19.05.2019 - 01:30 | Son Güncellenme:
Yoklukla savaş
Meclis; 23 Nisan 1920’de, Ankara’da bu şartlar içinde ilk toplantısını yaptı. Meclis binası olarak Ulus’ta, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kulüp binası olarak inşa edilen bina tercih edilmişti. Ancak binanın inşaatı tamamlanmamıştı. Ankara halkının çabaları ile eksik bina tamamlanarak; Kurtuluş Savaşı’nı yönetecek ilk Meclis’in toplantılarının yapılabileceği bir mekân oluşturuldu. Milletvekillerinin oturacağı sıralar, okullardan alındı. Evlerden, dükkânlardan teneke sobalar getirilerek kuruldu. Mobilya devlete ait yerlerden, gaz lambaları kahvehanelerden sağlandı. Ankara halkı evinden halılarını verdi. Halk evinin çatısından kiremit söktü, Meclis’in çatısı ancak öyle tamamlanabildi. İlk zabıtlar, bakkal defterlerine tutuldu. Meclis, ilk toplantısını 127 millettekilinin katılımı ile yaptı.
Milli Mücadele’ye destek olmak için subaylar ve aydınlar gizliden Ankara’ya geçerken İstanbul’daki Divan-ı Harp, Mustafa Kemal Paşa’nın idamı kararını alacaktı.
Yunan Büyük Taarruzu, 23 Ağustos 1921’de başlatıldı. Sakarya’nın gerisinde tertiplenen Türk ordusu, üstün düşman güçlerine karşı efsanevi bir direniş gösterdi. Sakarya Savaşı ile Yunan Büyük Taarruzu geri püskürtüldü. Yunan kolorduları, Afyon - Eskişehir çizgisinde savunma hattı oluşturdu. Sakarya Savaşı’nın ardından Mustafa Kemal’e Mareşallik rütbesiyle Gazilik unvanı Meclis tarafından verildi. Meclis’te özgüven yerine gelmiş ve taarruz için sesler yükseliyordu. Ancak Mustafa Kemal, gerçekçi ve sabırlıydı. Yaklaşık bir yıl süreyle orduyu güçlendirmek için çalıştı. Sovyetlerden silah yardımı sağlandı. İstanbul’daki gizli örgütlerin kahramanları tarafından kaçırılan silah ve mühimmat, denizyoluyla İnebolu’ya oradan da Ankara’ya getirildi. Kurtuluşun ordusu, 186 bin kişilik bir kuvvete çıkarıldı. Yunan kuvvetleri 220 bin civarındaydı ve motorize güç bakımından üstündü. Mustafa Kemal, 17 Ağustos 1922’de Ankara’dan gizlice ayrıldı. Hayır duasını aldığı annesine bile cepheye gittiğini söylemeyecekti. Başkomutanın Ankara’dan ayrıldığı anlaşılmasın diye Anadolu Ajansı’nda 21 Ağustos 1922’de Çankaya’da bir çay daveti vereceği haberi yapıldı. Önce Konya’ya buradan da Akşehir’e geçti. Son hazırlıkları yaptıktan sonra Şuhut üzerinden gece yarısı Kocatepe’ye geldi. 26 Ağustos 1922’de sabahın erken saatlerinde Kocatepe’de Mustafa Kemal’in yanında Hoca Paşa dediği Fevzi Paşa ile İsmet Paşa vardı. Kocatepe’nin tam karşısında Yunan ordusunun merkez kuvvetleri bulunuyordu. Yunan ordusuna merkezinden güçlü bir saldırı ile yarma harekâtı yapılacaktı. Yani kuvvetin merkezine yıldırım baskın. Saat sabahın 04.30’unu gösterdiğinde Afyon ovası, Türk topçusunun seri atışlarıyla sarsıldı. Savaş 4 gün boyunca çok çetin geçti. 30 Ağustos’ta Başkomutan Meydan Muharebesi kazanıldı. İzmir’e kadar kovalanan Yunan ordusu imha edildi. Kurtulanlar da, deniz yoluyla Anadolu’yu terk etmek zorunda kaldı.
‘Zaferin mayası sendedir’
Başkumandan Mustafa Kemal, Sakarya Zaferi’nin ardından 20 Eylül 1921’de “Neferlere” başlığı altındaki kutlama telgrafıyla askere şöyle seslendi: “Kurtuluş için yaptığımız bu savaştan çok daha evvel sizi başka muharebe meydanlarında da tanımış idim. Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rastgelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiç bir korkunun yıldıramadığı demir gibi pak kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bildim. Sizin gibi kumandanları, zabitleri, neferleri olan millete yad elleri altında köle olmak mümkün değildir. Bu defa TBMM’nin hakkımda yeni bir rütbe ve Gazi unvanıyla tecelli eden iltifat ve teveccühü, doğrudan doğruya size racidir. Milletin verdiği bu rütbe ile yükselen ordu, en şerefli ve en ulu bir gaza ile mümtaz olan gene ordudur. Sizin kahramanlığınızla, sizin gösterdiğiniz nihayetsiz fedakârlıklar pahasına kazanılan büyük muzafferiyetin millet tarafından takdirine delalet eden bu unvanı ve rütbeyi ancak size izafe ederek, bütün askerlik hayatımın en büyük sermaye-i iftiharı olarak taşıyacağım. Cenabı Hak giriştiğimiz kurtuluş mücadelesinde şerefli silah arkadaşlarıma kendilerini temyiz eden asaletin, civanmertliğin, kahramanlığın hakkı olan kesin kurtuluşu nasip etsin.”
