27.12.2022 - 10:02 | Son Güncellenme:
İHA
Van Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 24.09.2008 ve 28.07.2022 tarihlerinde tescil edilen ancak tarihiyle ilgili net bilgiye ulaşılamayan tarihi mezarlık alanında önemli tarihi bulgulara ulaşıldı.
Tarihi alan, tarihçilerin de dikkatini çekti. İHA’nın gündeme getirmesi sonrası tarihi alanla ilgili çalışma yapan Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Demirtaş ve BEÜ Tarih Bölümü Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Vural Genç, Bitlis ve bölge tarihine ışık tutacak önemli bulgulara ulaştı.
Tarihi mescit ve mezarları yerinde incelemek üzere Gölbaşı beldesine giden Prof. Dr. Mehmet Demirtaş ve Doç. Dr. Vural Genç, mezarlık alanı ve mescit içerisinde geniş bir araştırma yaptı. Araştırma çerçevesinde mescidin ikiye bölünmüş olan kitabesine ulaşmayı başaran Demirtaş ve Genç, mescidin kitabesini çözerek Rojkî Aşiretler Konfederasyonunun en önemli iki kolundan biri olan Kavalisi Aşiretine mensup Abdurrahman Kavalisî’nin oğlu Süleyman Ağa tarafından Hicri 870, Miladi 1465-1466 tarihinde inşa edilen 556 yıllık tarihi mescidi ortaya çıkardı. Üzerinde ‘Bu mübarek mescit Abdurrahman el Kavalisî’nin oğlu Süleyman Ağa tarafından 1465-1466 tarihinde inşa edilmiştir’ şeklinde ifadelerin yer aldığı kitabe, bölge ile ilgili şu ana kadar elde edilen en önemli tarihî veri olarak kayda geçti.
'TARİHİ BİR HAZİNE ORTAYA ÇIKTI'
Tespit edilen mescit kitabesinin bölge ile ilgili şu ana kadar elde edilen en önemli delil olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Mehmet Demirtaş, araştırma neticesinde adeta tarihi bir hazinenin ortaya çıktığını ifade etti. Deşifresi yapılan kitabenin, mescidin kimin tarafından hangi tarihte yapıldığı ile ilgili bir takım bilgiler içerdiğini kaydeden Demirtaş, “Doç. Dr. Vural Genç hocamızla birlikte bugün üzerinde bir çalışma yaparak bu kitabeyi okumuş olduk. Bu bir mescit kitabesidir. Kitabeye göre mescit, Abdurrahman Kavalisî’nin oğlu Süleyman Ağa tarafından inşa edilmiş. Kavalisî, Rojkî Aşiretler Konfederasyonunun en önemli kollarından bir tanesidir.
Kitabede mescidin inşa tarihinin Hicri 870, Miladi 1465-1466 olduğu görülüyor. Abdurrahman Kavalisî Rojkî, Bitlis ve Şerefhanlar tarihinde çok önemli bir figürdür. Bahse konu mescit bulunduğumuz alanda, yani İron yerleşiminde bulunuyor ve gördüğünüz üzere harap haldedir. Bunun yanı sıra mescidin burada inşa edilmiş olması, İron’un herhangi köy yerleşiminden öte 15. yüzyılda önemli merkezî bir vasfa sahip olduğunu göstermektedir. Bu yapı muhtemelen zaviyeden mescide dönüştürülmüştür. Zira içinde türbe ve mezar da yer almaktadır. Tahminen, Abdurrahman Kavalisî vefat ettikten sonra oğlu tarafından kendisine bir türbe yapılarak içine defnedildi ve daha sonra bu mekân, mescit inşa edilerek büyütüldü. Bu kitabe günümüze kadar kalmış çok değerli bir hazinedir. Bunun muhakkak korunması gerekir.
