28.01.2025 - 10:44 | Son Güncellenme:
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında önemli açıklamalarda bulundu. İşte Bahçeli'nin konuşmasından satır başları: Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yasama çalışmalarına verdiği bir haftalık aranın ardından sizlerle ve aziz milletimizle paylaşacağım düşüncelerime geçmeden evvel saygın heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Yurt içinde ve yurt dışında; televizyon ekranlarından, radyo kanallarından, sosyal medya platformlarından bugünkü toplantımızı takip eden bütün vatandaşlarımızı, Gönül ve kültür coğrafyalarımızda onurlu bir hayatın mücadelesini vermek için gayret üstüne gayret sarf eden bütün kardeşlerimizi yürekten selamlıyor, hepsine şükranlarımı sunuyorum.
Kimi zaman kabaran hüzün dalgalarının altında çaresiz kalırız. Kimi zaman ıstırapların sis bulutunda yolumuzu ve yönümüzü kaybederiz. Kimi zaman da ihmaller zincirinin kıvılcımıyla tutuşur, kara dumanıyla boğuluruz. Bir darbımesel ifade kalıbını alan “ateş düştüğü yeri yakar” cümlesi sık sık telaffuz edilse bile, elbette kazın ayağının hiç de öyle olmadığını biliriz.
Türkiye 21 Ocak 2025 tarihinin geceyi sabaha bağlayan bir saatinde, yani tam bir hafta önce kahredici ve korkunç bir felaketle sarsıldı. Bolu Kartalkaya’da bulunan ahşap yapılı bir otelde çıkan yangın 78 kardeşimizi, 78 masum insanımızı, 78 suçsuz günahsız vatandaşımızı hem yakarak hem de zehirli dumanla boğarak hayattan kopardı. 12 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan’ın açılışı münasebetiyle Padişah nutkunu okuyan Sadrazam Ali Rıza Paşa’nın aynen dediği gibi; şu mühim anda vaziyetimizin vahameti tarife muhtaç değildir.
Evvelemirde güle oynaya tatile gidip de sıralı tabutlarla evlerine dönen merhum vatandaşlarımıza; okul sıraları boş kalan, karneleri yetim bırakılan çocuklarımıza ve küçücük yavrularımıza Cenab-ı Allah’tan gufran ve rahmet niyaz ediyorum. Tekraren başımız sağ olsun diyorum. Bu faciadan yaralı kurtulanlara ve halen tedavi altında tutulanlara geçmiş olsun temennilerimle birlikte şifalar diliyorum. Şu yalın gerçeğin farkındayım; “boğaz dokuz boğumdur. Sekizi yutkunmak, biri de konuşmak içindir.”
Yanlış ve yalan bir kelamın, yıkıcı ve yıldırıcı bir bühtanın insani ve vicdani erozyonuna bugünkü hassas ve kırılgan dönemde tahammül etmek mümkün değildir. Ortada dehşet uyandıran bir enkaz, yürekleri kavuran bir acı hamulesi varken, hiç olmaması gereken siyasi dalaşmaların, suç ve sorumlu izi sürmek için yapılan karşılıklı sataşmaların bir ur gibi etrafı sarması ne yazık ki insanlığımızdan utandıracak boyutlardadır.
Grand Kartal Oteli yangınında 8 aile yok olmuş, kimin umurunda! Henüz körpe çağdaki 36 çocuğumuz hayata veda etmiş, öncelikle kimin gündeminde! Alya, Vedia, Nehir, Ömür, Ayşe, Vedat, Mina, Alican, Elif Nas, Eren, Doğa, Mavi, Pera, Demir, Doruk, Elif, Atlas, Kemal, Özüm, Esat, Kerem, Lalin, Oya, Ala Dora, Pelin, Dila, Ela, Sümeyye, Bekir Sadık, Muhammed Selim, Yusuf, Defne, Sedat, Ela ve Buse evlatlarımızın sıcak evlerinde olmaları gerekiyorken, şu anda buz gibi toprağın koynunda kefenlerine dolanıp yatmaları işin özünde hepimizin bir felaketi sayılmayacak mı?
