08.06.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
- İlk filminiz “Yemekteydik ve Karar Verdim” bir aile filmiydi. “Bağcık”ta da merkezde yine aile var. Nedir sizi aileyi anlatmaya yönelten?
Biz ekip olarak aileye, ailenin iyileştirici yönlerine inanan ama diğer yönlerini de görebilen insanlarız. Bu yüzden ilk filmde, ailenin içine daldık. İkinci filmdeyse bir aile oluşturmak istedik. “Bağcık”ta bir aile yok aslında, bir ailenin kuruluş hikayesi var. Ve aile bağından hareketle bağcık konuldu ismi; aynı zamanda bir çocuğun ayakkabı bağlama hikayesiyle birleştirilerek. Bize verilen aile mi ailedir yoksa aileyi kendimiz kurabilir miyiz? Biraz aileyi oluşturma çabasının umutlu tarafını gördük burada. Diğer filmde çok umutlu olamayabilen bir yönden bakmıştık. Şu an iki uzun metraj hazırlığımız daha var. İkisinde de yine aile var ama bu kez fonda.
- Filmde engelli bir amca, yeğenleri Alin ve Derin ve onlarla ilgilenmek üzere gelen bir kadının hikayesini izliyoruz. Çocukların rol alması aile hissiyatını güçlendiren bir şey mi sizce?
Aile toplumun en küçük birimi. Hepimiz toplum içinde yaşıyoruz ve yalnız değiliz. Yalnız olmayı tercih ettiğimizde bile değiliz. Bu nedenle bir erkek ve bir kadın, bir yaşlı kadın ve genç bir erkek ya da yaşlı bir erkek ve evlat edindiği bir çocuk... Bunların hepsi, 3 ya da 4 kişi olmaları gerekmeksizin aile. Hayatta birlikte olmayı tercih eden iki kişi de bir aile bence. Sevgili olmak ya da seçtiği babası olmak... Aileden anladığımız tabii ki genel anlamda ebeveynler ve çocuklar ama sırf ebeveyn olan bir yapıya aile dememek de insafsızlık olur. Çünkü bu, birlikte yaşamak, birlikte üretmek, hayatı birlikte paylaşmak, herkesin birbirini geliştirmesi, aynı yerde yürümekten keyif almak ve pek çok şey daha anlamına geliyor benim dilimde. İnsan yalnız da yaşayabilir, birilerini de seçebilir ya da aralarına geldiği kişilerle devam edebilir...
- Şanslıysa...
Şanssızsa, bir ailesi yoksa, kimsesizse örneğin, bizim hikayemizdeki kızların anne babasını kaybettiği gibi, birilerini de kendine seçebilir. Çünkü “Bağcık”ta Alin’le Derin, Kanada’daki anneannelerine gönderilmek üzere Bodrum’daki amcalarının yanında bir süre kalacaklar. Ama kızların asıl ne seçtiği önemli. Çocuklara bu hikayede bu rolü biçmemizi de önemli buluyorum ben. Çocuklara seçemezsin diyen bir toplumda, seçebilen iki çocuk karakterimiz var.
- Çocuklar amcaları Turgut’un kararını sorguluyor bu anlamda.
Turgut hiç düşünmüyor, çocukların kendisiyle kalabilme ihtimalini. Engelli olduğu için onlara bakmak aklının ucundan bile geçmiyor. Transfer görevini üstleniyor sadece. Ama işte hayat bazen öyle güzel sürprizler sunuyor ki insana, çocuk gibi sorgulamaya başlıyorsunuz. Turgut’un mutluluğunu çok seviyorum bu yüzden. Okur yazar, hayatını bilen, iyi yaşayan biri. Ah vah diyip bunalımlar içinde de yaşayabilirdi... Çünkü bunu kabullenme biçimleri çok farklıdır. Bazıları her şeyi karamsar algılar ve çöker. Bazıları hayata tutunur ve kendi yaşam biçimini yaratır. Bu yüzden filme mavi-beyaz renklerin hakim olmasını, anamorfik lenslerle geniş görüntüler elde etmeyi istedik; çünkü hayat geniş, bakabildiğimiz kadar geniş.
- Alin ve Derin, aynı zamanda kuzenleriniz. Filme nasıl dahil oldular?
Alin ve Derin, amcamın kızları. 2-3 yaşından beri benimle birlikte oyunculuk çalışıyorlar. İlk filmimizde de yer almışlardı. Çok yakın bir ilişkimiz var. Sanatla ilgililer. Ve film için çok çalıştılar. Hem çekimlerde hem öncesinde. Sette onlarla olmak da çok zevkliydi, filmdeki diğer çocuklarla olduğu gibi.
- Kuzenlerinizle ilişkiniz de düşünüldüğünde siz aile içindeki rolünüzü nasıl tanımlarsınız?
