Klinik Psikolog Şeniz Pamuk “Zor zamanlarda çocukların bakışlarını ilk yöneltecekleri kişiler çevrelerinde güvendikleri yetişkinlerdir. Yetişkinlerin sürekli çaresiz ya da öfkeli olmaları da çocuğun zaten zarar görmüş olan güven duygusunu daha da sarsar” diyor.
Son haftalarda ülkemizde üst üste yaşananlar karşısında uykularımız kaçıyor, nefes alamıyoruz. Kadın cinayetleri, çocuk istismarları, zehirlenen sokak hayvanları… Yaşanan olaylar karşısında çaresiz hissetmek kaygılarımızı artırıyor. Çocuklarımızın güvenliği, huzuru ve geleceği için umutlarımız da bir bir kayıyor avuçlarımızdan. Karamsar olmamaya, kaygılarımızı çocuklara yansıtmamaya çalışıyoruz ama ne mümkün?
Geçen akşam kızımla metroyla eve dönüyorduk. Kalabalık bir saatti. Oturacak yer olmadığı için bir köşede ayakta giderken son derece tedirgindim ve herkese şüpheyle bakıyordum. Böyle düşünmek bile beni rahatsız etti ama elimde değildi. Sadece kızımı değil, etraftaki tüm kız çocuklarını kolluyordum. Yürürken sürekli uyanık olması gerektiği konusunda uyarırken buldum kendimi. Hâlbuki sürekli tetikte olmak, sürekli nereden geleceği öngörülemeyen tehlikeler altında olduğunu hissetmek bir hayatı çekilmez kılar.
Aynı şekilde geçen akşam kız arkadaşlarımla dışarı çıktım. Bir gün önceden tedirginliklerim başladı. Üzerime giyeceğim rahat yürüyeceğim hatta gerekirse koşabileceğim bir kıyafet olmalıydı. Çantama biber gazı alsa mıydım acaba? Dönerken metroya binmem güvenli miydi? Kafamda bunlar gibi onlarca soruyla dışarı çıktım. Dönüşte kısacık mesafeyi yürürken, kırklı yaşlarında üç kadın, birbirimizin koluna girip, sağı solu ve arkamızı kontrol ederek yürüdük. Ertesi gün “Eğlendiniz mi?” diye soran kızıma “Evet,” dedim içim acıyarak.
Tamiri zor bir durum
Bunlar, bu ülkede yaşayan pek çok kadının ve ebeveynin kaygıları. İster istemez kaygılarımızı onlara aktarıyoruz. Peki, ne yapmalıyız? Klinik Psikolog Şeniz Pamuk “İçinden geçmekte olduğumuz dönemde kaygılı olmak son derece sağlıklı bir tepki, zira güven duygumuzu oluşturan unsurlar yavaş yavaş yok oluyor” diyor ve önemli bir noktaya işaret ediyor: “Güven duygusunun hem bizler hem de çocuklar açısından yeniden oluşturulması sadece bireylerin, ailelerin ya da okulların yetkinliğini aşar. Ancak bu gerçekliğin özellikle yetişkinleri çaresiz ve yetersiz hissettirmesi de tamiri oldukça zor durumlara yol açabilir. Zor zamanlarda çocukların bakışlarını ilk yöneltecekleri kişiler çevrelerinde güvendikleri yetişkinlerdir. Yetişkinlerin sürekli çökkün, çaresiz ya da öfkeli olmaları da çocuğun zaten zarar görmüş olan güven duygusunu daha da sarsar.”
Pamuk’a “Çocuk bir soru ya da edindiği bir bilgi ile geldiğinde yetişkinin en yapmaması gereken şey nedir?” diye soruyoruz: “Sen takılma bunlara, sen dersini çalış” gibi bir yanıt vermektir. Şu anda çevremiz hiç işlenmemiş ve sindirilmesi olanaksız gerçeklerle dolu. Çocuğun bu çiğ elementlere hiçbir ‘tercüme’ ya da ‘yumuşatma’ olmadan maruz kalması, onun açısından dehşet verici olur. Bu nedenle anne-babanın gelen bilgiyi yok saymaması ancak çocuğun bünyesine alabileceği bir hâle getirmeleri önemli. Yapılması gereken çocukları ne yaşananlara doğrudan maruz bırakmak ne de yaşananlardan bucak bucak kaçırmak.