Allah için birisi söylesin, geçen haftadan beri süregelen değersiz ve dipsiz tartışma anaforundan bir şey anlayan, sadra şifa bir sonuç çıkaran var mıdır? Hangi ara insanlık değerlerine bu kadar yabancılaştık? Hangi ara siyasi ve ideolojik ihtirasların bu kadar eline düştük? Sorarım sizlere, yerin üstündekiler tepinirken, mahşer günü gelip çattığında yerin altındakilere ne diyecekler? Kusura bakmayın, yakayı kaptırmamak için işimize geldiği gibi konuşuyorduk mu diyecekler? Ne yapalım, sorumluluğu üstümüzden atmak için gözümüzü karartmak, gönlümüzü kapatmak, önümüze geleni de karalamak zorundaydık mı diyecekler? Hanımefendiler, beyefendiler, yarısı çocuk olan 78 vatan evladının hesabını kim ya da kimler verecek? Merhum Akif şu veciz sözü vecd halinde söylemedi mi: “Kenarı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, gelir de sorar Ömer’den Adli İlahi onu.”
Bu hakikate dudak mı bükelim? Bu hakikati sumen altına itip yok mu bilelim? Şu müstesna açıklama bizzat Sayın Cumhurbaşkanımıza aittir: “Böyle bir trajedinin siyasetçiler arasında kör dövüşüne dönüşmesini, empati ve duygudan yoksun bir tartışmaya alet edilmesini doğru bulmuyoruz. Biz milletimize bu acıyı yaşatanların yargı önünde hesap vermesi için çalışmaya devam edeceğiz.”
Ağyarını mani efradını cami mahiyetli bu açıklamanın sorumlu ve sağduyulu bir devlet ve siyaset insanından duyulması kuşkusuz teskin edici ve teselli vericidir. Grand Kartal Otel yangınında kimin sorumluluğu bulunuyorsa hesabını vermesi kaçınılmaz bir adalet ve hukuk gereğidir. Sönmüş ocaklar üzerinde kutuplaşma sahnesi kurmak namertliktir. Facianın dumanları tütüyorken, henüz hayatını kaybeden masumlar yanmış otelden çıkarılmamışken, onu bunu suçlayıp işin içinden sıyrılma telaşına kapılmak narsisliktir. Gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında kalem oynatıp söz düellosuna heves edenler kendi mahallerinin megafonu olmaktan öte hiçbir değerlerinden söz edilmeyen, ahlaken de namevcut olan çürüklerdir.
Ahlaklı olmanın ilk şartı esasen sorumlu olmaktır. Sorumluluk hissiyatının açılacağı kapı ahlaklı duruştur. Gerçekleri bastırmak veya baltalamak ahlakın değil, adaletin ilgi ve iştigal sahasındadır. Bazı düşünürlerinin iddia ettiği gibi, ahlak alanında günümüzde sahip olduklarımız belirli bir kavramsal çerçevenin fragmanları mıdır? Aslında ahlakın kendisi değil de sureti mi geçerlidir? Bize göre Merhum Hüseyin Nihal Atsız şu tespitinde son derece haklıdır: “Hiçbir milletin münevver zümresi, halkının fazilet ve fedakarlığı karşısında bu kadar dejenere olmamıştır.”
Meşhur bir filozofa göre, huzur ve mutluluk faziletin mükafatı değil, bizzat kendisidir. Ahlak ve faziletin kılavuzluğunu yapmadığı hiçbir meşveret ve münasebet ağı meşru addedilemez. Bugünkü zaman tünelinin içinde karşımızdan gelen ışığın münevverlerin aydınlığı mı yoksa felaketin habercisi mi olduğunu tam manasıyla ayırt etmek ziyadesiyle müşküldür. Çünkü ne münevver de ışık vardır ne de ışığı taşıyacak bir münevver kalmıştır. Fikri, ahlaki ve manevi kuraklık her alana yayılmaktadır. Bereketsizliğin ve belirsizliğin önü kesilemezse, körleşen empati ve merhamet duyguları canlılık emaresi gösteremezse, siyasi mevzilerden yaylım ateşi görüş açısını ve görüşme vasatını yok ederse ortaya çıkacak tahribatın Z raporunun altında herkesin ve hepimizin kalması mukadderdir. Felaket zamanlarında birlik ve beraberliğin teyidi yerine tefrikine muhatap olmak milli ahlakımıza vurulmak istenen kelepçenin teşhiri değil de acaba nedir? Kendisi aynı zamanda bir ahlak kahramanı olan Merhum Akif bakınız milli ahlaka nasıl bir anlam yüklemişti: Oyuncak sanmayın! Ahlakı milli ruhu millidir; Onun iflası en korkunç ölümdür: Mevt-i küllidir.
