12.09.2021 - 07:06 | Son Güncellenme:
1976 yazında Almanya’da doğdum. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Kapadokya Üniversitesi Turist Rehberliği Bölümü mezunuyum. 2000’li yılların ilk yarısından bu yana çeşitli seyahat yayınlarında editörlükten yöneticiliğe kadar pek çok görevde bulundum.
Türkiye’nin “En İyi Seyahat Yazarları” Yarışması’nda ilk üçe girdim. Bugüne dek aralarında İngiltere’den The Daily Telegraph, Fransa’dan Le Figaro, Körfez ülkelerinden Gulf News ve The National; Rusya’dan Pravda ve Kommersant; Almanya’dan Die Welt, Hollanda’dan Levenin Turkije, Kuzey Kıbrıs’tan Caretta’nın da aralarında bulunduğu 20’den fazla gazete, dergi ve internet sitesi için içerik hazırladım.
Neredeyse çeyrek asırdan bu yana Türkiye’yi köşe bucak geziyorum. Doğrusu, “Arabayla Anadolu” kitabını yazmak için yola çıkmadım. Zaman içinde aldığım notlar, biriktirdiğim deneyimler ve hikâyeler öylesine çoğaldı ki bunların kaybolup gitmesini istemedim. Yol aldıkça bu bilgileri bir kitapta toplamaya karar verdim.
Yayınevim de bu fikre sıcak bakınca çalışmaya başladım. Onca yoldan geriye kalan yüzlerce notu, anıyı ve deneyimi süzmek, elbette hiç kolay olmadı. Pandeminin ilk günlerinden beri âdeta mühendis titizliğinde çalıştım, sabahladığım günlerin ve tükettiğim kahve fincanlarının sayısını unuttum. Nihayet ortaya, “telaşın ve hedonizmin uzağında, doğanın ve kültürün yanında” olan 300 küsur sayfalık bu yol kitabı çıktı.
Diğer yandan uzun keşif yolculukları her zaman konforlu anlar vadetmiyor maalesef. Ancak seyahatler, çoğu zaman zorluklarıyla da anlatılmaya değer anılar bırakıyor. “Arabayla Anadolu” için kat ettiğimiz yollardan kalan aşınmış tekerleklerimiz, hiç hesaba katmadığımız zorlu zamanlara da tanıklık etti: Çamura saplandık, otomobilimizin silecekleri çalındı, kaldığımız pansiyonun üzerinden dev hortum geçti, aç yaban domuzu sürüsüyle çevrelendik, depomuzdaki benzinin son damlalarıyla ıssız dağ yollarını aştık. Müthiş güzellikler de yaşadık: Sandviçlerimizi paylaştığımız gezginlerle unutulmaz dostluklar kurduk, yeni başlayan bir orman yangınını erken fark edip büyük bir faciayı önledik, dünya güzeli kasabalar ve mekânlar gezdik.
“Arabayla Anadolu”, Türkiye’nin batısındaki 22 seçkin rotayı kapsıyor. Uzunlukları 200 ile 400 kilometre arasında değişen bu rotaları belirleyebilmek için yaklaşık 22 bin 200 kilometre mesafe kat ettim. Bu deneyimden sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki yol öğretir, zihin açar ve doğay, insanlığa karşı sorumluluklarımızı hatırlatır.
Bir ağacı, kültürü ya da anıtsal yapıyı sevmeniz için önce onunla tanışmanız gerekir. Bu da en iyi yolda yapılır. Arabayla seyahat ise önünüze her daim yeni sürprizler çıkarır. Bazen güzergâhınızı aniden değiştirip ara yollara saparsınız ve hiç beklemediğiniz keşifler yaparsınız. Çünkü yol, çoğu zaman doğaçlama tercihlerinizle renklenir. Unutmayalım tali yollar, otobanlardan daha eğlencelidir.
Pandemi süreci, birçok konuda olduğu gibi seyahat alışkanlıklarımızı da değiştirdi. Artık doğanın huzur veren dinginliğini alabildiğine hissetmek, bir kamp ateşinin çıtırtısında yıldızlarla dolu gökyüzünü izlemek ve ertesi güne okuyarak, yüzerek ya da çevre gezileriyle başlamak hemen herkesin hayali... Bunu yaşamanın en iyi yollarından biri ise otomobil veya karavan yolculukları.
Türkiye’de karavan kültürüne yönelik girişimler yeni değil. Kamp ve Karavan Derneği, 1966 yılında beri faaliyetlerini sürdürüyor. Ayrıca Trakya’dan Antalya’ya uzanan tam dokuz derneğin oluşturduğu bir de Ulusal Kamp ve Karavan Federasyonu'muz var. Resmî rakamlara göre halen Türkiye’de 5 binden fazla karavan dolaşım halinde.
