08.06.2021 - 16:22 | Son Güncellenme:
İlk olarak geçen Aralık ayında İngiltere ortaya çıkan alfa varyantı, Türkiye de dahil olmak üzere 50’yi aşkın ülkede tespit edildi ve Nisan ayında birçoğunda baskın hale geldi. ABD’de yapılan yeni bir çalışma, koronavirüsün orijinal halinden daha bulaşıcı olan mutasyonlu virüsün insanların bağışıklık sisteminden kaçabildiğini ortaya koydu.
Bilim insanları, alfa varyantının bağışıklık sisteminin ilk savunmasını devre dışı bırakarak virüsün vücutta hızla çoğalmasına neden olduğunu açıkladı. Bu durumun aynı zamanda alfa varyantıyla enfekte olan insanların hastalığı daha ağır semptomlarla geçirmesine neden olduğu belirtildi.
İngiliz araştırmacılar, Aralık ayında ülkelerinde yeni bir mutasyonlu koronavirüsün yayıldığını keşfetti. Alfa olarak bilinen varyant Nisan ayına kadar, Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkede baskın varyant haline geldi ve o zamandan beri öyle kaldı. Bilim insanları alfanın dünyayı nasıl fethettiğini araştırmaya koyuldu.
ABD’de California Üniversitesi San Francisco (UCSF) tarafından yapılan yeni bir çalışma alfa mutasyonun, insan vücudundaki ilk bağışıklık savunmasını devre dışı bırakarak varyantın çoğalması için daha fazla olanak tanıdığını ortaya koydu. Söz konusu çalışma bioRxiv adlı dergide önizleme olarak yayınladı ve henüz hakem değerlendirmesinden geçmedi.
Çalışmaya dahil olmayan Yale Tıp Fakültesi'nden doktor ve virolog Dr. Maudry Laurent-Rolle, “Bu çok etkileyici. Başarılı bir virüs, bu ilk savunma sisteminin ötesine geçmelidir. Bunu yapmakta ne kadar başarılı olursa, virüs de o kadar iyi durumdadır" ifadelerini kullandı.
Araştırmacılar, alfa varyantının onu diğer koronavirüslerden ayıran 23 mutasyona sahip olduğunu belirterek, varyant İngiltere'de artmaya başladığında bu genetik değişiklikleri incelemeye ve neden diğer mutasyonlu koronavirüslerden daha hızlı yayıldığına dair açıklamalar aramaya başladı.
Pek çok araştırmacı, dikkatlerini koronavirüsü kaplayan ve onun hücreleri istila etmesine izin veren başak proteinini değiştiren dokuz mutasyona odakladı. Bu mutasyonlardan biri, virüsün hücrelere daha sıkı bağlanmasına yardımcı olarak ve potansiyel olarak başarılı bir enfeksiyon şansını artırıyor. Ancak diğer bilim insanları, alfanın insan bağışıklık tepkisini nasıl etkilediğine odaklandı.
University College London'da bir virolog olan Gregory Towers ve meslektaşları, insan akciğer hücrelerinde koronavirus üretti ve alfa ile enfekte olan hücreleri koronavirüsün daha önceki varyantları ile enfekte olanlarla karşılaştırdı.
Towers’ın ekibii alfa varyantı içeren akciğer hücrelerinin, bir dizi bağışıklık savunmasını çalıştıran bir protein olan interferonu önemli ölçüde azalttığını buldu. Ayrıca, alfa hücrelerinde, normalde interferon tarafından çalıştırılan savunma genlerinin, diğer varyantlarla enfekte olmuş hücrelere göre daha sessiz olduğunu keşfetti.
Yani, bağışıklık sisteminin en önemli alarm zilleri, alfa varyantının varlığında zar zor çalıyordu. Dr. Towers, "Alfa varyantı kendini görünmez hale getiriyor" dedi.
