10.12.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
BURCU KARAKAŞ / ANKARRA
Milliyet Ankara Haber Müdürü gazeteci Gökçer Tahincioğlu, mağdur yakınlarının anlatımları ve dosyalardan yola çıkarak kaleme aldığı 12 insan hikâyesini, ‘Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri’ adıyla kitaplaştırdı.
1970’lerden Kadir Manga’nın hikâyesiyle başlayan kitap, Gezi Parkı eylemleri sırasında polis kurşunuyla can veren Ethem Sarısülük ile sona eriyor. Kitapta yer alan olayların ortak noktası ise faillerinin cezalandırılmaması.
‘Siyasi ceset’
Tahincioğlu ile kitapta yer alan 3 hikâye üzerinden devletin cezasızlık politikalarını konuştuk:
“Cenazeyi İstanbul dışına çıkartacağımızı beyan ettik. Bunun üzerine, ‘Bu durumda size cenazeyi veremeyiz’ dediler, nedenini sorduğumuzda, ‘Bu ceset siyasi bir cesettir, defin esnasında sosyal içerikli sloganlar atarsınız’ dediler. Babam ve biz iyice çıldırdık. ‘Hem oğlumuzu öldürdünüz, hem de vermiyorsunuz. Burası Türkiye ve bizler Türk vatandaşı değil miyiz, ben oğlumu alacağım’ dedi babam.”
Tahincioğlu’nun, adını, 1990’larda yaşanan yargısız infazların sembolü ‘Beyaz Toros’tan alan kitabı, 1981’de yaşamını yitiren Hakan Mermeroluk’un kardeşinin bu anlatımındaki gibi, devlet tarafından damgalandığı haliyle 12 ‘siyasi cesedin’ öyküsünü anlatıyor.
Yer, Alemdağ Askeri Cezaevi. Yıl, 1981. Cezaevi idaresi, koğuşlara, artık mahkumların kanıksadığı ‘operasyon’larından birini düzenlemektedir. Bu kez idarenin elinde yeni tip gaz bombaları vardır. Yalnız, bir tür ‘denek’ olarak kullanılan mahkumlar, bu kez alışılmadık bir durumla karşılaşırlar:
“Gaz bombaları koğuşa atıldığında mahkumlar kapıların açılacağını düşünüyordu. Ancak öyle olmadı. Kapılar açılmazken, gazdan etkilenen kapı önündeki askerler de kaçmak zorunda kaldı. Camlar bile açılamaz haldeydi. Bazı mahkumlar yarı balgın halde slogan atmayı sürdürüyordu. İçeridekilerin tamamının ölmek üzere olduklarını anlayan binbaşı, hatasını fark ettiğinde çok geçti.”
Gizli kalmış hikâyeler
Hakan Mermeroluk, o koğuşta bulunan mahkumlardan biriydi. Ailesine o günlerde, oğullarından 15 gündür haber olmadığını ifade eden meçhul bir telefon geldi. Babası, cezaevi idaresini arayıp oğlunu sorunca, “Sorduğunuz tutuklu Gülhane’deki Adli Tıp morgundadır” cevabını aldı.
Mermeroluk ve koğuş arkadaşlarının hikâyesi, tanıklarının azlığı nedeniyle de gizli kalmış hikâyelerden biri. Tahincioğlu, o gün Alemdağ’da yaşananların ‘Hayata Dönüş’ katliamının provası olduğu görüşünde.
14 yaşındaydı
Yer, Diyarbakır. Yıl, 2006. Mahsum Mızrak, gaz bombası fişeğiyle vurularak öldüğünde 14 yaşındaydı. Mahsum’un beyninden çıkarılan 45x75 mm’lik gaz bombası fişeğinde, seri numarası bulunuyordu. Tüfeği kullananı bulmak için kısa bir inceleme yeterliydi. Ancak emniyet seri numarasını değil, yüzlerce fişekte bulunan parti numarasını esas alarak yanıt verdi ve fişeğin çıktığı silahın bulunamayacağını iddia etti.
Jandarma kriminalinin, “Biz bu olayı çözeriz” dediği noktada, olmayacak bir şey oldu: Adli emanette bulunan deliller çalındı ve yerine o delillerle uzaktan yakından alakası olmayan başka kanıtlar konuldu. Mahsum’un başından çıkartılan gaz bombasının üzerinde numarası bile gözüken parçası adli emanette bir başka silahın mermisiyle değiştirilmişti. Tahincioğlu’nun deyişiyle, devlet Mızrak olayında, polisini korumak için hırsızlık bile yapılabileceğini göstermişti: “Mahsum Mızrak olayı bir başka memlekette olsa, kabine değiştirebilecek bir olaydır. Buna rağmen, kimsenin üstünde durmadığı bir olaydır. Tek başına o olaydan bütün bir yargılama mekanizmasını çözmek mümkün ama pek çok şey gibi bu da olağan sayılıyor artık.”
