eden İran tarihini anlatıyor bize.
Bir röportajınızda “Sanatçının hayatı sanatından ayrılamaz” demiştiniz. Sizin hayatınız sanatınıza nasıl etki etti?
Geçmişim; yani İran’daki çocukluğum, New York’taki hayatım birsanatçı olarak gelişimimin ayrılmaz bir parçası. Sanıyorum ki ailemden ayrılışım ve sürgün hayatım temalarımı belirleyen en önemli olaylar.
ArtInternational’da 26.5 milyon euro’luk satış yapıldı
Önceki gün sona eren 2. ArtInternational Çağdaş Sanat Fuarı’na 24 ülkeden 76 galeri ve 400’den fazla sanatçı kaıtıldı. 26 - 28 Eylül tarihlerinde düzenlenen fuarı 20 binden fazla kişi gezdi ve 26.5 milyon euro’luk satış yapıldı. 4 yıl aradan sonra ilk kez Türkiye’de sergi açan Taner Ceylan’ın galerisi Paul Kasmin, işlerin tamamının satıldığını ve 118 bin euro’yu bulan bir rakama ulaştıklarını açıkladı. Fuarın en yüksek ücretle satılan eserleri, 235 bin euroyla Galerie Lelong’dan Jaume Plensa’nın 2014 tarihli ‘Sanna in Umea’ adlı heykeli ve 160 bin euro’yla Deweer Gallery’den Jan Fabre’nin 1996 tarihli ‘Flemish Warrior’u oldu.
Fuarda heykel kırıldı
Erwin Wurm’un Lehmann Maupin Galeri’de bulunan heykeli bir ziyaretçinin çarpması sonucu ArtInternational’ın ikinci gününde düşerek kırıldı. Heykel fuar alanından aynı gün kaldırıldı.