08.11.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
EGEMEN LİMONCUOĞLU
Sinema salonlarında “Shine”ı izlemiş kuşak, bugünlerde 30’lu yaşlarının sonunu, 40’lı yaşlarının ilk yarısını yaşıyor olmalı. Ben de onlardan biriyim. Beyazperde David Helfgott’un hayatının Geoffrey Rush bünyesinde ve oyunculuğunda yansımasını gören, sinema salonunun karanlığına sığınıp bir iki ‘gözüme bir şey kaçtı, ağlamıyorum’ dökenlerden biriydim. Film başarılıydı, iç parçalayıcıydı, ve tabii bunca yıl sonra hâlâ hafızada hissettirdiklerinin yerini bırakacak kadar etkileyiciydi. Avustralyalı piyanist ülkemizde defalarca konser verdi. Bu ay bir kez daha İstanbul’a geliyor. Helfgott konser öncesi sorularımızı yanıtladı.
- Yine ülkemize yolunuz düşmüş, yine Hoang Pham’la sahne almıştınız. Bu ay tekrar geliyorsunuz, ama bir farkla, 360 derecelik sahne kurulumu ile. Nedir bu defa farklı olan?
İstanbul’da 360 derecelik sahne kurulumu ile çalmak gayet ilginç bir deneyim olacak. Etrafınızın dinleyicilerinizle çevrili olduğu bir sahne düzeneğinde çalmak, herkesin piyanoları iyi bir açıdan görmesi... Bu gayet sıcak, samimi bir hava yaratacak konserde.
- Hoang Pham, size kıyasla az biliniyor, onu bize nasıl tanıdırdınız?
Hoang Pham inanılmaz iyi bir piyanist. Benim de performansımı destekleyen, çok iyi bir müzisyen, çok da iyi bir partner. Ortak noktalarımız da var; sevdiğimiz besteciler mesela. Ama tabii özellikle Rachmaninov tutkumuz.
- Hayatınızı anlatan Shine, kariyerinizin de önemli bir dönüm noktası. Her röportajda mutlaka bu film soruluyor. Hiç sıkıldığınız olmuyor mu?
Asla! Film hayatımda öyle olumlu etki bıraktı ki... Üstelik sayısız insana da ilham kaynağı oldu. “Shine”dan gurur duyuyorum.
- Sizi canlandıran Geoffrey Rush için de dönüm noktası. Stüdyonun ilk tercihi değilmiş. Dustin Hoffman, Bob Hoskins’in adı geçmiş. Ama yönetmen Scott Hicks, Rush’ta ısrar etmiş.
Geoffrey rol için mükemmel bir seçimdi. Çok fazla tanınmıyordu, taze bir simaydı beyazperde için. Bu sayede benim kişiliğimi perdeye yansıtmakta çok özgür davranabildi. Harikuladeydi! Aldığı Oscar ödülü de bunun kanıtı diye düşünüyorum.
- Macar besteci Franz Liszt, herhalde Rachmaninov’dan sonra sizle özdeşleşecek ikinci besteci olur. Helfgott ve Liszt ilişkisi hakkında ne dersiniz?
Franz Liszt’e kendimi her daim çok yakın hissettim. Schumann gibi bestecilere, kendi öğrencilerine cömert davranmış fevkalade bir insandır. Öğrencilerinden asla para kabul etmezmiş. Müziğindeki tutkuyu, bestlerindeki dinamikleri severim. Onun eserlerini çalmak hem heyecan verici hem de bir meydan okuma.
- “Hello, I’m David!” adlı bir belgesel mevcut, turne hayatınız ve günlük rutinlerinize dair epey fikir edinebileceğimiz... “Shine”la kalmayıp onu da izlememizi tavsiye eder miydiniz?
Evet, Gillian ile bana dair tatlı, içten bazen de gayet komik bir portre. Bugünlerdeki halimizi öyle güzel, öyle sevimli yakalıyor ki...
- Eşiniz Gillian ile hikâyeniz, eğer yanılmıyorsam, neredeyse 35 senelik bir hikâye, değil mi?
Öyle, evet. Hayatımı adeta cennete çevirdi. Gillian’la birlikte türlü zorluğu, sıkıntıyı atlattık ama asla sevgimizde bir değişiklik olmadı. “Seninle bir günüm bile sıkıcı geçmedi,” der durur Gillian, 35 seneye yaklaşan birlikteliğimiz hakkında. Ve ben de onu daha önce hiç olmadığı kadar çok seviyorum.
‘İstanbul gördüğüm en güzel şehirlerden biri’
- Türkiye’ye daha önce de farklı şehirlerde, farklı sahnelerde çaldınız. Neler söylemek istersiniz önceki ziyaretlerinize istinaden?
Çok sıcak insanlarsınız. Beni samimiyetle karşılıyorsunuz, evimde hissettiriyorsunuz. Konserlerime gelenler her defasında coşkuyla alkışladı beni, bunun beni ne kadar mutlu ettiğini anlatamam. Farklı şehirlerde çalabildiğim için de kendimi şanslı hissediyorum. Şimdi tekrar İstanbul’a dönüyorum, gördüğüm en güzel şehirlerden biri İstanbul. Tarihi yapısıyla her daim büyük bir zevk İstanbul’da bulunmak. Röportajın tamamını Milliyet Sanat dergisinin kasım sayısında okuyabilirsiniz.