‘Ateşi yakın, su dökmeyin!’
Yer, Diyarbakır Askeri Cezaevi. Yıl, 1982. Ferhat Kurtay, ‘Dörtlerin Gecesi’ olarak bilinen olayda, bedenini ateşe veren 4 mahkumdan biriydi. İnsanı insanlığından utandıran sayısız işkenceye maruz kalan Kurtay, kendini yaktığında, koğuşta arkadaşlarına bağırıyordu: “Ateşi yakın, söndürmeyin. Su dökmeyin. Bizler bilinçli şekilde kendimizi yaktık. Bu bir siyasi eylemdir.”
Süheyla Kurtay, kitaptaki anlatımıyla, eşiyle 1977’de evlenmişti.
Süheyla Kurtay da eşine, cezaevi günlerinde, “Sana ne olacak, milleti idam ediyorlar” dediğinde, “Burada her birimizi her gün binlerce defa idam ediyorlar” yanıtını almıştı. Tahincioğlu’nu en çok etkileyen isimlerden biriydi Süheyla Kurtay:
“Bütün bir yaşamını eşinin anne ve babasına bakmaya eşinin idealleri doğrultusunda yaşamaya adamış bir kadındı. Kitabın çıkmasını bekliyordu ama genç yaşta kanserden öldüğünü öğrendim. Yaşadığı acılardan sonra, kendi halinde bir yaşamı varken tamamen politik hatta giren bir hayattı Süheyla Kurtay’ınki. Olayları yaşayanları dinlemekse en zoruydu.”
‘Anlatmaktan daha iyi bir yol yok’
Tahincioğlu, cezasızlığı ve kitabın yazılış sürecini ve amacını ise şöyle aktarıyor:
“Devletin, ‘Bakın bu terörist’ diye kodlamasından sonra terörist diye işaretlediği kişinin başına bir şey geldiğinde bütün bir toplum ‘O da bunu yapmasaydı’ gibi bir refleksle hareket etmeye başlıyor. O kişiye yapılanlar görünmez hale getiriliyor. Onu görünür hale getirenler de o kişi bir ‘suç işlemişse’ onun suç ortağı olarak mimleniyor. Çalışmayı ortaya çıkaran iki temel amaç kitabın bu niteliğini belirledi. Cezasızlığın bir sır ya da kanıtlanması gereken bir olgu olmadığı, Türkiye’de bunun sistemli biçimde uygulandığı ve cezasızlığın sadece tespiti değil, çözülmesi için de katkı sunmak. Bu yüzden cezasızlık kitapta ‘homo sacer’ kavramıyla ilişkilendirildi. Yani kurban bile edilemeyecek kadar kirli, öldürülmesi suç sayılmayacak kadar suçlu insanların devlet babaya isyan etmeleri nedeniyle alternatif bir ‘hukuk’la cezalandırılmaları.
1968 kuşağından Kadir Manga’nın Nurhak’ta katledilmesi, 12 Eylül darbesinden sonra Cemil Kırbayır’ın gözaltında kaybedilmesi, Hakan Mermeroluk’un Alemdağ Cezaevi operasyonunda öldürülmesi, Diyarbakır Cezaevi’nde işkencelerden dolayı kendisini yakan Ferhat Kurtay’ın bu kararı vermek zorunda bırakılması, yine Diyarbakır Cezaevi’nde işkenceye önlemek için bedenini ölüme yatırması, Ramazan Yukarıgöz’ün asılması. Karanlık 90’lı yıllarda kaçırılarak öldürülen Namık Erdoğan’ın, gözaltında kaybedilen Hasan Ocak’ın ve Rıdvan Karakoç’un katillerinin açığa çıkartılmaması. 2000’li yıllarda kafasından gaz fişeğiyle vurularak öldürülen Mahsum Mızrak’ın katillerinin adli emanetten deliller çalınarak saklanması, Roboski’de savaş uçaklarıyla vurulan köylülerin soruşturmasının göz göre göre kaçırılması, Gezi Direnişi’nde başından vurulan Ethem Sarısülük’ü vuran polisin itinayla korunması. Cezasızlığın bir devlet politikası olarak uygulanmasını sonlandırmanın anlatmaktan daha iyi bir yolu gözükmüyor. Bu politikayı deşifre ederek, ısrarcı olarak ve yüzleştirerek dönüştürmek mümkün.”