Ardından, alfanın bu görünmezliği nasıl başardığını araştırmak için araştırmacılar, koronavirüsün enfekte olmuş hücrelerin içinde nasıl çoğaldığını inceledi. Alfa ile enfekte olmuş hücrelerin, “Orf9b” adlı bir genin çok fazla kopyasını (virüsün diğer versiyonlarından 80 kat daha fazla) yaptığı keşfedildi.
San Francisco'daki California Üniversitesi'nde moleküler biyolog ve yeni çalışmanın ortak yazarı olan Nevan Krogan, “Bu durum olağan dışı. Daha önceki araştırmalarda, Orf9b'nin Tom70 adlı bir insan proteinine kilitlenen viral bir protein ürettiğini keşfetmiştik. Tom70 istilacı bir virüs karşısında bir hücrenin interferon salınımı için esastır” ifadelerini kullandı.
Tüm kanıtları bir araya getiren Dr. Krogan ve meslektaşları, Alfa varyantının çok daha fazla Orf9b proteininin üretimini zorlayan bir mutasyon taşıdığını söyledi. Bu proteinler, insan Tom70 proteinlerini toplayar, interferon üretimini ve tam bir bağışıklık tepkisini azaltıyor. Saldırıya karşı korunan virüsün kendi kopyalarını oluşturma olasılığı haliyle daha yüksek oluyor.
Bununla birlikte, araştırmacılar, enfekte olmuş bir hücre, Orf9b proteinlerini Tom70 moleküllerinden yavaş yavaş çıkarabildiğini söyleyerek, enfeksiyondan yaklaşık 12 saat sonra bağışıklık alarm sisteminin tekrar çevrimiçi olmaya başladığını söyledi.
Dr. Towers, bu gecikmiş bağışıklık tepkisi nedeniyle, "Cehennem başlıyor. Alfa ile enfekte olmuş kişilerin diğer varyantlara göre daha güçlü bir tepki gösteriyor. Viral yüklü mukusları, sadece ağızlarından değil burunlarından da döküyorlar. Bu nedenle, alfa varyantı daha fazla insana kolayca bulaşabiliyor” dedi.
Diğer taraftan, Dr. Krogan'ın ekibi, ilk olarak Güney Afrika'da tanımlanan beta ve Hindistan'da görülen delta olarak bilinen varyant dahil olmak üzere diğer varyantlar üzerinde de benzer deneyler başlattı. İlk sonuçlar onları şaşırttı.
Hem beta hem de delta varyantlarının enfekte olmuş hücrelerde interferonu aşağı çektiği görüldü ancak, bunu hücreleri Orf9b proteinleriyle doldurarak yaptıklarına dair bir işaret bulunamadı.
Dr. Krogan, “Bağışıklık sistemimizi manipüle etmek için kendi numaralarını bağımsız olarak geliştirmiş olabilirler. Hepsi bağışıklık tepkisini farklı şekillerde azaltıyor" açıklamasını yaptı.
Öte yandan, Avustralya'nın Sidney kentindeki Garvan Tıbbi Araştırma Enstitüsü'nde çalışmaya dahil olmayan bir immünolog olan Cecile King, koronavirüsün bu kaçışları nasıl geliştirdiğini anlamanın bilim insanlarının Kovid-19 için daha iyi aşılar tasarlamasına yardımcı olacağını söyledi.
Koronavirüse karşı geliştirilen mevcut aşılar, bağışıklık sistemini virüsün başak proteinlerini tanımaya yönlendiriyor. Ancak Kovid-19'dan doğal olarak iyileşen insanlar üzerinde yapılan araştırmalar, bağışıklık sistemlerinin Orf9b dahil olmak üzere diğer viral proteinleri tanımayı öğrendiğini gösterdi.