RAPOR VE YAZIŞMALARI NEREYE KOYACAĞIZ?
Sürekli karşı tarafı suçlayarak bir yere varamayız. Suç ve suçluları arkalayıp saklayarak girdiğimiz hiçbir mücadelede başarılı olamayız. Mevzuat ve vicdan çemberinde el ele vererek bir felaketin ince ayrıntılarına kadar nüfuz edemezsek, sorumluları adaletin önüne çıkaramazsak gerçek anlamıyla hiçbir sorunu çözemeyiz, hiçbir ağırlığı kaldıramayız. Grand Kartal Otel yangınıyla ilgili bırakalım yargı görevini yapsın. Hatta Sayın Cumhurbaşkanımızın talimat ve tensibiyle Devlet Denetleme Kurulu devreye acilen girerek çok yönlü inceleme ve soruşturmayı bir an evvel ikmal etsin.
Otel sahibinden İl Özel idaresi’ne, valilikten Belediye ve ilgili bakanlığa kadar 78 vatandaşımızın vebalini ya kurumsal veya kişisel olarak uhdesinde taşıyanlar millet, hukuk ve tarih önünde hesabını tek tek versinler. “Beni ilgilendirmiyor, benim yetki alanımda değil” demek en başta ülkemizin demokratik hukuk imajını, ahlaki sorumluluk iradesini gasp etmek ve çiğnemektir. Ne yapacağız? Bu yangının faturasını Köroğlu Dağı’ndaki yaban hayvanlarına mı çıkaracağız? Sosyal medyada servis edilen resmi rapor ve yazışmaları nereye koyacağız?
İlgili otel yönetimi tarafından, 12 Aralık 2024 tarihinde Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü’ne yapılan başvurunun, 16 Aralık’ta bir raporla tespit edilen 8 başlıktaki eksikliğin ve aynı başvurunun ne hikmetse 24 Aralık’ta geri çekilmesinin peşine düşmeyecek miyiz?
Çalışmayan yangın alarmını ve yağmurlama sistemini, olmayan acil durumlarda kullanılacak sesli uyarı sistemini, bulunmayan yangın merdivenlerini, işlemeyen anons ve uyarı sistemini, yetersizliği ayan beyan aleni olan tahliye çıkışları, çıkış sayısı, çıkış yönü ve ulaşımdaki noksanlıkları, yine yetersizliği aşikar olan acil aydınlatma ve paratoner sitemini, o mu denetlemeliydi, bu mu denetlemeliydi tartışmasının akıbetini, otelden ziyade yanmaya her an hazır bir çıra mimarisi olan otelin diğer envaı kusur ve kuşku çeken eksiklerini görmek, değerlendirmek ve mutlaka da hukuken sonuca bağlamak gerekmektedir.
