GündemEn karanlık günlerde demokratik bir refleks

En karanlık günlerde demokratik bir refleks

23.04.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:

Mehmet Ö. Alkan, işgale karşı bir meclis kurulmasını “Türkiye için adeta tarihin sonunun geldiği bir dönemde bir liderin, bir kişinin peşinden gitmek yerine, seçime dayalı bir meclis açmak adeta bir refleks olarak içselleştirilmiş” sözleriyle değerlendiriyor. Alkan, “ortak aklın” Ankara’da toplanan Meclis’te ortaya çıktığını belirterek “Temsil kabiliyetini haiz, toplumun değişik kesimlerinden temsilcilerin olduğu bir mecliste her türlü fikir dile getiriliyor. Böylece Millî Mücadele için büyük çoğunluğun benimseyeceği kararlar alınabiliyor” diyor

En karanlık günlerde demokratik bir refleks

GÖRKEM EVCİ Haber Merkezi - Kuruluşunun 101. yıl dönümünde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanma sürecini ve işgale karşı mücadelede Meclis’in rolünü İstanbul Üniversitesi Siyasi Tarih Ana Bilim Dalı Başkanı ve Tarih Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan ile konuştuk. Alkan, işgal sırasında bir liderin peşinden gitmek yerine bir meclis kurulmasının hem askerî, hem de siyasî mücadeledeki önemine vurgu yapıyor.

Haberin Devamı

Cumhuriyet’ten ve Büyük Millet Meclisi’nden (BMM) önce, bir meşrutiyet tecrübesi var Osmanlı’da. Nasıl bir Meclis tecrübesi vardı o günlerde, bu tecrübe BMM’ye nasıl yansıdı?

Öncelikle belirtmem gerekir ki modern Türkiye’nin kurucusu Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Türkiye’nin güçlü bir meclis geleneği vardır. 23 Nisan 1920’de Ankara’da BMM açıldığı zaman, daha öncesinde altı genel seçim yaşandığını ve altı kez milli meclis açıldığını, defalarca yaşanmış yerel seçim ve yerel meclis tecrübesi olduğunu hatırlamak gerekiyor. İlk yerel seçimler 1830’ların sonunda yapıldı, ilk genel seçim ise TBMM’nin kurulmasından yaklaşık 50 yıl önce, 1877’te yapılarak ilk parlamento açıldı. Maalesef 1878’de II. Abdülhamid parlamentoyu kapattı ve anayasayı askıya aldı ve 30 yıllık İstibdat Dönemi başladı. Bu baskıcı rejimden kurtuluşun anısına 23 Temmuz 1908’de anayasanın ikinci kez yürürlüğe girmesine “Hürriyetin İlânı” adı verildi. 1908 sonbaharında Türkiye tarihinin ilk çok partili seçimleri yapıldı. Ankara’da TBMM’nin açılmasından yaklaşık 6 ay önce 1919 yılında da altıncı genel seçimler yapıldı ve son TBMM’nin açılmasından 4 ay önce İstanbul’da Osmanlı parlamentosu açıldı. Hatta Mustafa Kemal Paşa son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na Erzurum milletvekili olarak seçildi. Bir başka deyişle 23 Nisan’da BMM açıldığında arkasında müthiş bir siyasal birikim vardı. Seçime, temsile, meclise önem
ve öncelik veren bir siyasal kültür, bir ön demokrasi birikimi vardı.

Haberin Devamı

En karanlık günlerde demokratik bir refleks

‘2. Meşrutiyet’ mesajı

TBMM’nin açılmasına giden süreçte bu demokrasi birikimi nasıl işledi?

Ankara’da BMM açılmadan önceki yaklaşık bir yıllık sürece baktığımızda da bizi şaşırtan tercihlerin olduğunu görüyoruz. Erzurum Kongresi’nin toplanması için belirlenen tarih, II. Meşrutiyet’in sene-i devriyesi olan Rumî takvim ile 10 Temmuz ama ertelenmek zorunda kalınca bu kez miladî takvimle onun tam karşılığı olan 23 Temmuz 1919. Yani bu süreçteki ilk kongrenin toplanması bile II. Meşrutiyet’in ilan edildiği güne denk düşürülüyor. Seçilen toplantı tarihinin bizatihi kendisi bile siyasi bir mesaj.

