22.05.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
MERT İNAN
Çerkes halkı için 21 Mayıs 1864 tarihi, 101 yıl süren, Kafkas-Rus savaşlarının sona ermesi, Kuzey Kafkas halklarının sürgüne zorlanmasının başlangıç tarihi olarak da kabul ediliyor. Bu tarihten iki yıl önce başlayan asimilasyon ve sürgün politikası, 21 Mayıs 1864’den Çarlık Rusyası’nın yıkılışına kadar devam etti. 21 Mayıs ve takip eden günlerdeki sürgün sürecince ise on binlerce çocuk, kadın ve yaşlı yollarda yaşamını kaybederken, anayurtlarında kalanlar ise katliamlara uğradı.
Çerkesler’in yaşadığı dram, ayak bastıkları yeni topraklarda da devam etti. Binlerce insan, hastalık, salgınlar açlık ve yoksulluk gibi sorunlardan ötürü yaşamını yitirirken, tüm dünya olup bitenleri izlemekle yetiniyordu. Sürgün yolunda çekilen çileler, Trabzon’daki Rus konsolosu tarafından, tehcirden sorumlu Rus General Katraçef’e şöyle aktarılıyordu:
“Türkiye’ye gitmek üzere Batum’a 70 bin Çerkes geldi. Bunlardan vasati olarak günde yedi kişi ölüyor. Trabzon’a çıkarılan 24 bin 700 kişiden şimdiye kadar 19 bin kişi ölmüştür. Şimdi orada bulunan 63 bin 900 kişiden her gün 180, 250 kişi ölmekte. Samsun civarındaki 110 bin kişi arasında her gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul’a götürülen 4 bin 650 kişiden de günde 40, 60 kişinin öldüğünü haber aldım.”
Vahşet Dumas’ın anılarında
Yabancı arşivlerdeki önemli dokümanlardan birini, Kafkas-Rus savaşlarını yerinde izleme olanağı bulan Fransız asıllı gezgin Alexandre Dumas’ın anıları oluşturuyor. Dumas, o dönem Çerkezya topraklarında şahit olduğu vahşeti “Bir kazak savaşçı, bir dağlıyı öldürmekle kalmıyor, cesetlerin kellerini de koparıyordu. Bunu gören diğer Kazaklar ise vahşi bir şekilde bağırıyordu” sözleriyle anlatıyor.
Gemiler ölüme gönderildi
Sürgün sırasında Çerkezya kıyılarına yanaşan gemilere kapasitelerinin üzerinde yolcu alınıyor, birçok tekne bu nedenle Karadeniz’in karanlık sularına gömülüyordu. Sürgünün ilk haftasında sadece Trabzon’da 30 bin Çerkesin açlık ve hastalıktan kırıldığı kayıt altına alınmıştı. Kuzey Anadolu limanlarına çıkartılan göçmenler öncelikle Ordu, Samsun, Tokat, Amasya, Sinop, Yozgat, Düzce, Adapazarı, Kocaeli gibi o dönem boş durumda olan yerlere iskan edildi.
Çerkeslere küçük ölçekli ve dağınık yerler gösterilmiş, özellikle toplu halde bulunmalarına izin verilmemişti. Çarlık Rus yönetimi, sürgün günlerinden sonra da Osmanlı topraklarındaki Çerkeslere yönelik etkili bir dezenformasyon içindeydi. Osmanlı yönetimi Rusya kaynaklı dezenformasyon nedeniyle toplu bir etnik güç olmasından çekiniyordu. Balkanlar’da Tuna ırmağının güney boylarında şerit gibi uzayan Çerkes yerleşmeleri, 1877-1878 yılındaki Osmanlı-Rus Savaşı’nın (93 Harbi’nin) ardından Anadolu’ya kaydırılırken, bir kısım Çerkes de bugünkü Suriye, Ürdün ve Filistin topraklarına sürgün edildiler.
‘Yoksunluk ve yokluk hissi’
Kurucularının neredeyse tamamına yakını Çerkeslerden oluşan Çoğulcu Demokrasi Partisi Genel Başkanı Faruk Arslandok ise gelecek kuşakların dilini ve kültürünü kaybetme riski olduğunu belirterek “Bizler altıncı kuşak Çerkesler olarak, atalarımızın kültürünü gelecek kuşaklara aktarmak gayesindeyiz” dedi. Yaşanan acıların büyük yoksunluk ve yokluk hissine neden olduğunu vurgulayan Arslandok, “Çarlık ordularının soykırımı nedeniyle Çerkes halkının donanımlı yetişmiş insan gücü ortadan kaldırılmıştır. Çerkes halkı 1.5 asır önce kaybettiği değerlerini, insan gücünü yeni yeni inşa ediyor. Bugün halen Çarlık özlemi duyan Rus siyasetçileri görmek bizleri derinden üzüyor” diye konuştu.
‘Zulmün tavan yaptığı tarih’
Çerkesler’e yönelik katliam ve sürgünü protesto etmek amacıyla Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosluğu önünde, Çerkes Dernekleri Federasyonu yetkilileri tarafından basın açıklaması yapıldı. Açıklamada, 156 yıl önceki vahşet bir kez daha lanetlendi. Federasyon Başkanı Dr. Nusret Baş, Batı Kafkasya’nın yerli halkları olan Adigeler, Wubıhlar ve Abazalar’ın 21 Mayıs 1864’de fiziksel olarak bir yok oluşun eşiğine getirildiğini belirterek, şunları söyledi:
“Bu saldırılarla Çerkesya bölgesi halklarının yarısı katledildikten sonra savaş 21 Mayıs 1864’te sona ermiş, sağ kalan nüfusun yüzde 95’ini oluşturan 1.5 milyon kişi süngü ucunda sahillere toplanmış ve elverişsiz şartlarda Osmanlı topraklarına sürülmüştür. Vatanından atılan bu bahtsız insanların üçte biri de yollarda soğuk, salgın hastalıklar ve açlığın pençesinde kıvranarak can vermiştir. Zulmün tavan yaptığı bu tarihi ‘Kafkasya’nın fetih günü’ ilan eden Ruslar, zafer kutlamaları yaparken; Kafkasya halkları ise yas günü olarak bağrına taş basarak kayıplarını anmaktadır. Soykırım ve sürgünün 156’ıncı yılında vatan mücadelesinde kaybettiğimiz aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyor; adaletin tecelli edeceği güne kadar mücadelemizin süreceğini bir kere daha deklare ediyoruz.”