Çünkü korunamadığı zaman buranın tarihiyle ilgili en önemli delil ortadan kalkmış olacak. Bu kitabenin bölgemiz, şehrimiz ve biz tarihçiler açısından çok büyük bir önemi var. Bugün ilk defa bu kitabeyi okumuş ve tarihini tespit etmiş olduk. Kitabe aynı zamanda bu mescidin tarihini de gösteriyor. Burada mescidin 556 yıl önce inşa edildiğini anlamış oluyoruz. Dolayısıyla bu kitabe yapının kimliğidir. Bir bakıma yörenin tarihinin bir kesiti de kitabe sayesinde ortaya çıkmış oluyor. Bu açıdan mescidin restorasyonu kadar kitabesinin korunması da önem arz ediyor. Yetkili kurumların bundan haberdar olmasıyla burayı korumaya alacaklarına inanıyorum. Şunu özellikle ifade etmek istiyorum ki; bu kitabe bu bölge ile ilgili şu ana kadar elde ettiğimiz en önemli tarihî veridir. Çünkü yerleşimin süreklik arz ettiği buradan kolaylıkla anlaşılabilir” dedi.
ROJKÎLER, KAVALİSÎ VE BİLBASÎ
Dönemin Kürt Aşiretleri Konfederasyonu Rojkî ve iki büyük kolu olan Kavalisî ve Bilbasî aşiretleriyle ilgili de bilgi veren Prof. Dr. Demirtaş, “Onlardan kısaca bahsetmek gerekir. Buna göre Rojkî, Mutki bölgesinde kurulan Kürt Aşiretler Konfederasyonunun ismidir. İki tane büyük kolu vardır, biri Bilbasî diğeri ise Kavalisî’dir. 1502’de Şerefhan Bitlis’e geldiğinde Bilbasî kolu onu destekliyor. Kavalisî ise İbrahim’i destekliyor. İbrahim küçük yaşta bir çocuktur, daha sonra Şerefhan 1502’de tahta geçip hâkimiyeti ele geçirdikten sonra Kavalisî’nin de Bilbasî gibi onu desteklediğine şahit oluyoruz. Ta ki 1533’te Şerefhan öldürülünceye kadar.
Şerefhanlar Bitlis’in tarihinde, bölgenin tarihinde çok önemli bir yere sahiptirler ve 600 yılı aşkın bir süre bölgeyi idare etmişlerdir. Dönem dönem kendi içinde kısmen bağımsız, dönem dönem İran’a bağlı olmuşlardır. 1514’te İdris-i Bitlis’inin Çaldıran Savaşı sonrası dönemdeki faaliyetleri ve bu bölgenin Osmanlı Devleti’ne adım adım iltihakı sürecine kadar bu durum devam etmiştir. Sonrası zaten malum, onları Osmanlı Devleti ile birlikte anmak gerekiyor. O süreçten sonra yani 16. yüzyılın başından itibaren bu bölgenin her açıdan bir değişime uğradığı ve Osmanlı etkisinin arttığı, İran etkisinin zayıfladığı görülüyor. Bu süreçte Rojkî kökenli Şerefhanlar çok önemli bir fonksiyon icra ediyorlar. Bitlis o dönemin en önemli şehirleri arasında yer alıyor, merkez görevi görüyor. Şerefhanların başkentidir. Dolayısıyla Osmanlı Devleti için de çok önemlidir” şeklinde konuştu.
'MEZARLIKLARDA, MESCİTLERDE, MEDRESELERDE, KİLİSELERDE DEFİNE YOKTUR'
Define avcılarına da seslenen Demirtaş, şöyle konuştu: “Daha öncesinde defalarca söyledik ama bir kez daha ifade etmekte fayda var. Mezarlıklarda, mescitlerde, medreselerde, kiliselerde define aramanın mantıklı hiçbir tarafı yoktur. Buralarda define olma ihtimali bulunmuyor. Tarihte mezarlıkta, mescitte ya da kilisede define bulan bir kişi örneği mevcut değildir. Böyle bir şey yok”.
'BELDE SAKİNLERİ SEVİNÇLE KARŞILADI'
Beldede uzun yıllardır yapılan tahribatlarla gündeme gelen tarihi mescidin bu kez önemli tarihiyle gündeme gelmesi belde sakinlerini de heyecanlandırdı. Belde sakinlerinden Dr. Mahir Okay, yıllarca tahrip edilen tarihi mescidin yapılan araştırma ile gerçek tarihinin keşfedilmesinin belde ve bölge için önemine vurgu yaparak, katkılarından dolayı Prof. Dr. Mehmet Demirtaş ve Doç. Dr. Vural Genç’e teşekkürlerini iletti.