Bir dizi araştırmacı, koronavirüs proteinlerinin kombinasyonlarını yeni aşılarda bir araya getiriyor. Ancak dikkatli olmaları gerekiyor, çünkü bazı proteinler aslında bağışıklığı azaltabilir. Dr. King, "Bu oldukça zor bir girişim, ancak daha fazlasını öğrendikçe daha iyi bir aşı mümkün hale geliyor" dedi.
ABD'li iki uzman, koronavirüsün Wuhan'daki bir laboratuvardan sızdığına yönelik iddiaları savunan bir makale yazdı. ABD'nin Wall Street Journal gazetesinde yayımlanan yazı, koronavirüsün genom diziliminin laboratuvar teorisini kanıtladığı öne sürüldü.
ABD istihbarat yetkililerinin de desteklediği laboratuvar teorisi, koronavirüsün, Wuhan Viroloji Enstitüsü'nde yarasa virüslerinin incelendiği bir laboratuvardan sızarak tüm dünyaya yayıldığını ve Kovid-19 pandemisini başlattığını savunuyor.
Independent Türkçe'nin aktardığına göre, son günlerde giderek artan sayıda uzmanın "İddia daha detaylı araştırılsın" demesiyle birlikte bu teori, dünya gündemine oturdu.
İddiayı destekler nitelikteki köşe yazısını ise Kalifornia Berkeley Üniversitesi'nde fizik profesörü Richard Muller ve Atossa Therapeutics'in kurucusu Dr. Stephen Quay kaleme aldı.
İki uzman, laboratuvar teorisini destekleyen kanıtların koronavirüsün genom diziliminde zaten mevcut olduğunu iddia etti.
Gen diziliminde 4 temel harf (A, G, C, U) yer alıyor. Bunlar değişik karbon, hidrojen, nitrojen ve oksijen seviyelerine sahip kimyasal bileşenlerin (Adenin, Guanin, Citosine, Urasil) ilk harflerini teşkil ediyor. Kovid-19 genomu da bu 4 harfin değişik kombinasyonlarla bir araya geldiği 29 bin 903 harften oluşuyor.
İşte o dizilimde yer alan 12 harflik "CCU CGG CGG GCA" bölümü bu virüsün gücünün sırrı olarak kabul ediliyor. Çünkü bu dizilim sayesinde Kovid-19 insan hücresine kolayca girebiliyor.
Bu bölümün ortasındaki çift CGG, yeni tip koronavirüsün son derece bulaşıcı olmasını sağlıyor. Öte yandan Dr. Muller ve Dr. Quay'a göre bu bölüm aynı zamanda koronavirüsün insan yapımı olduğunu gösteriyor.
İki uzman, yeni tip koronavirüsü de içeren virüs sınıfında CGG-CGG kombinasyonunun yer almadığını ifade ediyor. Bu da virüsün, çift CGG kombinasyonunu evrim sürecinde diğer akrabalarından alamayacağı anlamına geliyor.
Çift CGG'nin virüslerde doğal olarak bir araya gelmesi "nadir" bir olay diye niteleniyor. Ancak iki uzmana göre laboratuvar çalışmalarında bunun tersi geçerli. Yazıda konuyla ilgili şu ifadeler yer alıyor:
"(Laboratuvar deneylerinde) çift CGG, tercih edilen dizidir. Bunun nedeni, hazır ve kullanışlı olması ve bilim insanlarının onu yerleştirmede çok deneyimli olmasıdır."
İki uzman buradan hareketle virüsün zoonotik (hayvandan insana geçen) olduğunu savunan bilim insanlarına şöyle sesleniyor:
"Zoonotik kökenli olduğunu savunanlar, yeni koronavirüsün mutasyona uğradığında neden favorisi olmayan bir kombinasyonu, yani çift CGG'yi seçtiğini açıklamalıdır. Neden laboratuvardaki araştırmacıların yapacağı seçimi tekrarladı? Evet mutasyonlar yoluyla rastgele olmuş olabilir. Ama bu kadarı tesadüf mü?"
