22.01.2024 - 01:00 | Son Güncellenme:
Abdullah Yalın Karadağ | yalinkaradag@gmail.com - Yolculuğun, seyahat etmenin insan hayatında sağaltıcı bir etkisi vardır. İki yönlü olarak düşünülürse; yeniden düşünme ve düşleme açısından yolculuk ve gerçeklikte yolculuk. İkisinin de kendi özelinde ayrı güzellikleri olsa da düşleme yani tasavvur yolculuğunun etkisi her zaman daha fazla olmuştur. İznik bu anlamda insanın kendisini bambaşka bir âlemde bulacağı yerlerden birisidir. Öyle ki birçok seyyahın güzergâhı ve seyahatnâmelerin başşehirlerinden olan İznik’te yol aldıkça, bu tarih ve medeniyet kentinde üzerinizdeki bütün olumsuzlukların emildiğini hissediyorsunuz. Devlet-i Aliyye, geri çekilmeye başladıktan sonra neredeyse her milletten muhaciri getirip yerleştirmiş buralara... Özellikle Balkanlar ve Kafkaslardan. İznik’in köyleri Balkan sokaklarını hatırlatır size. Kahvehanelerinde hâlâ ana dilde konuşulur. Bulgar muhacirlerinin ikamet ettiği köyden yukarı doğru bakınca bir Arnavut köyü, daha ileride Çerkez köyü görülebilir; dağın bir yamacında Arnavut öbür yamacında Boşnak köyü, yakınlarda bir Pomak köyü ve karşı tepelerde Gürcü köyleri sıralanır. Hepsi dilleri Türkçe olmayan ama sırf Müslüman oldukları için “Türk” denen, kendi milletlerinden, vatanlarından dışlanan, zulüm gören muhâcirlerin getirilip yerleştirildiği köyler... Zahmetli dağ yollarının sonunda yüksek, çok yüksek ve hâkim bir tepeden an- sızın görünüveren eşsiz İznik Gölü’nün kıyısında usulca dinlenen sakin ve tarih şehri İznik. Civarındaki İpek Yolu’yla büsbütün, göze sürülen sürme gibi simsiyah zeytinin içerisine gizlenen yemyeşil doğasıyla, katırcı dağların her bir köşesinden kendisine varıldığında tam bir Osmanlı coğrafyası, surların sarmaladığı bir zaman makinesi; İbn Battûta’dan Bizanslı din bilginlerine, Bedreddin el Gazzi’den Evliya Çelebi’ye kadar seyyahların uğrak yeri, Anadolu kapısı, bir kültür ve sanat merkezidir. Bithynia, Roma, Bizans, Selçuklu ve nihayetinde Osmanlı yönetiminde yaşamış bu çok katmanlı kültür ve medeniyet şehri, sahip olduğu tüm medeniyetlerin doğal zenginlik ve kültürel mirasını üzerinde taşımaya devam etmektedir. Tüm bu zenginliklerin içerisinde müstesna bir yere sahip özelliği ise ilmi, kültürel ve tasavvufi hayatıdır. Bu sakin ve tarihi şehir, imparatorluğun müstahkem yerlerinden biri olduğundan ‘Metropolis’ unvanı almış, zamanla imar edilip askeri bölgeye de dâhil olmuş ama sonunda 717’de Müslümanların ablukasından bugünlere değin “Anadolu’nun Kudüs’ü” olarak anılagelmiştir. Bu tarihten itibaren şehrin farklı devirleri olmuştur. Selçuklular tarafından fethedilmiş, Türkler ve Haçlılar arasında gitmiş ve gelmiş.