Aracını karavana çevirenler buna dahil değil. İstatistikler, ülkemizde karavana yönelik talepte geçtiğimiz yıla kıyasla yüzde 30'luk artış olduğunu gösteriyor. Araştırmalara bakılırsa bugün Türkiye nüfusunun dörtte biri, potansiyel karavan müşterisi... Ayrıca konuya ilişkin yayımlanan güncel analizler, artık karavan hayatının emeklilik rüyası olmaktan çıktığını ve son dört yıldır, 25-45 yaş grubu beyaz yakalı çalışanların bu kültüre ilgiyle yaklaştığını gösteriyor.
Açıkçası en çok “Ege’nin arka bahçesi” olarak tanımladığımız, az bilinen antik kentleri buluşturan güzergâhları seviyorum. Karia Yolu’nun üç harikasını bir araya getiren Stratonikeia - Lagina - Gerga rotası, bunlardan biri. Bu etkileyici rotanın en çarpıcı yerlerinden biri ise Uyku Vadisi... Milas’a yolum düştüğünde hep buradaki kalış süremi uzatmaya çalışır, önce ilçe merkezini gezer, ardından kendimi köylere, kırlara sererim. Son gittiğimde Milas’ta biraz vakit geçirdikten sonra, yakınlardaki Uyku Vadisi’ne uzandım.
800 kilometrelik uzunluğuyla Türkiye’nin en iyi yürüyüş güzergâhlarından biri olan Karia Yolu’nun en huzurlu köşesinde, renk renk çiçekler arasında tarihi değirmenler ve sanat galerisi gibi mağaralar keşfettim. Eski eşkıya hikâyelerine kulak kabarttım. Peki buraya neden bu isim verilmiş biliyor musunuz? Şöyle ki Osmanlı'nın son zamanlarında bölgede varlıklı Yahudiler yaşarmış. Bir gün bir grup haydut, bölgeye gelip zenginlerin evlerini soymuş.
Mağdur Yahudiler, hemen kolluk kuvvetlerinden yardım istemiş. Zabitler, haydutların peşine takılmış ve zorlu bir kovalamaca başlamış. Günler süren koşuşturmacanın sonunda zabitler, heybetli bir ağacın altında yatan hırsızları fark edip, onları kıskıvrak yakalamışlar. Haydutların rahatlığı ve ulu orta serilip yatmaları zabitleri çok şaşırtmış. Onlara yakalanmaktan neden korkmadıklarını sormadan edememişler. Haydutlar, son derece pişkin bir tavırla "Bu cennete gelip de tatlı bir uykuya dalmamak ne mümkün" diye yanıt vermişler. Bu hikâye zamanla ağızdan ağza yayılmış, vadinin adı da Uyku Vadisi olarak kalmış.
Açıkçası bölgesel olarak belirgin bir ayrım yapmak istemem. Çünkü Türkiye’nin ve yeryüzünün hemen her köşesi, benim için özel, dikkate değer ve etkileyici... Anadolu, muazzam ve keşfedilmeye değer bir coğrafyaya sahip. Anadolu’da tanımaya değer bir sürü insan, şaşırtıcı hayvanlar, tatmaya değer yiyecekler, heyecan verici meslekler ve muhteşem bir ahenk var.
Trakya’dan Anadolu’ya yol alarak çift kişilik sakin koylara ve asırlık çınarların koyu gölgelerine rastlayabilir; hamakta öğle şekerlemeleri yapabilir; muhteşem gün batımları izleyebilir ya da salaş kır lokantalarına uğrayabilirsiniz. “Arabayla Anadolu” kitabını yanınıza almanızı tavsiye ederim. Bu yol kılavuzu ile Gelibolu tarihi savaş alanlarından Kazdağı köylerine, doğal şifa adreslerinden Ege sahillerine Türkiye’nin batısını sindirerek keşfedebilirsiniz.
Yurt dışından ülkemize gelen kültür turizmi odaklı turistlerin oranı, yüzde 5 ile 10 arasında değişiyor. Bunu mutlaka artırmamız lazım. Bunun yolu da elbette doğru tanıtım kaynaklarını kullanmaktan geçiyor. Türkiye, deniz - güneş - kum eksenli tatil konseptiyle sınırlı kalmamalı. Turizmini çeşitlendirip, dört mevsime yaymalı. Özellikle gastronomi turizmine yatırım yapılmalı.
Örneğin Kapadokya’da turizm, vizyon sahibi ailelerin butik yatırımlarıyla yükselişe geçmişti. Bu tür insanlar, ülkemizin dört bir köşesi için teşvik edilmeli. Türkiye’nin geleceği kitle turizminde değil, butik turizmde. Tabii en önemlisi de “yeşil seyahat” dediğimiz sürdürülebilir turizmi, tüm unsurlarıyla hayata geçirmekte. Gelecek, temiz enerji kaynaklarını kullanan, dönüştürülebilir ürünleri tercih eden, karbon salınımını sıfırlayan ya da en aza indiren, çevre bilinci yüksek turizmcilerin olacak.