ANAM BİZE DUA ET!
Nezihe Araz’ın Dünya Yayıncılık tarafından yayınlanan “Mustafa Kemal’le 1000 Gün” Kitabı’nda, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’la ilgili şu ifadeler yer alır: “Mustafa Kemal’in emir eri Ali Çavuş içeri girdi:
- Beni emretmişsin anne?
- Uğlum nerde Ali? Mustafam nereye gider?
Ali başını önüne eğmişti:
- Adi! A be ben bilmezmiyim nereye gitmiştir uğlum. Anayım ben! Cepheye gitti. Yüreğim öyle der. Ama o istemez hiç kimse bilsin nereye gittiğini. İşte yazdığım bir mektup bunun için Musafama.
Ali şaşkın şaşkın:
- Yazdın mı, diye sorarken, Zübeyde Hanım gözlüğünü düzeltti ve yazdıklarını okumaya başladı:
- Mustafam bilirim gelmeyeceksin. Çay davetine gidiyorum dedin. Ama molla annen nereye gittiğini bilir. Sen cepheye gidersin. Benim yüreğim bunu bilir. Senin için dua ediyorum bilesin. Bil! Ve de Mustafam, zaferi ele almadan dönme. Ben, seni beklemeyi bilirim. Ali al bu mektubu yetiştir una. Neredeyse bul. Bul uni anladın mı? (...)
Mustafa Kemal kalpağı elinde Ali Çavuş’un ona ulaştırabildiği anasının mektubunu bir kez daha okuyup cebine yerleştirdi, sonra kalpağını başına giydi. İki elini yanındaki genç yaveri Salih’in omuzlarına koyarak:
- Ne oldu dedi sus pus oldunuz? Merak etmeyin çocuklar, cebimde anamın hayır duası var. Artık size sırrımı açabilirim. Şimdi buradan doğru cepheye gidiyoruz. Taarruzu başlatacağız! Önce Tuz Gölü üzerinden Konya’ya, oradan da doğru cepheye! Konya’da yapılacak önemli bir işimiz var. Ayın yirmisinde de yine Akşehir’de olmamız lazım. Kocatepe’de gün doğuyor. Sonsuz bir sessizlik ve bekleyiş. Mustafa Kemal, bir taşın üstünde oturuyor. Arkasında ayakta Kolordu Kumandanı Bekir Sami, Fevzi ve İsmet Paşalar. Mustafa Kemal konuşmuyor düşünüyor. Birden gökleri yaran, sessizliği paramparça eden topçu barajı ateşi başladı. Sanki yer yerinden oynuyor. Kocatepe ara sıra ışığa boğuluyor bir amfitiyatro gibi görünüyordu. Mustafa Kemal, ayağa kalktı. Dediklerini hiç kimse işitmiyormuş gibi seslendi:
- Rabbim! Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa gök kubbe başıma yıkılsın, daha iyi. Anam! Bize dua et!”
Ege cephesi
Yunan İşgaline karşı halk ve Kuvâ-yi Milliye güçleri; Ayvalık, Bergama - Soma, Akhisar, Salihli, Aydın - Nazilli cephelerinde mücadele verdi.
Doğu cephesi
Batı cephesindeki savaşların yanı sıra Milli Mücadele Anadolu’nun bütününde verildi. 19 Mayıs’tan itibaren girişilen örgütlenme ile Karadeniz’de Pontus Devleti girişimleri Topal Osman gibi çete liderleri tarafından bastırıldı. 1920 yılında Ermenilerin Oltu’yu işgal etmeleri ve Gürcülerin de 25 Temmuz’da Artvin’i almaları üzerine Kazım Karabekir komutasındaki kolordu birlikleri 28 Eylül 1920’de taarruza geçti. 29 Eylül 1920’de Sarıkamış, 30 Ekim’de Kars, 7 Kasım’da da Gümrü Türk Birlikleri tarafından alındı. 18 Kasım 1920’de yapılan mütarekenin ardından 2-3 Aralık gecesi Gümrü Barış Anlaşması imzalandı. Milli Hükümetin imzaladığı bu ilk anlaşma ile Misak-ı Milli’nin doğu sınırları önemli ölçüde belli oldu.
Güney Cephesi
Fransızların Adana, Urfa, Maraş ve Antep’i işgal etmeleri karşısında yerel halk direnişe geçti. Fransızların Ermeniler ile işbirliği yaparak sömürge yönetimi oluşturmaya çalışması üzerine bu illerde milli kuvvetler kurulup teşkilatlandırıldı.Güneyde; Çukurova, Antep, Maraş ve Urfa cephelerinde halk işgalcilere karşı bir destan yarattı.