Ben Egeliyim. Ailemizde çok fazla sanatçı var. O yüzden ailenin iyileştirici taraflarıyla büyüyen şanslı biri oldum. Mesela amcam, Şuayip Yeltan, bas gitarist ve iç mimardır ve üzerimizde çok emeği vardır. Mehmet Güreli’yle tanışmamın da nedenidir, çünkü aynı grupta çalıyorlardı. Bu yüzden benim, aileyle birlikte film izleyen, tiyatroya giden, konser dinleyen bir çocukluğum oldu, şu anda da Derin ve Alin o iyileştiricilik içinde. Çünkü ailemiz birbirine bağlı bir aile. Herkesin kendi seçtiği yolu iyi katetmesini isteyen bir aile. Biz de bu görevimizi küçüklerimize aktarmaya çalışıyoruz.
- Filmde sürpriz bir şekilde Okan Yalabık’ı, Mehmet Güreli’yi de görüyoruz. Nasıl bir set ortamınız vardı?
Şu an yapım şirketi olarak üçüncü uzun metrajımızı bitirdik.Ve her filmimizde çok sevdiğimiz, bize destek olan dostlarımızla, abi, abla ve kardeşlerimizle çalıştık. Aileyle yani. O yüzden çok şanslıyız. Her şeyi kendi bütçemizle yaptık. Zor bir yolculuktu ama çok desteğimiz olduğu için bir o kadar güzeldi. Bütün arkadaşlarımızın çocukları da setteydi. Biri kameranın üstünde oturuyordu, diğeri ışığa yardım ediyordu. Şimdiden özlediğimiz bir set oldu.
- Bu ikinci yönetmenlik deneyiminizdi. Nasıl tarif edersiniz?
İlk filmde zorlandığım şeyler çok fazlaydı, bunun nedeni de Türkiye’de sinema ve TV sektörü içindeki yapının çok erkek olmasıydı. İlk filminizde onu aşmak gerçekten zor. Sistem erkeklerle yürüdüğü için, “O kadın, onun dediği olmaz” gibi yaklaşımlarla karşılaşabiliyorsunuz. İlk filmde bu beni çok şaşırtmıştı. Ama ikinci filmde, artık ilk filminizi çekmiş birisiniz. Ve de ilk filmden farklı olarak sadece oyunlarla değil, ekibin tamamıyla çok yakındık, düşecek olsam beni tutar dediğim insanlardı hepsi. Ve bütün set olarak bu filmi yapmak istiyorduk. İlk filmde yer yer hissetmediğim bir şeydi bu.
- Oyunculuk, şarkı yazarlığı, çocuk edebiyatı, yönetmenlik ve birçok şey daha. Bu çok yönlülüğü mümkün kılan motivasyon ne sizce?
Üretmenin verdiği mutluluk bence. Bir yaşam biçimi haline getirmek. Bütün bu saydıklarımız da birbirinin içinden çıkan şeyler zaten. Çünkü sanatsal herhangi bir üretime geçen biri diğer alanlara da bakmak durumunda. Çünkü bu yoldan geçen, şu anda yaşamayan ama aslında bizim gerçek dostumuz olan insanlar var ki, onlardan beslenmek zorundayız. Bize kapıları açan onlar. Bu yüzden her şey birbirinin içinde.
- Bu üretme hali hayatınızın ne kadarını kapsıyor?
Bence, hayatımızın tamamını kapsıyor. Yaptığımız her şeyde, aldığımız her derin nefeste bu üretim var. Bilincimiz dahilinde değil belki ama var mutlaka. Bunu tüm ekibimiz için de söylüyorum. O kadar çok projemiz var ki... Benim, Mehmet’in, diğer arkadaşların... 100 yaşına kadar yaşasak hepsini yapma ihtimalimiz yok. Şu anki durumumuzda hesap bu... Zamanımız kısıtlı ve çok çalışmamız lazım.
“Küçümsemek için çoluk çocuk işi diyen bir ülkeyiz”
- Daha çok oyunculuk kariyerinizle tanınıyorsunuz ama 20 tane de çocuk kitabınız var, çocuk şarkılarınız var ve yurtdışında çocuk filmleri festivalleri jürilerinde yer alıyorsunuz. Türkiye’de çocukla ilgili üretimi nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’de genel geçer algılandığı gibi “çoluk çocuk işi” diye tabir edilen şeyler değil bunlar, sanatın dalları içinde çok ciddi çalışılan ve hayal güçleriyle örülen sanatsal işler. Örneğin “Bağcık”, karakterlerin çocuklarla kurduğu bir ilişki olduğu için çocukların da izleyebileceği bir film ama çocuk filmi değil. Buradaki ayrım, çocuğun hayal dünyası ve çocuğun olduğu yerden anlatılan bir hikaye olmasıdır. Bizde pek çok boşluk var çocuk alanında. Çocuk filmi çekilmiyor ve bununla ilgili bir sektör düşü de yok. Çabalar var ama emekleme çağının gerisindeyiz. Çocuk edebiyatı için de benzer durum geçerli, bizim çocukluğumuza göre daha şanslı bir dönemdeyiz ama bir yandan da dünya çocuk edebiyatında öne çıkmış, dünyadaki çocukların tanıdığı bir karakterimiz bile yok. Çünkü bir şeyi küçümsemek için çoluk çocuk işi diyen bir ülkeyiz.