30.07.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Ege Doğaç Erdoğan - Bu süslü kelimelerin anlatmak istediği aslında liberal demokrasinin en temel paradoksudur. Bir yanda halkın egemenliğini eline alıp kendi kendini yönetme hakkı vardır; öte yanda, bireysel temel hak ve özgürlükler anayasal güvence altındadır. Diyelim ki bir referandum yapıldı ve çorapla sandalet giyme yasağı gelsin mi diye halka soruldu. Bırakın yüzde 51’i, halkın yüzde 99,9’u bile evet yönünde oy kullansa bunu anayasal bir demokraside yapamazsınız. Liberal, bir başka deyişle anayasal demokrasiler, rasyonel, objektif, evrensel hakikatler üzerine kurulmuştur. Halk ve devlet kurumları bu hakikatlere aykırı davrandığında sistem çöker. Bunun önüne geçmek için de yasa koyucuyu ve uygulayıcıyı denetlemek için yüksek (anayasa) mahkemeleri oluşturma fikri doğmuştur. İşte İsrail’de Yüksek Mahkeme’nin yasaların ‘akla yatkın’ olup olmadığına hükmetme yetkisinin elinden alınmasının neden varoluşsal bir demokrasi krizi yarattığını bu şekilde açıklayabiliriz.
Binyamin Netanyahu’nun liderlik ettiği hükümetin yargı reform paketi aylardır gerginlik yaratıyordu ve protesto ediliyordu. Netanyahu tasarının oylanmasını erteledi ancak en nihayetinde ilk etapta Yüksek Mahkeme’nin Meclis (Knesset) kararlarını denetleme yetkisini büyük ölçüde azaltacak kısım kabul edildi. Burada tabii yolsuzluk suçlamalarıyla yargılanan Netanyahu’nun yargıya karşı kendi çıkarlarını korumak sebebiyle aşırı sağ partileri kullanarak siyasi bir manevra yaptığı yorumları da yapılıyor. İsrail tarihindeki en muhafazakâr ve aşırı sağcı hükümetinin planları sol ve liberal kesimi korkutuyor. İlginçtir, İsrail’in kurucusu olarak kabul edilen David Ben-Gurion İşçi Partisi’ndendi ve sonraları Şimon Peres ile yıllarca aslında sol bir görüşle yönetilmişti ülke. Netanyahu’nun Likud’u merkez sağı temsil etse de 2022’deki seçimlerden sonra Dini Siyonist Parti ve ultra-ortodokslarla koalisyon kurarak Ben Gvir gibi tartışmalı isimleri hükümete sokmuştu. Son yıllarda dünya çapında sağın yükselişi İsrail’i de es geçmedi. İsrail laik ya da seküler bir devlet değil. Ontolojik olarak bu mümkün değil çünkü kuruluş amacı zaten Yahudilere bir vatan oluşturmak. Bu sebeple Yüksek Mahkeme’nin varlığı ve yetki alanının genişliği rasyonalist bir rejimin devamı için ayrı bir öneme sahip.
İsrail, Birleşik Krallık’a benzer bir şekilde yazılı bir anayasaya sahip değildir. (İngiltere’nin desteğiyle kurulduğundan buna şaşırmamak lazım) 14 Mayıs 1948’de yayınlanan Bağımsızlık Bildirgesi’ne göre bir sene içinde bir anayasa yazılması öngörülürken bu hiçbir zaman hayata geçirilmemiştir. İlk Başbakan Ben-Gurion’un Yüksek Mahkeme sosyalist politikaları engellemek için bir dayanak bulur çekincesiyle de yazılı bir anayasa istemediği söylenir. 1995’e kadar Yüksek Mahkeme Meclis kararlarını denetleme yetkisini kendisinde görmez zira bu yetkiyi dayandıracağı bir temel mevcut değildir. Ancak 1992’de temel hak ve özgürlükleri teminat altına alan bir grup yasa meclisten geçince mahkeme 1995’teki emsal Bank Mizrahi kararıyla kendine denetleme yetkisini verir. Benzer şekilde 19. Yüzyılın başında ABD Yüksek Mahkemesi de Marbury v. Madison kararıyla bu yetkiyi kendine vermiştir. Bu şekilde başta bahsettiğimiz demokrasi paradoksunu bir nebze olsun ortadan kaldırmak için yargı hakemlik görevi görecek ve dengeleme fonksiyonunu hayata geçirecektir. Aksi takdirde demokrasi kendi kendini koruyabilme gücünü büyük ölçüde kaybeder zira dünya üzerinde şu ana kadar denenmiş rejimlerin en korunaksızı demokrasidir. Tehditlere çok açıktır çünkü zaten kendi eliyle düşmanlarına toplanma, fikirlerini ifade etme, örgütlenme haklarını verir. Bu çok narin ve ince dengeyi tutturmak demokrasiler için en hayati meseledir.
Üniversite’de sevdiğim bir hocam şöyle derdi: “özgürlük gece saat 4’te yollar bomboşken kırmızı ışıkta durmaktır”. Özgürlük serbestiyet demek değildir. Bireyler nasıl yasaların denetimi altında sınırlarını bilmek zorundalarsa devlet kurumları da rejimin sağlığı için kendi limitlerinde kalmakla mükelleftirler. ABD’de Trump, Brezilya’da Bolsanaro şahsi siyasi emelleri uğruna rejimi tehlikeye sokacak girişimlerde bulunmuş, hassas dengeleri sarsmışlardır. Raison d’etat yani hikmet-i hükümet argümanını devletin değil kendi çıkarları uğruna yozlaştıran bu iki siyasi figür gibi Netanyahu da çok tehlikeli bir oyun oynamaktadır.