Öte yandan Dr. Muller ve Dr. Quay'ın dile getirdiği bu iddia, 2020'de laboratuvar teorisinin ortaya atıldığı ilk günlerde de gündeme gelmişti. Bazı uzmanlar bu iddiayı desteklerken bazıları da buna büyük önem atfetmemişti.
Örneğin The Wire'a konuşan Glasgow Üniversitesi'nden virolog David L. Robertson, bu kombinasyonun her ne kadar zor görünse de doğal yollarla bir araya gelmesinin mümkün olduğunu söylemişti.
"Virüsler olağandışı olaylarda uzmandır" diyen virolog, sözlerini şöyle sürdürmüştü: "Bu virüslerde rekombinasyon doğal yollarla çok ama çok sık meydana gelir. Sivri uçlu proteinde rekombinasyon kırılma noktaları vardır. Bu dizilerin olağandışı görümesinin nedeni de bizim yeterince örnek toplamamış olmamız."
Ünlü bir virolog ve California Teknoloji Enstitüsü'nün eski başkanı David Baltimore ise koronavirüsün genetik diziliminde çift CGG'yi gördüğü anda bunun virüsün kökenine işaret ettiğini düşündüğünü aktarmıştı. Baltimore, "Bu özellikler, virüsün doğal kökenli olduğu fikrine güçlü bir meydan okuma" demişti.
Öte yandan Dr. Muller ve Dr. Quay'a göre koronavirüsün laboratuvardan çıktığını kanıtlatan tek şey çift CGG dizilimi değil.
İki uzman aynı zamanda, doğal kökenli olduğu doğrulanan SARS ve MERS'in "insan nüfusunda yayıldıkça, en bulaşıcı formlar egemen olana kadar gelişmeyi sürdürdüğünü" söylüyor.
Buna karşılık Kovid-19'a neden olan Sars-Cov-2'nin tespit edildiği ilk andan itibaren epey bulaşıcı olduğu görülmüştü.
Muller ve Quay işte bu noktalardan hareketle "Bilimsel kanıtlar, virüsün bir laboratuvarda geliştirildiği sonucuna işaret ediyor" sonucuna varıyor.
Ancak Sars-Cov-2'nin tespit edildiği anda son derece bulaşıcı olması daha önce de bazı uzmanlar arasında tartışmalara neden olmuştu.
Laboratuvar teorisine karşı çıkan uzmanlar, virüsün insanda bu denli hızlı yayılma yeteneğini henüz yarasalardayken geliştirdiğini savunmuştu.
Bu teze göre, koronavirüsün insan sıçramadan önce büyük bir değişim geçirmesine gerek yoktu çünkü zaten insan hücrelerine etkili bir şekilde saldırma yeteneğine sahipti.
Kovid-19 hastalığına neden olan Sars-Cov-2'nin kökenine dair iki temel teori var. "Doğal köken teorisi" diye anılan ilki, virüsün zoonotik (hayvandan insana geçen) bir patojen olduğunu savunuyor. Buna göre koronavirüs, yarasalarda yıllar boyunca evrimleşti ve başka bir hayvan aracılığıyla insana sıçradı. Sıçramanın meydana geldiği en olası mekanlardan biri de Vuhan'daki ıslak hayvan pazarı olarak belirlendi.
Laboratuvar teorisinde ise Kovid salgınının, bilim insanlarının yarasa kaynaklı virüsleri araştırdığı Wuhan Viroloji Enstitüsü'nde başlamış olabileceği öne sürülüyor. Bu laboratuvarda olası bir sızıntıyı engellemek için katı protokoller uygulanıyor. Ancak teoriye göre temel bir insan hatası, koronavirüsün kaçmasına neden olabilir.
Laboratuvar teorisini destekleyenlerden çoğu, virüsün bir kaza sonucu sızdığını düşünüyor. Fakat bazı komplo teorisyenleri, Çin'in virüsü bilerek sızdırdığını iddia ediyor.