Haberin Devamı

En karanlık günlerde demokratik bir refleks

Siyasî liderlik

Mustafa Kemal Paşa askerlikten istifa etmiş durumda. Kongreye 60’ın üzerinde delege katılıyor. Hemen bir siyasal örgüt kuruyorlar, Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını veriyorlar. Amaç, işgal edilmekte olan ülkede, ihlal edilen hukuku dile getirip hakları müdafaa etmek. Bu cemiyet için 9 kişilik bir Heyet-i Temsiliye oluşturulacak ve reisi olarak Mustafa Kemal Paşa seçilecek ve askerî üniformasını çıkarmış siyasi bir lider olarak temayüz edecektir.

Öncelik parlamentoda

Ardından 4-11 Eylül tarihlerinde Sivas’ta gerçekleşen kongrede bütün müdafaa-i hukuk örgütleri Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla tek çatı altında toplanıyor. Kongre sonrasında ilk ve öncelikli mücadele olarak padişaha ile hükümete seçim yapılması ve parlamento
açılması için baskı yapılıyor.

Bu dönemde Türkiye nasıl koşullar içindeydi?

Düşünsenize 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanmış. I. Dünya Savaşı’nda yenilmişsiniz. Mütareke ile Osmanlı orduları terhis edilmiş ve bütün silahları da teslim edilmiş. Üstelik İtilaf Devletleri güvenlik açısından tehlikeli gördükleri herhangi bir yeri işgal etme hakkına sahip. Fiili işgal de hemen başlayacak. Ekonomik, toplumsal, siyasal ve sağlık açısından tam anlamıyla tahammülü zor bir ortam var. İşte adeta tarihin sonunun geldiği, her şeyin bittiği, Türkiye tarihinin en dibe vurduğu bu dönemde ne yapıldığına bakıldığında şaşırıyorsunuz.

Haberin Devamı

Ne yapılıyor?

Daha savaşın kaybedildiği, ülkenin battığı düşünüldüğü andan itibaren kendiliğinden demokratik refleksler ortaya çıkıyor. Örneğin gazete ve dergiler yayınlanmaya, fikirler ifade edilmeye başlıyor. Dernek, cemiyet, kulüp kuruluyor ve örgütlü mücadeleye girişiyorlar. Mitingler düzenleniyor. TBMM açılana kadar farklı farklı illerde ve bölgelerde 35’e yakın kongre toplanıyor. Ankara ve TBMM, bir bakıma bu dağınık direniş ve kongre hareketlerinin bir amaca yönelmesine öncülük ediyor.

Lider değil meclis

Türkiye için adeta tarihin sonunun geldiği, yaşanabilecek en zor günlerin hüküm sürdüğü bir dönemde ve bir aşamada bir liderin, bir kişinin peşinden gitmek yerine, seçime dayalı ve temsil kabiliyeti olan bir meclis açmak adeta bir refleks olarak içselleştirilmiş. Adeta mündemiç bir siyasal kültür haline gelmiş. Çünkü seçime dayalı, temsil kabiliyetini haiz, toplumun değişik kesimlerinden temsilcilerin olduğu
bir mecliste her türlü fikir dile getiriliyor. Tek adam, reis, lider, başkan gibi sıfatlarla kimsenin peşinden koşulmuyor, koşulması da istenmiyor. Bizzat Mustafa Kemal Paşa’nın kendisi bile Cumhuriyet’in ilanına kadar bunu benimsemiş durumda. Zira aklı selime, ortak akla önem veriliyor. Ortak akıl da Meclis’te ortaya çıkıyor. Meclis’te her türlü fikir, “vatan sever misin, vatan haini misin?”, “bölücü müsün, mürteci misin?”, “Müslüman mısın, dinsiz misin?”, “Türk müsün, değil misin?” suçlamasına maruz kalmadan özgürce dile getiriliyor. Fikirler tartışılıyor. Böylece Millî Mücadele için en uygun, en elverişli, herkesin içine sinecek ve büyük çoğunluğun benimseyeceği kararlar alınabiliyor. 

Haberin Devamı

 Askeri, siyasi ve diplomatik mücadele

Savaş sırasında bir Meclis kurma fikri aslında oldukça ilginç ve olgun bir fikir. Ordu, doğrudan askerler tarafından da yönetilebilirdi belki. Bu ihtiyaç nereden geliyor?