Karavan üreticileri, Türkiye’nin bu tür seyahatler açısından çok büyük potansiyel taşıdığını, kamp seçeneklerinin çeşitlenme hızının artırılmasıyla ülkemizin Avrupa’nın karavan üssü olabileceğini belirtiyor. Çünkü karavanlar, seyahatin en özgür halini sunuyor desek sanırım abartmış olmayız. Gerçekten de karavan tatilleri, doğayla iç içe bolca vakit geçirme ve istenildiği zaman yer değiştirme olanağı sunuyor.
Karavan tutkunlarına göre bu tür seyahatler hem pratik hem de son derece eğlenceli. Günümüzdeki karavan teknolojisi, insanın ihtiyaçlarını en küçük ayrıntısına kadar düşünmüş ve olağanüstü bir dizayn ustalığıyla çözmüş. Modellerine göre uzunlukları 5 ila 7 metre arasında değişen bu hünerli araçlar, onlara yakıştırılan “14 kollu dev” tanımlamasına uygun düşüyor. Ayrıca kalorifer tesisatı sayesinde dört mevsim tatile çıkma ayrıcalığı da cabası…
Özetle karavan kamplarının sayısı ve hizmet kalitesi artar ve çeşitlendirilirse Türkiye bir karavan ülkesi olabilir. Şunu da eklemek isterim: Sektör profesyonellerine göre Türkiye’nin turizm hedeflerine ulaşabilmesi için karavancılardan elde edilecek gelirlerin çok büyük önemi var. Zira Batı ülkelerinin karavan turistleri, araç başına günde ortalama bin euro harcıyor.
Gerçekten de mevsimin renkleri, yola çıkmak için başlı başına iyi bir sebep sunuyor bizlere... Ormanları, millî parkları, gölleri, ıssız sahilleri ve dağ yollarını buluşturan rotalar izlenerek sonbaharın keyfi sürülebilir.
Bu doğal alanlara varınca yapılacak ilk iş, uzun uzun sessizliği dinlemek olmalı. Örneğin Anadolu’da bir gölün huzur dolu dinginliğini hissedince insan, kendini ağaçların altına atmak, yaprak öbeklerinin üzerinde yuvarlanmak, sazlıkları örten sisin arasında kaybolmak, doğanın sesine kulak vermek ve hayallere dalarak hayatın gerçekliğinden uzaklaşmak istiyor.
Bir kelebeğin renklerinin peşinden gidebilmeye, dört yapraklı bir yoncayla umutlanabilmeye ve bir uğur böceğiyle dost olabilmeye çağıran doğa... Emin olun yola çıktığınızda ağaçların koruyucu perdesinin ardında ülkemizin göllerinden en az birinin ışıltısı, saf ve parlak yüzüyle gülümseyecek size de. Çevrenizde heyula gibi yükselen dağlar nedeniyle aşağılarda olduğunuzu hissetmeniz gayet normal burada.
Göl imgesi çukurluk bir alanı, kıyıda olmayı çağrıştırıyor ne de olsa… Size de bu benzersiz doğa şölenin keyfini sürmek düşecek. Şunu da vurgulamamız gerek... Her şeyden önce trafik kurallarına uygun güvenli sürüş çok önemli. Yola çıkmadan önce aracınızın lastiklerini mutlaka kontrol edin. Mevsim koşulları için ideal lastikler kullanın. Diş derinliği, dört mm’nin altında olan lastiklerle yola çıkmayın.
Aracınızın periyodik bakımlarını aksatmayın. Sorunsuz bir seyir için 2-3 saatte bir en az yarım saatlik molalar verin. Mutlaka emniyet kemerlerinizi bağlayın. Mümkünse fosil yakıtlar yerine temiz enerji kaynaklarını sarf eden araçlar tercih edin.
İklim krizi, küresel ısınma, karbon salınımı gibi insanlığı tehdit eden sorunlara karşı bilinçlenmeyi ve bilinçlendirmeyi ilke edinen doğa ve kültür odaklı yolcuklara çıkmayı hedefliyorum. Geldiğimiz noktada artık çevreci olmamak gibi bir lüksümüz yok. Ormanlarımıza, akarsularımıza, canlılar âlemine ve ekolojik bütünlüğe sahip çıkmalıyız. Bu noktada herkese görevler düşüyor. Gelecek rotalarımda Doğu ve Güneydoğu Anadolu üzerine ağırlık vermeyi düşünüyorum. Hem belki yollarda karşılaşırız, neden olmasın...