16.11.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
0
Bu notlar, Ekim 1925'te Mustafa Kemal'e iletildi. Kendisine, bir okulda öğretmenlik yahut bir sefarette kâtiplik gibi bir memuriyet verilmesini rica ediyordu. O günlerde Çankaya'da misafir kalan General Fahrettin Altay, o anın tanığıydı:"Hakarete duçar olmak korkusuyla sokağa çıkamıyormuş, tesadüf ettiği bazı bildiklerinin kendisinden yüz çevirmesi ağırına gidiyormuş. Bir memuriyet olursa vakit geçirebilirmiş. Atatürk bunları gayet sakin ve bitaraf bir tavırla anlatıyor fakat kararını açıklamıyordu" diye not düşmüştü elindeki günlüğüne.Fahrettin Altay, Mustafa Kemal'in olumlu-olumsuz bir yorum yapmadan sohbet konusunu değiştirdiğini kaydetmiş notlarına.Latife'nin yeğeni Dilek Bebe, o günleri Can Dündar'a anlatırken "Çalışmak istiyordu. Tüm dünyadan konferans teklifleri geliyordu. Yazı yazmasını, üniversitede ders vermesini öneriyorlardı. Ama hiçbirini yaptırmadılar. Sadece ailesi ve dostlarıyla oldu. Yalnız bir hayat yani" demişti.Bunca eğitim görmüş, pek çok şey yapmak isteyen bu genç kadına bütün kapılar kapanmış, yetenekleri, enerjisi ile baş başa bırakılmıştı.Latife, boşanmayı izleyen günlerde eski dostu Vasıf Çınar'a yazdığı mektuplarda kendisini "felaketzede bir kadın" olarak tanımlamıştı. Latife, boşanmasını izleyen aylarda bir işe girip çalışabileceğini zannediyordu. Bu nedenle aklına gelenleri not olarak Mustafa Kemal'e gönderdi. Sıkıntılarını da aktardı. Acaba Mustafa Kemal cephesinde neler oluyordu. O, boşanmayı isteyen taraftı. Hayatının bir dönemini kapatmaya karar vermişti. Bekâr ve tamamen özgürdü artık.Acaba verdiği karardan memnun muydu? 1925 yılının ekim ayında Mustafa Kemal ile birlikte İzmir'den dönen Fahrettin (Altay) Paşa o günlerden söz eden belki de tek isim. Misafir edildiği Çankaya'da tanık olduklarını anı defterine kaydederken Mustafa Kemal'in çok üzgün olduğunu yazıyor: "Bu yılın en üzücü olayı Atatürk'ün Latife Hanım'dan ayrılmasıdır. Bu ayrılışın onu çok üzdüğü fakat kimseye hissettirmemeye çalıştığı hissediliyordu. Odasında 'Bağrı Yanık Bülbüle Döndüm' türküsünü çaldırarak ağladığı duyulmuştu." Fahrettin Altay, alışılmadık bir samimi üslup içinde karısını boşayan Mustafa Kemal'in üzüntüsünü aktarırken onun bir sinir buhranı geçirmesinden korktuklarını kaydediyor. Gazi'nin 1925 yılı ekim ayında İzmir'e yaptığı bir gezi sırasında tanıyıp manevi kızı olmak üzere Çankaya'ya davet ettiği Afet'in (İnan) muhtemel bir sinir buhranını önlediğini düşünüyor. Mustafa Kemal üzgündü Boşanma, Muammer Bey'le Adeviye Hanım'ın yaşamlarını da etkilemişti. Uşakizade Ailesi İzmir'den taşınmaya karar verdi. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Kendilerine yüz çeviren sayısız eski "dost" arasında yaşamak, hem sevgili kızı Latife'ye hem de bütün aileye ağır gelecekti. En doğrusu İstanbul'a yerleşmekti. Gümüşsuyu'nda büyük bir köşk satın alındı ve aile İstanbul'a taşındı. Sağlığı bozulan Latife bir süre İsviçre'de tedavi gördü. Gümüşsuyu'ndaki ev kısa süre içinde devrin önde gelen isimlerinin gelip gittiği, sohbet edip buluştuğu bir mekana dönüştü. Ne var ki evin üst katına yerleşen Latife, yakın çevresinin anlatımına göre uzun yıllar matem içinde yaşadı. Siyah gözleri hep hüzünlüydü ama ayakta kalmaya kararlıydı.Annesi, babası, kardeşlerinin desteği ile yeni hayatına başladı. Bol bol okuyor, yazıyordu. Uşakizade Ailesi taşınıyor Her çarşamba günü okul çıkışı Latife Hanım'ı ziyarete giden yeğen Muammer Erboy, o günleri şöyle anlatıyor:"Kız kardeşler, Latife Teyzem ile anneannem (Vecihe İlmen), Mustafa Kemal'i o kadar severlerdi ki, yazı yazarken küçük 'k' harfini hiç kullanmadılar ısrarla. 