Siyasi veya idari mahiyette olsun, müteselsil manada suç ve sorumlu kimlerin üzerlerine gitmek ve yakalarından tutmak adalet ve insanlık borcudur. Aslında Grand Kartal Otel yangını bir facianın daha fazlası, tamı tamamına bir cinayettir. Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı cinayette parmak izi olanlara bedel ödetecek kudret ve muktedirliktedir. Kan donduran ifadeleri medyaya kadar yansıyan pişkin otel sahibinin suçu ve sorumluluğu alenen sabitken, eksikliklerin tespitinden 17 gün sonra oteldeki restorana uygunluk belgesi veren, müşahede edilen eksikliklerle ilgili hukuki ihbar görevinden kaçınan Bolu Belediyesi’nin yangını siyasi karambole getirme arayışını, bahse konu belediyenin siyasi sorumlusu olan şahsın günbegün polemik çarkı döndürüp orayı burayı hedef alarak çamur atmasını, ilgili Bakanlığın hiçbir şey olmamış gibi hareket ederek özeleştiriden imtina etmesini, Valiliğin ve İl Özel İdaresi’nin sorumluluk alanından ısrarla uzak duruşunu isabetli ve doğru bulmadığımızı huzurlarınızda açıklamak mecburiyetindeyim. İnsan hayatımız ucuz olmamalıdır. Yeni yüzyılda insanı yücelterek devlet ve milleti yükselteceğimizi unutmamak lazımdır. Türkiye’miz bu yaralayıcı ve yürekleri yakan olaylarla anılmamalıdır. Kaybettiğimiz insanlarımızı geri getiremezsek de, aynı dram ve trajedileri bir daha yaşamamak hepimizin yegâne önceliği ve görevi olmalıdır.
Yeni yılla beraber iç ve dış siyasetin süratinde artış, seyir ve sürecinde yoğunluk gözlemlenmektedir. Bu kapsamda özellikle İsrail ile Hamas arasında 19 Ocak’tan itibaren geçerli olan ateşkes kararı, müteakiben yapılan rehine takasları memnuniyetimizi ve temkinli iyimserliğimizi tahkim etmiştir. Türkiye’nin kararlı ve tutarlı diplomasisi başarıya ulaşmıştır. Temennimiz iki devletli kalıcı barış ikliminin bir an evvel sağlanmasıdır. Dünya Ekonomik Forumu’nun 20-24 Ocak 2025 tarihlerinde İsviçre’nin Davos kentinde gerçekleşen yıllık toplantısında tema olarak “Akıllı Çağ” belirlense de, ahlakı olmayan bir akıldan bahsetmek cahillik ve saflık değilse biliniz ki art niyetliliktir. Öyle ki, ahlaktan soyutlanmış bir akıl halinin, filiz verip yapraklanması imkansız olan kütükten farkı yoktur.
Merhum düşünürümüz Ziya Gökalp diyor ki, “İnsan sosyal hayatın dışında beşerdir. Sosyal hayatı yaşayarak mefkure sahibi olunca beşerden insana geçiş sağlanmış olacaktır.” Bugün dünya manzarasında, beşeriyetin maddi gelişimin tam aksine ahlak ve manevi kriz içinde kıvrandığı ortadadır. Adil, hakkaniyetli, müreffeh, eşitlik ve paylaşım esasına dayanan daha insancıl bir dünyanın sürgülü kapılarını ancak ve ancak ahlaki kalkınmanın koçbaşıyla açmak mümkündür. Gazze’li mazlumların Mısır ve Ürdün’e sürgün edilmesiyle ilgili sözde proje oldukça sakıncalı ve sancılı hezeyan olarak gündemdedir.
Filistinli kardeşlerimizin nerede yaşayacağı hiç kimsenin, hiçbir ülkenin tayin edebileceği bir konu değildir. ABD Başkanı Trump’ın Rusya ile Ukrayna savaşını bitirme çabasının aynısını, İsrail ile Filistin ihtilafında görmek, konuya müdahil ve muhatap herkesin en doğal hakkıdır. Filistin halkını bırakınız topraklarından çıkarmayı veya zorla yerinden edilmesini, bunu ifade etmek dahi gayri hukuki, gayri insani ve gayri ahlaki bir tutumun özetidir. ABD yönetiminden beklentimiz, ülkelerin egemenlik haklarına saygı duyması, tahakkümcü ve dayatmacı politikaların sonunun ve sonucunun olmayacağını bilmesidir.