İslam kültürü
İznik, Anadolu Selçuklularının ilk başkenti olduğu yıllarda İslâm kültürünü temsil eden bir yapıya bürünmüş; Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında Halil Paşa ve İbrahim Paşa ile Eşrefoğlu ve Kutbuddin gibi şeyhlerin de maddî-manevî hizmet ve gayretleriyle ilim-irfan merkezi haline gelmiştir. Kentin Osmanlı açısından sembolik değeri, burada yaptırılan cami ve medreselerden anlaşılmaktadır. Her ne kadar Osmanlı Devleti’nin başkenti Bursa idiyse de Osmanlı mimarisinin ilk dönemine ait önemli birçok yapı İznik’te inşa edilmiştir. Bunların arasında günümüze kadar ayakta kalan, kitabesi olan en eski Osmanlı eseri, Hacı Özbek bin Muhammed tarafından 1333-1334 yılları arasında yaptırılan Hacı Özbek Camii ya da diğer adıyla Çarşı Mescidi’dir.
iznik Medresesi
İlk Osmanlı medresesi olan İznik Orhaniyesi olarak da bilinen İznik Medresesi ise 1331 yılında Orhan Gazi tarafından kurulmuştur. Osmanlı felsefebilim hayatının ilk teşekkül döneminde açılan bu medresenin başına da Dâvud Kayserî davet edilmiştir. Âşıkpaşazade, İznik’in ele geçirildikten sonra bir manastırın medreseye dönüştürüldüğünü belirtir, “Medreseyi dahı Mevlânâ Dâvûd Kayserî derler idi, ana verdi” der (Âşıkpaşaoğlu, Tevarih, 119-120) “Sultan Orhan, İznik’te bir medrese inşa etti ki, güvenilir kaynaklardan duyduğuma göre bu, Osmanlı Devleti’nde inşa edilen ilk medresedir. Sultan Orhan bu medresede ders vermesi için, Dâvûd el-Kayserî’yi tayin etti, o da burada ders verdi, eser yazdı” (Şekâik, Furat, s.7; Tabatabai, s.9). Günümüzde kentte Orhaniye Medresesi’ne ait hiçbir iz bulunmamaktadır. Bugüne dek ayakta kalan Süleyman Paşa Medresesi’ni ise Orhan Gazi’nin büyük oğlu “Rumeli Fatihi” sanıyla anılan Şehzade Süleyman yaptırmıştır. Yazıt taşı bulunmayan medresenin kesin yapım tarihi belli değildir. Osmanlı Devleti’nde daha sonraki uygulamalar gösteriyor ki önemli medreseler başkent ve civarında kurulur. Osmanlı Beyliği’nin başkenti Bursa olmasına rağmen ilk ve en önemli medresenin İznik’te kurulması, başına da Dâvûd Kayserî gibi tanınmış birinin getirilmesi, Osmanlı kaynağında İznik’in bir süre “hükümet merkezi” olarak kullanıldığı iddiasını kanıtlar niteliktedir. Bununla birlikte Osmanlı Devleti’nin gittikçe topraklarını genişletmesine ve buna paralel olarak İznik’in de yavaş yavaş önemini yitirmesine rağmen İznik Medresesi, şöhretini uzun süre korumuştur. Maziye istinaden çalışmayı daha da derinleştirebiliriz ancak her biri bir dergiye konu olabilecek değere ve öneme sahip olan imarethane, cami, türbe ve hamam gibi eserlerin burada ancak isimlerine yer verilebilir. Açık hava müzesi gibi binlerce yıllık geçmişin ve farklı uygarlıkların kanıtları sayılan eserlerin yan yana sergilendiği kentimizi görmeniz mutluluğumuz, “Cittaslow” unvanına sahip kentimizin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne de alınarak hak ettiği değere kavuşması en büyük dileğimizdir.
Çandarlılar ve sonrası
Çandarlı Kara Halil’in kadı olarak tayininden sonra Çandarlıların faaliyetleri ve özellikle eserleriyle İznik oldukça gelişmiştir. Görece stratejik bir konumu olan İznik, Çandarlı Halil’in idamı, nüfuzunun kırılması, bazı önemli mensupların ve seçkinlerin göçü sonrası tabii avantajlardan mahrum bir hâle bürünse de kökleri mazide olan bu ilim-irfan merkezi belde, çinicilik ve Eşrefilik ile meşhur ve bilindik konumunu sürdürmüştür. Osmanlı siyaseti İznik’e her zaman özel bir anlam atfetmiştir. Bugüne kadar da geleneksel anlamda önemini sürdüregelmiştir.