Aslında bu soru çok çok anlamlı bir soru. Zira ihmal edilen, unutulan bir gerçek var. Modern Türkiye’nin kurucusu Meclis’tir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir ve başkanı da Mustafa Kemal Paşa’dır. Biliyorsunuz 1920-1923 arasında Birinci Meclis kuvvetler birliği sistemi. Yasama, yürütme ve yargı mecliste toplanmış durumda. Hem İstanbul’daki saltanat ve hilafet iktidar ve hükümetine karşı olan siyasal mücadeleyi, hem işgal ordularına karşı askeri mücadeleyi hem de zafer kazandıkça yürütülen diplomasiyi ve diplomatik mücadeleyi TBMM üstlenmiş durumda.

Dünya tarihinde ender bir durum: Meclis iki farklı seçimle oluştu

Meclis nasıl bir süreç sonunda toplandı? Kimler var bu Meclis’te?

16 Mart 1920’de İstanbul’un işgalinin ardından 19 Mart’ta Mustafa Kemal Paşa “Heyet-i Temsiliye” nâmına bir bildiri yayınladı. İstanbul’un işgal edilmesiyle, meclisin Anadolu’nun emin bir yerinde toplanması gerektiğini belirtiyordu. Ankara’da toplanması kararlaştırılan bu meclis, “salâhiyet-i fevkalâdeye mâlik” yani “olağanüstü yetkilere sahip” bir meclis olacaktı. TBMM dünya tarihinde ender görülen bir şekilde iki farklı seçimle oluştu. Bir yandan son Osmanlı Meclisi’nin mebusları davet edildi. Diğer yandan olanak olan yerlerde her ilden 5 temsilci gönderilecek şekilde seçim yapılması istendi. Böylece 350’ye yakın mebus seçildi. İstanbul’dan gelen yaklaşık 90 mebus eklenince 440 gibi bir sayıya ulaşıldı. Meclis başkanlığına Mustafa Kemal Paşa seçilmişti. Meclis’te muhafazakarından liberaline, solcusuna, siyasal İslamcısına, meşrutiyetçisine geniş bir siyasal yelpaze var. Her türlü fikir cesaretle dile getiriliyor. Yarısından fazlası 40 yaşın altında. TBMM üyeleri memur, serbest meslek erbabı, asker, ilmiye mensubu, aşiret reisi gibi değişik kökenlerden gelmekteydiler.

En karanlık günlerde demokratik bir refleks

‘Eşitler arasında birinci’den liderliğe

Mustafa Kemal’in bir lider olarak öne çıkması nasıl oluyor bu süreçte? Mustafa Kemal Paşa ismi üzerinde çok farklı kesimlerden oluşan bu Meclis nasıl ittifak ediyor?

Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale’de kahramanlığını kanıtlamış bir asker. Aslında Mondros Mütarekesi sonrasında, Anadolu’ya geçişine kadar yaklaşık 6 aylık süreçte İstanbul’da arkadaşlarıyla birlikte bir mücadele planı üzerine çalıştıkları açık. Hepsi Harbiye’den dönem veya sınıf arkadaşı. Adeta yurt dışına bir suçlu gibi saklanarak kaçmış İttihat ve Terakki’nin

A Takımı yerine geçen B Takımı ama kısa sürede A Takımı olduğu gibi İttihatçı kimliklerinden de sıyrılmaya çalışıyorlar.
Mustafa Kemal Paşa, bu süreçte öncelikle meşru bir mücadele arayışında. Resmi görev edinip Anadolu’ya geçiyor. Askerlikten istifa edip Erzurum ve Sivas kongrelerinin toplanmasına katkıda buluyor. Üstelik, az hatırlanır, son Osmanlı Meclisi’ne Erzurum Milletvekili olarak seçiliyor. Sonra Ankara’da TBMM açılıyor. Bütün kurtuluş mücadelesini TBMM yönetiyor. TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz’la hem bir siyasi lider hem de askeri bir komutan olarak kendini kanıtlıyor. İşte bu süreç Latince “eşitler arasında birinci” anlamına gelen “primus inter pares” durumundan liderliğe doğru geçtiği aşama. 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla hilafet makamının bırakıldığı aşamada, siyasal olarak sultanın olmadığı yerde TBMM reisi, devlet reisi gibi oluyor.