Bireysel girişimler kişiyi bir noktadan sonra yorar ve çaresiz bırakır, oysa dayanışma içinde olmak, aynı dili konuşan kişi, kurum ve derneklerle bir araya gelmek hem bireylerin seslerini duyurmaları hem de birbirlerinden güç almaları açısından önemlidir.
Bir etki hissi yaratıyorum
Dayanışma içinde verilen anlamlı tepkilerden çocukları anlayabilecekleri ölçüde haberdar etmek, hatta uygun zamanlarda onları da bu sürece dâhil etmek ‘Bir etki yaratıyorum’ hissini güçlendirir. Öte yandan, bireylerin kendilerini korumaları da gereklidir. Tüm bu kaygı ortamının içinde neşelenebilmek, keyif alınan paylaşımların içinde bulunmak ihmal edilmemeli. Duygulardan konuşmak, bunları dışa vurabilecek araçlar oluşturmak (resim, müzik, dans, yazı gibi), zihni sakinleştirmek (yoga, meditasyon gibi) günlük yaşamın içinde yer almalı.”
“Çocukları geçiştirmeyin”
Hayatımızı kendimize ve çocuklarımıza zindan etmemek ama duyarsız da yaşamamak için çözümler var mı? Klinik Psikolog Şeniz Pamuk’un, bu sorulara cevapları, şu ana başlıklar altında toplanıyor:
- Öncelik çocuğun soru sormasını ya da konuyu açmasını beklemek olsa da bazı durumlarda çocuğun yaşananlarla ilgili bir bilgisi olabilir. Bu durumda, anne-babalar, çocukların konuyu açmasını beklemeden yaşananlarla ilgili bir konuşma başlatabilirler.
- Çocuğun o konuyla ilgili neler bildiğini anlamak önemlidir: “Bu konudan haberin var, anlıyorum. Konu üzerine konuşması çok zor bir konu, çok kafa karıştırıcı. İstersen önce sen anlat kafandakileri, sonra birlikte konuşalım.” Anne-babanın çocuğun olayla ilgili yanlış bildiği yerleri hassas bir şekilde düzeltmesi gerekir. Çocuğun yaşı küçük olsa da konuyu geçiştirmek, “Bu büyüklerin anlayacağı bir konu” demek, çocukların kaygısının daha da artmasına neden olur. Çocukların yaşananlara anlam vermesi, anne-babanın ya da çevredekilerin neden yoğun duygular yaşadığını bilmesi gerekir. “Köpeklere yapılanlara çok üzüldük. Tüm canlıların yaşamaya hakkı var. Neler yapabiliriz diye düşünüyoruz. Senin aklına geliyor mu bir şeyler?”
- Çocuklarla olay hakkında konuşurken “İnanması çok zor ama maalesef böyle bir olay yaşandı. Sen çok üzüldün, şaşırdın biliyorum, ben de öyle. Şu anda birlikteyiz ve güvendeyiz. Ancak bu durumda mutlu olmak, sakin kalmak hiç kolay değil. Beraber düşünelim neler yapabileceğimizi” gibi bir üslup çocukların içlerindekini dile getirmesini kolaylaştırır.
- Konu bir kez konuşulur olduktan sonra, çocuğun olayla baş etmesi kolaylaşır. Çocuklar benzer bir olayın yeniden yaşanıp yaşanmayacağından emin olmak isterler. Bu noktada dürüst olmak kadar rahatlatıcı da olmak gerekir: “Polis eminim suçluları yakalamak için ellerinden geleni yapıyordur.”
- Çocukların medya ve sosyal medyaya ulaşımının denetim altında olması, ne tür haberlere maruz kaldıklarının bilinmesi gerekir. Yaşı daha küçük olan çocukların da medyaya ulaşımları sıkı bir şekilde denetlenmelidir.
- Yetişkinlerin çocuklara olumlu bir model olmaları önemlidir. Bu gerçekler yokmuş gibi yaşamak anlamına gelmez. Çevresine duyarlı, toplumda bir değişim yaratmak için istekli ve girişimci, birbirleriyle dayanışma içinde olan yetişkinler çocuklar açısından örnek alınacak rol modeller oluşturur.