HAKKIMIZI ÇİĞNETMEYECEĞİZ
Hesap hatasının, hedef şaşırtmanın, siyasi ayak oyunlarının, küresel otokrat heveslerin hiç kimseye bir faydası olmaz, olamaz. Gene ABD yönetimine düşen terör örgütleriyle kesin hatlarla ayrışması ve bağlarını koparmasıdır. 17 Ocak 2025 tarihinde, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı’nın üst düzey askeri görevlilerle birlikte Suriye’nin kuzeydoğusunda YPG/PKK ile temas kurup terör örgütünden “DEAŞ karşıtı ortaklarımız” diye bahsetmesi ayıplı bir siyasetin yeni skandalıdır. Teröristler ortaksa Türkiye’yle samimi ve sahici müttefikliğe inanacak ve ikna olacak var mıdır? Suriye’nin yeni yönetiminin silah bırakmasını istediği terör örgütünün, buna şimdiye kadar yanaşmaması, hatta gündemine dahi almaması bir yönüyle küresel terör baronlarının ve destekçilerinin tembih ve teşvikiyle doğrudan bağlantılıdır. Bölücü terör örgütü silah bırakmıyorsa, o silahları ellerinden alıp teröristlerin kafasında kırmak ve hepsini birden cezalandırmak Türkiye’nin beka ve güvenlik hakkıdır. Hakkımızı çiğnetmeyiz, çiğnemeye azmedenleri de mahvı perişan ederiz. Bildiğiniz gibi bugün Misak-ı Milli’nin 105’inci yıl dönümüdür.
Misak-ı Milli Mülkü Millettir. Millet ise sonuna kadar, sonsuza kadar Türk’tür. Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin hürmet ve rahmetle andığımız mebusları Türk milletinin meşru ve son direniş hattının hukuki belgesi olan Misak-ı Milli’yi kabul ederek bizlere hem miras hem de emanet olarak tevdi etmişlerdir. Allah hepsinden razı olsun diyorum. Onların kaldırdığı sancak yere inmeyecektir. Misak-ı Milli silinmeyecek ufuk çizgimiz, sönmeyecek meşalemizdir. Asırlara sari savunmamızın ve var oluş mücadelemizi kilit taşıdır. Tasvir-i Efkâr Gazetesi başyazarı Velid Ebuzziya 13 Ekim 1919 tarihinde Mustafa Kemal ile telgraf üzerinden bir mülâkat yapmıştı. Bu mülâkatında çeşitli sorular sormuştu. Bunlardan birisi de müstakbel hudutlarımız sizce ne olabilir? şeklinde idi. Bu soruyu Mustafa Kemal Paşa, “…bizce 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi akdedildiği günde fiilen sahip kaldığımız huduttur” diyerek kararlı bir şekilde cevaplamıştı. Yalnızca askeri değil; sosyolojik, tarihi ve kültürel müktesebatla, şehitlerimizin kanıyla, ecdadımızın onuruyla ihata edilen Misak-ı Milli sınırlarımızın her karışında, önemle altını çizerim ki, bugünlerde hain ve düşmanca planların her gün bir yenisi tedavüle sokulmaktadır. Emperyalizmin taşeronu olan bölücü terör örgütünün tehdit olmaktan çıkarılması Misak-ı Milli’nin Türk milletine yüklediği sorumluluktur.
Misak’tan geri dönüş yoktur. Milletten taviz yoktur. Milliyetimize toz konduracak bir müptezel olsa bile omurgası kırılacaktır. Türk ve Kürt kardeşliğine Misak-ı Milli’nin namusu teslim edilmiştir. Bugün değilse yarın, yarın değilse gelecekte, velhasıl Türk ve Türkiye Yüzyılının kutlu bir döneminde ruhumuzu daraltan, adımlarımızı kısaltan, nefesimizi yarım bırakan bugünkü sınırlarımızın kaynama ve buluşma noktası esneye esneye Misak-ı Milli’nin son hudut çizgisiyle and olsun kucaklaşacaktır. Vuslatımız yakındır. Devir Türk Devri’dir. Yüzyıl barış ve birlik içinde yaşanacak Türkiye Yüzyılıdır. Varsın akbabalar etrafımızda kanat çırpsın, Varsın kuklacı ve kumandalı mağlupların ve onları kafese koyan iç ve dış ihanet cephesinin sesi çok çıksın, hiçbirisine bakmayacağız.Hiçbirisine aldırmayacağız. Hiçbirisini ciddiye ve dikkate almayacağız.Bize saldırıp en galiz ifadeleri kullanan meczupları Allah’a havale edip günü geldiğinde kalplerinde yuvalanan yılanların pişmanlık zehri akıtmasına da elhak şahit olacağız.