‘21 MAYIS RUSYA İÇİN ZAFER ÇERKESLER İÇİN YAS GÜNÜDÜR’
Çerkes Dernekleri Federasyonu Başkanı Dr. Nusret Baş, 21 Mayıs 1864 tarihinin, Rusya için zafer, Çerkesler için yas günü olduğunu belirterek şunları söyledi:
“Bu tarih itibarıyla devleti ve ordusu olmayan bir ülkenin halklarının yarısı Rus ordu birliklerince katledilmiş, hayatta kalanların yüzde 90’ı da vatanından sürülmüştür. Sürgünler inişli, çıkışlı ancak azalan bir yoğunlukla 1917 Bolşevik ihtilaline kadar devam etti. Bu tarihten daha sonraki günlerde vatanını terk etmek zorunda kalanlar ise özgürlükleri ellerinden alınan, Kazak baskısı altında tutulan ve asgari yaşama standartları yok edilen insanlardı. Ana yurttan sürülen halkımızın yüzde 90’ı bugünkü Türkiye sınırı içine göç ettiler. Bugün hayatta olan beşinci ve altıncı nesiller. Hepimiz, atalarımızın yaşadığı vahşeti bilir, acıyı içimizde hisseder ve kültürel mirasa sahip çıkarız.”
‘İçimizdeki yara büyüyor’
Çerkeslerde yüzlerce yıldır değişmeyen özgün aile isimleri ve aile armaları olduğunu, bu sayede kültürel birliğin devam ettiğini dile getiren Dr. Baş, acının yıldönümünde şu bilgileri paylaştı:
“Bu armaları, soyadları her Çerkes bilir. Bizler bu sayede Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra anayurtla ilişkiye geçerek akrabalarımızı bulduk. Dolayısıyla yaralar kabuk bağlamak bir yana kanamaya devam ediyor. Arşiv çalışmaları ve iletişim imkanlarının artmasıyla o güne ait her gün yeni bir belgeye ulaşıyoruz. Facianın büyüklüğünü anladıkça içimizdeki yara daha da büyüyor. Geçtiğimiz günlerde, bir arkadaşımız sürgünde Suriye’ye giden akrabasıyla 1.5 asır sonra gerçekleşen görüşmesini anlattı. Soyadları aynı olduğundan birbirlerini bulmuşlar. Konuşurken büyük dedelerinin kardeş olduğu ortaya çıkmış. Sürgün sırasında kardeşlerden biri Türkiye’de kalmış, diğeri Şam’a gitmiş. Arkadaşımızın büyük dedesi Türkiye’ye geldikten bir süre sonra Hacca gideceğini belirterek yola çıkmış ancak bir daha kendisinden haber alınamamış. Bu hikâyeyi dinleyen Suriye’deki akrabası ise ‘Senin büyük dedenin mezarı Şam’da, kardeşinin mezarı ile yan yana’ cevabını vermiş. Bunun gibi yüzlerce trajik hikâyemiz var. Bu acılar unutulmaz.”
‘Mücadelemiz sürecek’
Çerkeslerin Türkiye’nin asli unsuru olduğunu, Türkiye’ye yürekten bağlı olduklarını sözlerine ekleyen Dr. Baş, sözlerine şöyle devam etti:
“Çerkeslerin kendi içerisindeki ilişkiler ağı gelişiyor. Bu konuda yapılmış araştırmalara ulaşmak artık kolay. Bilgilendiğimiz gibi, hiçbir şey gizli kalmıyor. Anayurdumuzdaki insanlarla görüşüp, hafızalarımızı tazeliyoruz. Dolayısıyla yaşanan faciayı bundan sonra unutmamız mümkün değil. Unutmayınca vazgeçmek de söz konusu olamaz. Anayurdumuz tekrar bizim oluncaya kadar, o topraklarda bizim dilimiz, bizim geleneklerimiz, bizim kültürümüz hakim oluncaya kadar bu mücadele sürecek. Kesinlikle savaştan ve çatışmadan yana değiliz. Tüm bu taleplerimizi demokratik yollarla gerçekleşmesini istiyoruz. Gerek ulusal, gerek uluslararası platformlarda bu konuda Rusya üzerinde baskı oluşturmaya çalışıyoruz. Bir taraftan sürgünde varlığımızı korumaya çalışırken, sahip olduklarımızı çocuklarımıza aktarmaya çalışıyoruz. Kentleşme nedeniyle köylerimiz boşalmış durumda. Bu nedenle bu dili ve kültürü devam ettirebilmek için devlette pozitif ayırımcılık yapmasını istiyoruz. Bize hitap eden bizim dilimizde yayın yapan televizyon kanalları olsun istiyoruz. Kısaca asimilasyon kıskacında yok olmak istemiyoruz. Rusya’dan da aynı şeyleri ama daha bir cesur istiyoruz. Çünkü sürgün edildiğimiz topraklar bizim ana vatanımız.”
YARIN: YARAMIZ KABUK BAĞLAMIYOR