GündemBatı'nın tahtı sallanıyor

Batı'nın tahtı sallanıyor

13.09.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bugün Batı'yı terör ve radikal İslam'ın yükselişi yanında Çin ve Hindistan gibi 'silkinen devlerin' dünya ekonomisinde belirleyici rol oynayan aktörler haline gelmekte olması da ürkütüyor. Çünkü eninde sonunda Batı'nın küresel hâkimiyetine set çekecek bir güç kayması yaşanıyor ve yaratılan ekonomik zenginliğin büyük bölümü artık Batı'da değil Batı dışında yaratılıyor

Batının tahtı sallanıyor

Dünyanın ezberi 11 Eylül'de bozuldu BAŞLARKEN... Şimdi bir de son beş yılda yaşananları hatırlayalım: Amerika bundan tam beş yıl önce, 11 Eylül 2001 günü tarihinin belki de en büyük şokunu yaşadı, ABD'nin gücünü simgeleyen New York'taki İkiz Kuleler yerle bir oldu.Şoktaki Amerika bu saldırıya karşı en ilkel tepkiyi gösterdi, kendisine saldıranların kaynağını kurutmak için "teröre karşı savaş" ilan etti. 11 Eylül saldırısını bahane ederek önce Afganistan'a, sonra Irak'a saldıran ABD'nin hedefi, üstün askeri gücüyle bütün potansiyel düşmanlarını sindirmek ve küresel hâkimiyetini ilan etmekti.Ancak ABD, küresel düzenin tek hâkimi olduğunu kanıtlamak amacıyla atıldığı maceranın daha ikinci durağında, Irak'ta tam bir çıkmaza saplandı.ABD, demokrasi ve özgürlük getirmek vaadiyle geldiği Ortadoğu'yu büyük bir kargaşanın eşiğine getirdi ve düşman saydığı İran'ın güçlenmesine yol açtı.ABD dünyada en sevilmeyen ülke haline geldi.ABD'nin gücünün küresel düzene hükmetmeye yetmediği anlaşıldı. Bu tam bir fiyasko tablosu ama dünyada ve Türkiye'de birçok kimse, 'muktedir Amerika' efsanesine inanmaya devam ediyor. ABD'nin, 11 Eylül saldırısı dahil, dünyada olup biten her şeyi planladığını ve kontrol ettiğini iddia eden komplo teorisi bezirgânları da hâlâ ilgi görüyor.Son beş yılda yaşananlar, ABD'nin küresel düzeni sağlayamayacağını göstermenin ötesinde, Batı'nın kendi değerlerini savunmada acze düştüğünü de gösterdi. Ebu Gıreyb ve Guantanamo'dan dünyaya yayılan işkence görüntüleri, ABD'yi "en çok nefret edilen ülke" haline getirmekle kalmadı, Batı'nın itibarını da sarstı. ABD'den farklı olarak, Batı'nın uygar yüzünü, "yumuşak gücü"nü temsil etme iddiasındaki Avrupa Birliği'nin de, kendi ekonomik sorunlarıyla ve iç çelişkileriyle boğuşurken küresel oyunda etkili olamadığı görüldü. Öte yandan ABD'nin ve Batı'nın ekonomik alandaki tartışılmaz üstünlüğüne de gölge düştü. Çin ve Hindistan gibi ülkelerin ekonomideki atılımı göz kamaştırırken hızla tırmanan petrol fiyatları Rusya ve İran gibi petrol ihracatçısı ülkelerin önemini artırdı. Küreselleşmeden en fazla kimin yararlandığı da tartışmaya değer bir konu haline geldi.Son beş yılda yaşananlar, küresel ekonomideki güç dengelerinin de temelinden sarsılmakta olduğunu gösterdi.Uzun lafın kısası, eski ezberleri bozan yeni bir dünya oluşuyor. Bu dünyayı anlayabilmek için bizim de eski ezberlere takılmaktan kurtulmamız gerekiyor. Zihinlere yerleştirilmiş bir ezber var: ABD her şeye muktedir, karşı konulmaz bir güç. Dünyayı dilediği gibi yönetiyor. Dilediği anda dilediği ülkeye saldırıyor. ABD'nin gözden çıkardığı ya da karşısına aldığı hiçbir lider ayakta kalamıyor. Küreselleşme sürecine ve dünya ekonomisine de ABD yön veriyor, kimse onun çizdiği senaryonun dışına çıkamıyor. Dünyaya dikkatle bakarsanız döndüğünü fark edeceksiniz. Yaşanmakta olan büyük değişim ve dönüşümün, dünyayı farklı bir yer haline getirmekte olduğunu hissedeceksiniz. Batı'nın 200 yıllık küresel hegemonyasının sarsılmakta olduğunu