ERKEN SEÇİM BEKLENTİSİ BİR HAYAL
Yüksek ülkülere susamış bir neslin susuzluğunu nabzımızda duyuyoruz. Ülkemizi ayrıştırmanın ve ayrımcılığı tırmandırmanın arzusunda olan sahte demokratları takip ediyoruz. Boykot moykot ezberlerinden sonra, sokağa çıkma çağrılarının, sivil direniş kışkırtmalarının ya darbeye ya da isyana davet olduğunun farkındayız. 15 Temmuz’dan ders almayanlara sesleniyorum, haydi yüreğiniz yetiyorsa çıkın sokağa da görelim? Ateşle oynama merakınız nüksettiyse deneyin de boyunuzun ölçüsünü alalım. Kuyruk acısının ve kulis sancılarının pençesinde ne yapacağını, ne isteyeceğini bilemez bir halde bir uçtan diğerine sürüklenen CHP’nin 12 Eylül’de yarım kalan hesaplaşmaya dönük bir özlemi varsa, kınında beklemekten yorulmuş kılıç gibi burada olduğumuzu hatırlatıyor ve haykırıyoruz.
Seçim beklentisi hayali bir beklentidir ve boşa kürek çekmektir. Çağdaş demokrasinin hiçbir kural ve ilkesiyle yolu kesişmeyen CHP ve yedeklerinin Türkiye’nin siyasi istikrarını bozma teşebbüsü ters tepmeye mahkumdur. Cumhur İttifakı karanlık emel sahiplerinin alayını ülkemizin her köşesinde karşılamaya hazırdır. Türkiye sahipsiz değildir. Türk ile Kürt, Alevi ile Sünni aynı kökün dalları, aynı milletin evlatları olarak birdir, beraberdir ve kardeştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yaşayacak ve yaşatılacaktır.
Terörsüz Türkiye’nin huzur ve güven dolu mesajının maşeri vicdanda karşılığını bularak gerçeğe döneceği günlere az kalmıştır. Kahraman şehitlerimizin ve bir avuç gafilin ardına saklanıp hilalimize ve dava şerefimize taş atan alçakların, kullanışlı aparatlarının ve Türk milletinin içine sızmış ajanlarının rezil rüsva hallerini de göreceğimizi biliyoruz. Ve bunların ne insan içine çıkacak yüzlerinin ne de birbirini yüzüne bakacak hallerinin olmadığını şimdiden fark ediyor, bunun da canlı tanıkları olacağımızdan asla kuşku duymuyoruz.
Ruhlarında fiyat etiketleri asılı duran menfaatperestlerin bize saldırmaları beyhudedir, çünkü onları satın alacak servet ve şöhret çeki efendilerinden başka hiç kimsede yoktur. Hadim siyasetimizle, haysiyetli duruşumuzla, ilkeli ve ülkücü irademizle insanımızın içindeyiz, Türk milletinin varlığındayız, Türkiye’nin yanındayız, milli birlik ve kardeşliğin de yılmaz müdafileriyiz. Bunun dışındakileri veteriner hekimlere havale etmekten başka düşüncemiz de yoktur. Terörizmin devlet karşındaki asimetrik etkisi, günümüzde bir bölge üzerinde emelleri olan ülkeler tarafından kullanılan stratejik yıkma, yıldırma ve oyalama araçları haline gelmiştir.
