“Çocuğumla oyun oynayamıyor, eğlenemiyorum. Her şeyi çok ciddiye alıyorum. Sürekli gergin ve stresliyim” diyorsanız bu anı yaşayamama halinden kurtulmak için giderek daralan tolerans pencerelerine yer açmak gerek.
Hayat ve ülkenin gündemi insanı yoruyor. Bazen hayatı olduğundan fazla ciddiye alıyor, her an gergin ve sinirli olunca rahatlayamıyoruz. Bu durum her ilişkimiz gibi çocuğumuzla ilişkimizde de sorun yaratıyor. Oyuncu bir ebeveyn olmak istiyoruz ama çocuğumuzla oyun oynamaya oturduğumuzda nefesimiz daralıyor, gergin bir beden dilimiz oluyor. Çoğumuz farkında olmasak da kronik disasiasyon adı verilen durumla karşı karşıyayız. Disosiasyon, travmaya karşı kendimizi korumak amacıyla sinir sistemimizin kullandığı bir hayatta kalma stratejisi olarak tanımlanıyor. Zorlayıcı hayat koşullarında, sinir sistemimiz kendini korumak için gerçekliği hissetmemize izin vermiyor. Bu da anı yaşayamama, rahatlayarak sevdiklerimizle birlikte olduğumuz anların keyfini sürememeye sebep oluyor.
“Kendime Annelik” eğitimlerinde ebeveynlerle buluşan ve “Önce içimizdeki çocuğun ihtiyaçlarını gidereceğiz” diyen, meditasyon ve yoga eğitmeni Berivan Aslan Sungur ile kronik disasiasyon ve rahatlamanın yollarını konuştuk.
Anda kalabilmek için
Berivan Aslan Sungur, ebeveynlerin, çocuklarıyla oyun oynamakta ve eğlenmekte zorlanmasının nedenini çoğunlukla kronik yorgunluk, endişe ve yoğunluk içinde olmaya bağlıyor: “İnsanın oyuncu olabilmesi için sinir sisteminin tolerans penceresi içerisinde olması gerekiyor. Yani kendini güvende hissetmesi gerekiyor. Belki evimizdeyiz, görünürde etrafta bizi tehdit eden hiçbir şey yok. Ancak içinde bulunduğumuz gelecek kaygısı, bazen ülke ve dünya gündemi bile kendimizi güvende hissetmememize yetiyor. Bazen geçmişte yaşadığımız travmatik deneyimler, sinir sistemimizin sıkça kaç/savaş ya da don dediğimiz yerlere girmesine hatta oralarda takılı kalmasına sebep olabiliyor. Ve tabii ki bu durum sadece çocuğumuzla ilişkimizi, oyuncu bir ebeveyn olup olmadığımızı değil; tüm ilişkilerimizi etkiliyor.”
Bu durumu değiştirmek için önce fark etmek gerektiğini söyleyen Sungur, “Oyuncu olabilmek için anda olabilmek gerekiyor” diyor.
Kendini güvende hissetmek
Sungur, rahatlamak konusunda zorlanan insanlara, sinir sistemlerini güvende hissettikleri yer ve kişilerle olmalarını, kendilerine iyi gelen şeylere odaklanmalarını öneriyor: “Gergin ve üzgün olduğumuzda, en sevdiklerimiz çocuklarımızla yaptığımız şeylere bile odaklanamayız. Böyle zamanlarda zor da olsa bize iyi hissettirecek, gülümsetecek şeylere izin vermeliyiz. Yoksa insan ya tamamen donuyor ya da sürekli kaçtığı ya da savaştığı bir yerde yaşıyor hayatı. Kendimizi toparlamak ve bu döngüden çıkabilmek için önce farkındalık, bilgi, sonra da aktif çaba ve elbet süreçte her halimizi olabildiğince kabul gerekiyor.”
İçimizdeki çocuğun ihtiyaçları
Günümüz ebeveynlerinin kronik gerginlikle mücadele ettiğini ve tolerans pencerelerimiz giderek daraldığına işaret eden Sungur, “Aile ortamında oyunculuğun, şakalaşmanın yaygınlaşması için önce ailedeki ebeveynlerin kendilerine sahip çıkan yetişkinler olabilmesi gerekiyor. Kendi içindeki çocukla samimi bir bağ kurabilen bir ebeveyn, çocuğu ile de samimi bir bağ kurabilir. İnsanın kendine sahip çıkması ihtiyaçlarını dinlemesinden, onlara cevap vermesinden, yorulduğunda durmasından geçiyor. Çoğu zaman yorulduğumuzu bile anlamıyoruz. Bedenlerimizin verdiği sinyalleri duyamıyoruz. Seçimlerimize genelde gerekler, bir yetişkin olarak sorumluluklarımız, bundan önce hayatımızda bize aktarılmış olan birçok düşünce kalıbı hâkim oluyor. Bu da, tolerans penceremizin daralmasına sebep oluyor. Hâlbuki sinir sistemimiz regüle değilken, bağ kuramayız. Önce kendi ihtiyacımıza cevap vermemiz gerekiyor ki, yeniden regüle olabilelim. Maskeyi önce kendimize takacağız. Önce, gün boyu ağlamış ve bize sesini duyuramamış olan içimizdeki çocuğa kulak verelim ki, sonra ebeveyni olduğumuz çocuğumuzu duyabilelim” diyor.
Bu tip durumlar yaşayan anne babalara en çok somatik deneyimleme, integral somatik psikoloji, bodynamics gibi travma ve beden odaklı terapilerin yardımcı olduğundan da bahseden Sungur, “Bize iyi gelen, yüzümüzü gülümseten kaynaklarımızı artırmaya gayret etmemiz önemli. Ve elbet en önemlisi, bu iyi gelenleri bedenimizde hissetmeye izin vermemiz” önerisinde bulunuyor.