göreceksiniz.Batı'nın kendi tetiklediği küresel dönüşüm sürecinde, dünya ekonomisinin ağırlık merkezi Batı'dan Doğu'ya doğru kaymakta. Bugün Batı'yı ürküten şey yalnızca terör tehdidinin artması, radikal İslam'ın yükselişi, Venezüela'da Hugo Chavez, İran'da Ahmedinecad gibi liderlerin Amerika'ya meydan okuması, petrol zengini Rusya'da Putin'in diklenmeye başlaması değil. Çin ve Hindistan gibi "silkinen devlerin" dünya ekonomisinde belirleyici rol oynayan aktörler haline gelmekte olması da ürkütüyor Batı'yı. Ürkütüyor çünkü eninde sonunda Batı'nın küresel hâkimiyetine set çekecek bir değişim, bir güç kayması olayı yaşanıyor dünyada. Küreselleşmenin tetiklediği gelişmeler sonucunda bugün gelinen noktada, dünyada yaratılan ekonomik zenginliğin, katma değerin daha büyük bölümü artık Batı'da değil Batı dışında yaratılıyor. Olay, ekonomideki güç kaymasından ibaret de değil. Türkiye 2023 kitabının yazarı Mehmet Öğütçü'nün de değindiği gibi, Çin ve Hindistan gibi ülkeler, "kendi değer sistemlerini artan bir özgüvenle birlikte, daha belirgin şekilde öne çıkartıyor. Adam Smith'in 'görünmez eli' artık Konfüçyüs'le, Taoizm ve Budizmle el sıkışmak zorunda." (Dünya gazetesi, 2 Haziran 2006). Evet, bu sürecin henüz başındayız ama Batı şimdiden, ekonomiden kültüre her alanda tek başına söz sahibi olma ve dünyayı yönlendirme ayrıcalığını kaybetmek üzere olduğunu hissetmeye başladı. Bu nedenle tedirgin, hatta hırçın olabiliyor. ABD'nin şuursuz saldırganlığı, kendi değerlerini tehdit altında gören Avrupa'nın yabancıları dışlama eğilimi, hep bu ruh halinin yansımaları. Danimarka'da patlayan "karikatür krizi"ni de bu ruh halinin bir yansıması olarak görmek mümkün belki de. Ayrıcalığı kaybediyor Batı bu süreci yaşarken çok zorlanacak. Üstün olmaya, küresel ölçüleri belirlemeye, bütün önemli kararları vermeye ve gereğinde zor kullanarak herkese kabul ettirmeye alışmış olan Batı, şimdi bu ayrıcalığını kaybetmeye başladığını hissediyor. Batı'nın kendine tabi saydığı, düne kadar Batı ile boy ölçüşmesi söz konusu bile olamayan ülkelerde insanların şimdi bir yandan Batı'nın kimi değerlerini sorgulamaya, diğer yandan Batı'yı kendi oyununda yenmeye kalkışması kolay sindirilecek gelişmeler değil Batılılar için. Batılı olmadıkları halde, 19. yüzyıldan beri Batı'nın yönlendirdiği bir dünyada yaşamış olan insanlar ise 150 - 200 yıllık bir ezilmişliğin verdiği uyuşukluğu üzerlerinden atıp cesaretle yeni ufuklara yöneliyor şimdi. Batı'yı kendi oyununda yenebileceğini, ekonomiden kültüre ve sanata kadar her alanda söz sahibi olabileceğini göstermek istiyor. Küresel düzenle bütünleşme ve Batı ile yarışma kulvarına giremeyen İslam dünyasında ise teröre ve şiddete de başvurarak Batı'ya yıkıcı darbeler vurma motifi öne çıkabiliyor. Türkiye, bu süreçte çok ilginç bir yerde duruyor. Bir yandan bizim insanımızda da Batı'nın 200 yıllık hegemonyasına karşı bir tepki birikimi var. Öte yandan bizim seçkinlerimiz bu uzun dönem boyunca Batı'yı model olarak almış kendine. Batı zorlanacak Bu nedenle Batı ile özdeşleşmeyi hedefleyen seçkinlerimizin iş hayatında, fikir ve sanat dünyasında önemli bir ağırlığı var. Onlara göre Batı'nın gücü hâlâ rakipsiz ve Batı'nın hegemonyasının tehdit altında olduğunu düşünmek bile abes. Oysa Batı, her şeyi kontrol ettiği günlerin geride kalmakta olduğunu hissediyor yavaş yavaş ve bunun travmalarını yaşamaya başlıyor. Hegemonyayı düşünmek abes ABD'nin dokunulmaz olmadığı ve vurulabileceği ortaya çıktı.El Kaide ve Hizbullah gibi devlet dışı örgütlerin gücü anlaşıldı.ABD'nin askeri gücüyle her amacını gerçekleştiremeyeceği görüldü.ABD'nin 'Büyük Ortadoğu Planı' çöktü ve bölgede kargaşa ortamı doğdu.Ortadoğu'da inisiyatif ABD karşıtı güçlere geçti.ABD'nin dünyayı yönetme kapasitesine sahip olmadığı anlaşıldı.Avrupa Birliği kendi sorunlarına gömüldü, küresel rol oynayamadı.