01.05.2023 - 04:16 | Son Güncellenme:
Suha Özkan Hon. F AIA/ suhaozkan@yahoo.com- Yurdumuzda, hemen her bölgede sık sık başımıza gelen böylesi felaketlerin önlenmesi için bilgi ve deneyim yoksunluğumuz yok. Tüm mühendislik, mimarlık ve kent planlaması konularında yıllar boyu edinilen birikim yeterli olmanın ötesinde derindir. Üstelik en üst düzeyde kurumsal oluşumlar vardır. Artık bıktırıcı bir yineleme olan “Deprem değil, yapı öldürür” sloganı doğrudur ve sorunun kaynağını da çözümü de içermektedir. Kanayan bir yara olan, yeterince ciddi uygulanmayan yapı yönetmeliklerini ve denetimi bir yana bırakırsak betonarme ve yığma yapı teknikleri yerine daha esnek gereçlerin kullanımı, yeterli nitelikte olmayan yapılarda bile blok halinde çökmeleri önlemektedir. Bunun en yakın örneğini İran’da izlemekteyiz. Oradaki depremlerde yıkım kentsel alanlarda değil, artık yoğunlukla kırsal alanlarda olmaktadır. Çünkü en yaygın yapı gereci, şok emici niteliği olan ve dağılmayan çelik yapı sistemleridir. Bir başka unsur da yapı denetiminin etkinliğidir. Kısacası yapı denetimi bürokrasi ile çözülemez. Bilindiği gibi bir yapı geçekleşene değin bir yığın denetim, imza ve mühürleri ile denetlenmekte(mi?)dir. Oysa yapılar, sağlam yapıda sorumluluğu ve maddi çıkarı olan bir sistem tarafından denetlenmelidir. Bu süreç gerçek değeri üzerinden yapılacak “yapı sigortası”dır.
Avrupa’da “Sigorta Sağlamlık Belgesi” olmadan herhangi bir yapıya ipotek ya da oturma izni verilmesi olası değildir. Sorumluluk o kadar önemlidir ki, sigorta şirketleri denetim dışında, kendileri de bankalar gibi ipotek vererek mali destek vermeye bankalar gibi yetkilidirler. Bu konuyu 1970’li yıllarda rahmetli Profesör Rıfat Yarar’ın başkanlığındaki Deprem Konseyi üyeliğimiz süresinde önerdik. Ancak 1999 Yalova depremi sonrası ciddiye alınıp zorunlu kılındı. Ama ne yazık ki mali ve teknik açılardan yetersiz, sorumluluk almayan, teknik incelemeye girmeyen, göstermelik bir başka bürokratik süreç haline dönüştü ve sağlam yapı üretimine bir katkısı olamadı. Bir başka önemli konu çimentonun 50 kg’lık torbalarda perakende satılabilmesidir. Hassas kimyasal bir süreç gerektiren betonun, herhangi bir uzmanlığı ya da bilgisi olmayan kişiler tarafından “göz kararı” hazırlanmasıdır. Oysa betonun belirlenen standartlarda hazırlanıp şantiyeye uygun koşullarda sağlanması, sadece yetkili hazır beton santrallarından edinilmesi olmalıdır. Beton sağlayan santral yetkilileri, ek olarak teçhizat denetimi ve kaydı yapmakla yetkilendirilmelidir. Kısacası trajik ve ölümcül olan kof beton ve kumdaki deniz kabukları önlenebilir. Kanayan bir yara ise müteahhitlik yetkisidir. Yıllarca söyleyegeldik. Hiçbir eğitim, deneyim önkoşulu olmayan bu meslek ve yetki sadece “vergi tabelası” karşılığı edinilmektedir. Yetkisi sonsuzdur. Ama sorumluluğu neredeyse yoktur. Sonunda, nüfusları bizimle kıyaslanabilecek gelişmiş ülkelerde binlerle anılan müteahhit sayısı bizde on binleri geçmektedir. Bizdeki sayılar ve yetkilendirme yetersizliği artık günlük basında bile alay konusu olmaktadır. Kısacası pek hayati önemi olmayan berberlik için aranan eğitim ve yeterlik düzeyi, canımızı teslim ettiğimiz yapı müteahhitliği için yoktur. Bir başka önemli konu ise barınmadır. Yaşadığımız son depremler gösterdi ki, artık niteliği ne olursa olsun çadır ancak birkaç günlük bir barınma çözümüdür. Dünyanın birçok ülkesinde ucuz ve taşınabilir treyler evler bir yaşam tarzı olarak benimsenmekte ve nitelikli barınaklar sağlanmaktadır. Geçen yüzyılda ulaşım ve taşıma sektöründe gelişen özellikle su yalıtımı çok iyi olan konteynerler hacim olarak yeterli ve biraz tasarım uygulaması ile de konforlu yarı kalıcı konut birimleri olabilmektedirler. 6 Şubat depremi sonrası özellikle dış etmenlerden koruma nitelikleri nedeni ile en çok tercih edilen barınma ortamları olmuşlardır. Artık çadır devri bitmek durumundadır. Türkiye’nin endüstriyel kapasitesi içinde çok sayıda üretilip stoklanmalıdır. Konu barınak ve yaşam olduğu için kısıtlı ve dar alanda yaşam koşullarını kolaylaştıracak tasarım süreçlerinin devreye sokulması şarttır. Kısa bir internet taraması bize bu yaşam tarzının nitelikli tasarım ile bütünleştiğinde ne denli hoş ortamlar yaratacağını gösterebilir. Dolayısı ile düzgün kentsel planlama ve sağlıklı altyapı ile sürdürülecek yaşam yeni konutların edinilmesi için zaman tanıyacaktır. Şu anda karşılaştığımız durum, bu birimlerin bir planlama mantığı ve birlikte yaşama ortamı yoksunluğundan dolayı aceleye getirilmesidir. Oysa hem altyapı hem dolaşım hem de mekansal birliktelik önceden öngörülüp planlanabilecek konulardır. Kısacası nitelik düşüklüğünden dolayı çadır ve gereksiz derecede pahalı olan prefabrik yapılar geçici barınma çözümleri olarak önemlerini yitirmişlerdir. Konteynerler depreme hazırlıklı olma amacı ile de bir an önce kentlerimizde kullanılmalıdır. Bunun için Murat Karayalçın’ın Ankara’da başlattığı, sonra birçok kente yayılan Tarımsal Uğraşı Kulübeleri (Hobby Gardens) yerine konteynerler kullanılabilir. Yerel yönetimlerin, bedelsiz olarak tapulu değil kullanım hakkı olarak 10-20 yıllık süre için vereceği 150 metrekare parsellere su sağlayıp, elektriğin güneş panelleri ile üretileceği bazı ortak tesislerin olduğu barınak grupları olarak planlanabilirler. Halen insanların büyük özlemleri olan apartman ortamından çıkıp kişisel tarım ve doğal çevreyle bütünleşmek için hafta sonu yaşam ortamı yaratırken olası (dileğimiz) “olmayası” afet durumunda hazır barınma ortamları sağlanabilir.