Bunların mevcudiyetini ve kadrolarını besleyen ana kavram terörizmin sözde hak arama yolu olması; eline silah almanın haklılığı; sömürüye karşı halk iktidarına ulaşma; kendi devletine sahip olma; dinsizliğe karşı savaş; kafirlerden intikam alma gibi hamasi ve ideolojik ütopyalardır. Yoksulluğun, cahilliğin ve çaresizliğin içinde çırpınan insanları tepkilerini örgütleyerek küresel çıkarları için sınır aşan vekalet savaşları ve sınırlardan taşan orduları üreten güçler için DEAŞ, Taliban, PKK, PYD, YPG gibi yapılar büyük küresel paylaşım savaşının maşaları haline gelmişlerdir. Bugün terörizmi kullanan bütün örgütler, küresel güçlerin dönemsel çıkarlarına hizmet eden, küresel efendilerine yol açan silahlı köle topluluklarından başka bir anlam ifade etmemektedirler. Türkiye Cumhuriyeti, her dönemin beka değerlendirmeleri ışığında milli sınırlarını ve varlığını korumak adına gerek vekil terör örgütleriyle, gerekse arkasındaki güçlerle mücadelesini sürdürmüş, her badireden bir çıkış yolu bularak bugünlere kadar gelmiştir. Elbette her mücadelede olduğu gibi terörizmle mücadele kolay, zahmetsiz ve maliyetsiz olmamış, nihayetinde bir bedel ödenmiş ve ödenmektedir. Milletimiz huzuru, emniyeti, bağımsızlığı ve birliği için terörle mücadeleyi yalnızca evlatlarını şehit ve gazi yaparak değil; rızkından, boğazından, refahından keserek de verme faziletini göstermiştir.
Kalkınmak ve müreffeh bir hayat yaşamak için ayırdığı evlatlarını, enerjisini, emeğini ve kaynaklarını haklı mücadelenin doğası gereği ve büyük bir fedakarlıkla terörle mücadelede harcanmasına izin vermiştir. Ne kadar iftihar edilse azdır. Çok şükür bugün özellikle diplomatlarımızı hedef alan ASALA terörü yoktur. Yıllar önce küresel güç çatışmalarının boşluğundan doğan ve binlerce insanımızın hayatına kasteden PKK terörü yok denecek kadar azalmıştır. Sığındığı komşu coğrafyalarda her geçen gün yeni bir darbe ile hareket edemez hale gelmiştir. Kısaca, bölücü terör örgütünün geride kalan yıllar içinde verilen kahramanca mücadele sonucunda sönüşe geçtiği bir dönemdeyiz.
Küresel güçlerin bölgedeki emellerine hizmet etmekten başka bir misyonunun kalmadığı ortadadır. Geçmişte yaşanan örneklerde olduğu gibi vekalet hizmeti bitince ortada bırakılmaları veya bir bahane ile toptan imha edilmeleri de bunların kaçınılmaz akıbeti olacaktır. Adına DEAŞ denilen yapıyı kimin doğurduğu, kimlerin kucağında büyüdüğü, hangi hizmeti yaptığı ve sonunda efendileri tarafından aylarca nasıl bombardımana ve kimyasal saldırıya tabi tutulup yok edildikleri birkaç yıl öncenin gerçekleridir. Bu açıdan şanı, şerefi, tarihi ve vicdanı çok büyük olan Türk milleti kaçınılmaz son vuku bulmadan ülkemize her türlü kötülüğü yapmış ve yapmak amacıyla pusuda bekleyen terör örgütüne ve bütün teröristlere bir kapı açmış bulunmaktadır.
Geliniz, silahlarınızı öldürülmeden önce siz kendi iradenizle bırakınız. Pişman olduğunuzu, bu mücadelenin asla sonuç vermeyeceğini açıklayınız. Binlerce insanımıza yaşattığınız acılardan duyduğunuz pişmanlığı duyurunuz. Küresel güçlerin hizmetinde bölgesel aktörler olmaya bir son veriniz. Aziz milletimizin sizler için reva göreceği akıbete teslim olunuz.
Son olarak diyeceğim odur ki, DEM heyeti ile İmralı arasındaki görüşmelerin terörsüz Türkiye’ye önşartsız destek olması ve beklenen çağrının bir an evvel açıklanması samimi dileğimdir. Ne Mutlu Türk’üm Diyene. Ne mutlu terörsüz Türkiye’nin gün doğumuna. Sözlerime son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.