Çin ve Hindistan gibi ülkelerin dünya ekonomisindeki önemi arttı.ABD'nin dış açığını Çin ve Asya ülkeleri finanse etmeye başladı.Petrol fiyatının tırmanışı Rusya, İran, Venezüela gibi ülkelerin önemini artırdı.Ekonomik gücü artan ülkelerin siyasi ağırlığı da arttı.ABD dünyada en sevilmeyen ülke haline geldi.Küreselleşmenin geleceği tartışılmaya başladı. Son 5 yılda neler değişti? Bomba haberi İngiltere'nin ünlü The Economist dergisi patlattı. Veri kullanmadaki titizliğiyle ünlü The Economist, IMF verilerini ve satın alma gücü paritesine göre belirlenen kurları esas alarak yaptığı hesaplamada, zengin - gelişmiş "birinci dünya" ülkelerinin dünya ekonomisindeki (dünya GSYİH'sindeki) payının 1870'den beri ilk kez 2005'te yüzde 50'nin altına düştüğünü ortaya koydu. Grafik 1'de de görüldüğü gibi, "yükselen ekonomiler"in dünya ekonomisindeki payı, 150 yıla yaklaşan bir aradan sonra, zengin gelişmiş ülkelerin payını geçmişti 2005 sonunda.(*) The Economist'e göre, 20. yüzyıla girilirken ABD'nin büyük bir ekonomik güç olarak sahneye çıkmasından bu yana, dünyadaki ekonomik güç dengelerinde meydana gelen en önemli değişimdi bu. Dünya ekonomisinde büyük bir güç kayması yaşanıyordu ve bunun sonuçlarını GSYİH dışındaki bazı önemli ekonomik göstergelerde de görmek mümkündü. Grafik 2'de görüldüğü gibi, "yükselen ekonomiler" dünyadaki toplam döviz rezervlerinin yüzde 66'sına sahipti, dünya ihracatının yüzde 42'sini gerçekleştiriyor, dünya petrolünün yüzde 47'sini tüketiyordu. Küresel ekonomide güç kayması başladı "Yükselen ekonomiler"in son yıllarda dünya ekonomisinin büyümesine yaptıkları katkı da zengin gelişmiş ülkelerin katkısını aşıyordu. Örneğin geçen yıl, "yükselen ekonomiler"in GSYİH'sı cari kurlarla 1.6 trilyon dolar, zengin gelişmiş ekonomilerinki ise 1.4 trilyon dolar artmıştı. Yani "yükselen ekonomiler"in dünyadaki büyümeye katkısı, cari kurlarla bile gelişmiş ekonomilerin katkısının üzerine çıkmıştı. The Economist'e göre bu gelişmenin çok önemli bir sonucu da küresel işgücü arzındaki büyük sıçrama olmuştu. Çin'in, Hindistan'ın ve eski Sovyet İmparatorluğu'nun etki alanındaki ülkelerin piyasa sistemini benimseyerek küresel ekonomiye katılmasıyla küresel boyutta işgücü arzı ikiye katlanmıştı. Küresel işgücü arzındaki bu büyük artışın, zengin ülkelerdeki ücretlilerin iş bulma olanaklarını ve pazarlık gücünü azaltan ve ücretleri aşağı çeken bir etki yapmaya başladığı görülüyordu. 'Yükselen ekonomiler' çağı The Economist, piyasa ekonomisini benimseyen "yükselen ekonomiler"deki büyük gelişmenin küresel pazarı hızla büyüterek "gelişmiş ekonomiler"e de büyük yarar sağlayacağını, yeni iş olanakları yaratacağını ileri sürüyordu. Ayrıca Çin'den yapılan ucuz ithalatın Batı'daki tüketicinin refahına katkıda bulunduğunu belirtiyordu ama madalyonun diğer yüzünde işlerini ve iş güvencelerini kaybeden, geleceğe güvenle bakamayan milyonlarca işçi vardı.The Economist'in de vurguladığı gibi küresel ekonomide tarihsel bir dönüm noktasına gelmiş bulunuyoruz. Eldeki tüm veriler, zengin gelişmiş ülkelerin dünya ekonomisindeki saltanatının ciddi bir tehdit altında olduğunu gösteriyor.(*) The Economist, 21 Ocak 2006. Dönüm noktasındayız YARIN Marx'ın rüyası gerçek mi oluyor?