'k' harfi konusunda gündelik alışveriş listesinden tutun mektuplarına kadar iki kardeş de Atatürk'ün imzasındaki 'K' harfine benzer büyük bir 'K' harfi kullanırlardı. Küçük "k" harfi İki kız kardeş birbirlerine sık sık Mustafa Kemal'in kendilerine seslendiği gibi seslenirler, 'Vecih' ve 'Latif' derlerdi. Teyzem, Mustafa Kemal ile birlikte resimlerini koymamıştı evine. İkisinin de tek fotoğrafları dururdu. Kişisel sorunlarından hiç bahsetmez, gayri ciddi sorunlardan söz ederdi. Bir trajedi içinde olduğunu hissettirmedi bizlere."1951 yılında önce babasını, ardından annesini yitiren Latife, koskocaman konakta genç kızlığından beri yanında olan yardımcısı ve sırdaşı Kalyopi ve ev hizmetlerini yapan iki emektarıyla baş başa kalmıştı. Bu evde bir süre daha yaşadıktan sonra Harbiye'de bir apartman dairesine taşındı.Latife, Mustafa Kemal'i dışarıya karşı silmişti hayatından. Ama gerçek çok farklıydı. Harbiye'de İpragaz'ın üzerindeki yeni dairesinin tek özelliği tam karşısında yer alan Atatürk heykeliydi. Evin tavanları eski eve kıyasla öylesine alçaktı ki, kütüphanesini ortadan kestirmek zorunda kalmıştı.Latife Teyzesinin o günlerdeki ruh halini bir anısıyla anlatıyor Muammer Erboy: "Harbiye'deki evde üzeri Çin ipeği kaplı mini mini bir pufun üzerine neredeye ucuna ilişip aşağıyı seyrediyordu.'Nasıl?' diye sordu. 'Bakın bakın tam karşıya bakın diye ısrar etti.' Tam karşıda orduevi vardı. Atatürk'ün heykelini gösterdi. 'En sadık kalınarak yapılmış olan, ona en çok benzeyen' dedi. Sonra ekledi. 'Yoksa böyle bir apartmana gelir miydim!' " Kız kardeşi sırdaşı oldu Latife Hanım Mustafa Kemal'e telefonda soruyor: Gazeteci Niyazi Ahmet Banoğlu, karı-kocanın arasında geçen bir telefon konuşmasının öyküsünü Latife Hanım'dan dinlemişti. Latife Uşşaki, 1951 yılında evine bir gazeteci olarak geldiğinde ona şöyle demişti:"Çokça dışarılara çıkmıyordum ama, bazı ziyaretler yapmakta idim. Neden sonra fark ettim, bir sivil memur beni daima takip etmektedir. Bir yağmurlu gündü, artık tanımaya başladığım bu memur, beni köşkün kapısına kadar takip etmişti. Çokça yağmur yağıyordu. Memuru işaretle çağırdım ve:'Evladım artık seni tanıdım, beni takip ediyorsun, çok ıslandın, kulübeye gir de kurulan' dedim. Köşke girdikten sonra aklıma geldi. Atatürk Dolmabahçe Sarayı'nda idi. Telefonla aradım ve şöyle dedim:'Paşam, benden bir suikast mı bekleniyor ki, polis beni takip ediyor?' Konuştuk. Yarım saat geçmemişti. Orada imiş, Şükrü Kaya geldi. Atatürk göndermiş, benden özür dileniyordu. Şükrü Kaya, şöyle dedi: 'Atatürk'ü bu derece hiddetli hiçbir defa görmedim. Çok ağır konuştu. Size kim emir verdi benim karımı takip edin diye, bu ne rezalettir...' " 'Paşam benden suikast mı bekleniyor ki!' Latife Hanım, 13 Temmuz 1975'te öldü. Kanserdi ve tedavi olmak istemedi. "Hayatım Boyunca canlı ölüydüm, iki gün fazla yaşamak azap" demişti yakınlarına. Ölümünden kısa süre önce kendine özel gördüğü bazı belgeleri yaktı. Bir bölümünü ise ileriki yıllarda açılsın diye Türk Tarih Kurumu'na bıraktı. Latife Hanım'a yaşamı sırasında ihtimam göstermeyen devlet yetkilileri, son anda cenaze kaldırılırken harekete geçtiler ve ailesine, Latife Hanım'ın devlet töreni ile gömüleceğini bildirdiler. Belgeleri yaktı Erboy, teyzesi Latife Hanım'ı anlatmayı sürdürüyor: "Siyah favori rengiydi. Kürkleri vardı. Gençlik resimlerinde giydikleri müthiş.Eşim Zeynep geçenlerde onun 1920'lerden bir elbisesiyle baloya gitti.Latife Teyzem çok şık ve özenli gezerdi. Onu ropdöşambr ile bir tek kere görmedim. Bir tek defa hastalığında bile yatakta onu yatarken görmedim. Yatakta bir tek kez gördüm, ölümüne yakın. Olağanüstü güzel beyaz saçları vardı. Dalgalı dalgalı kabarık kabarık, şık taraklarla tutturulmuş. Enseden yukarıya doğru ters koni gibi bir topuz yapardı. Önleri daha çok gri, arkalar beyaz, ama natürel kendi renkleriydi. Saçını dağınık hiçbir zaman görmedim.Latife Teyzem saçlarını fildişi ya da kemik bir tarakla toplardı. Herhalde zamanında Paris'ten almış onları. Hop diye toplayıp saçlarını fildişi tarağını takardı.Babasının hediyesi bir pandantif takardı boynuna etrafı pırlantalı dikdörtgen bir jad. Siyah bir kordona takılı Çin tarzı bir mücevher tam 1930'lar. O madalyonun hiçbir zaman boynunda olmadığını görmedim.Bir de bütün kız kardeşlerin elinde babaları tarafından evlenme armağanı olarak verilmiş tek taş pırlanta yüzükleri vardı hiç çıkarmadıkları. Yüzüğünü hiç çıkarmazdı.Konserlere, tiyatrolara, beraber giderdik. Özellikle Kenterler'e Yıldız Kenter Tiyatrosu'nu kurarken sandalye satıyordu, o iki tane aldı.Tabii Latife adını yazdırmadı. İki üç bine satıyorlardı, o, 10 bin TL verip almıştı. Kadınları hep destekledi. Seneler sonra Yıldız Hanım, koltuklardan ikisini Latife Teyzem'in aldığını öğrendi ve çok şaşırdı." Kenterler'in tiyatrosundan koltuk aldı Soyadı kanunu verilirken Muammer Bey Uşşaki soyadını istemişti; "Uşaklıyı kabul buyurun" demişti Mustafa Kemal, "Uşşaki soyadını, yalnız Latife Hanım'a veriyoruz." Muammer Erboy, bu bilgiyi aktarırken kafalardaki soyadı karmaşasına açıklık getiriyor.Ve hemen ilginç bir noktaya dikkat çekiyor: "Lugat anlamına bakın, (Uşşaki kelimesinin anlamı) âşıklardır. Yıl 1934" diyor. Soyadı Kanunu ile birlikte tanıdıklarına en çok yakışan soyadını bizzat seçmekten hoşlandığını bildiğimiz Mustafa Kemal, Latife'ye, pek özel bir soyadı aramış ve aile isimlerinden yola çıkarak ürettiği bir kelime oyunu ile "âşıklar" soyadını armağan etmişti. Latife Hanım'a özel soyadı Çankaya'daki cumhurbaşkanı eşleri hakkında yorum yaptığına hiç tanık olmamıştı Muammer Erboy. "Öteki başkan eşlerinden pek söz etmezdi. Hiçbir şey söylemeye gerek duymazdı. Bir tek şunu hatırlıyorum... ABD Başkanı Kennedy'nin öldürülmesinden sonra dul eşi Jacqueline'nin, Yunanlı milyarder Onassis'le evlenmesi üzerine, 'Çok mu ihtiyacı varmış hem paraya hem adama. Attan inip eşeğe binilir miymiş?' demişti." Jacqueline'in evliliğine karşıydı Fahrettin Altay'ın anlatımı, Taylan Sorgun'un kaleme aldığı İmparatorluktan Cumhuriyet'e Fahrettin Altay Paşa Anlatıyor, adlı kitaptan, Vecihe İlmen'in anlatımları, 1984 yılında Yalçın Pekşen'le yaptığı görüşmeden alındı. Bu yazı dizisi, İpek Çalışlar'ın önümüzdeki aylarda çıkacak "Latife Hanım"ın hayatını anlatan kitabından özetlendi. Not: BİTTİ