Vipassana #1 *10 günlük sessizlik meditasyonu.
Çok kaçmak istiyoruz değil mi? Gürültülerden, konuşmalardan, şehirlerden, bazen en sevdiklerimizden, üstümüzdeki iş yüklerinden, sosyal baskılardan, hiç durmayan zihnimizden, kendimizden! Şöyle her şeyi kapatıp, sosyal medyayı bırakıp, bizi her ama her gün daha da üzmeyi başarabilen gündelik haberleri bilmeden; sessiz, sakin, doğada, her şeyi bırakmış olabilmeyi zaman zaman diliyoruz. Yer yarılsa da içine girsem, bir süre çıkmasam, kimseyi görmesem, kimse de beni görmese, kaybolsam… Hepimiz diyoruz galiba, en azından çoğumuz; çünkü anlatacağım vipassana organizasyonuna dünyanın farklı ülkelerinde, son 3 yıldır katılmaya çalışmama rağmen ancak sıra geldi. Öylesine bir yoğunluk, öylesine bir talep, öylesin uzun bekleme listesi.
Nedir?
Bir meditasyon tekniğidir. Kendi kendini, nefesini, hislerini gözlemlemeyle kendini dönüştürme yoludur. Kelime anlamı, olanı olduğu gibi görmek demektir. Hindistan temellidir. Dinlerden, inançlardan bağımsızdır çünkü ne tanrılar vardır, ne de ritueller. Tüm insanlığın ortak noktası, yaşam aracımız, “nefes” yöntemin temelini oluşturur.
10 gün sürer. Program yoğundur. Sabah 4:00 kalkış, akşam
Hindistan’dan döndüğümde, ben dahil hepimiz, “çok dayanamaz 3-5 aya tekrar gider bu müge” diyorduk ama hayat öyle değil tabi… Nereye gidiyorsun acaba! Kurlardan sebep bilet fiyatları bile ikiye katlamış ki, bu benim için gidememekte oldukça yeterli bir neden. :) Neyse üstünden yıllar geçti, rota farklı ama Asya Asya’dır bana diyerek, ilk durak Tayland’a atabildim kendimi. Zaten bir eğitim hedefim de vardı, boşuna burası değildi yani.
Hindistan’a gittiğimde ilk defa bir Asya ülkesine gittiğim için, her şey çok ama çok farklı gelmişti bana. İlk birkaç gün bir şeyler çekip yazıp paylaşmaya çalışmıştım ama hem farklı çok şey vardı hem de asla gözümle gördüğüm, kalbimle hissettiğim gibi olmuyordu aktarmaya çalıştıklarım. Ben de pek bir şey paylaşmadan oralardan alabildiğim her şeyi kendi içime akıtmayı tercih etmiştim. Bu sefer hemen pes etmemek niyetindeyim zira üstümde çok baskı var. Gidemeyen bizlere bir ses bir soluk ol, gitmek isteyenlerimize de yol göster diyorlar. Peki; elden geldikçe, bilmiş bilmiş bilirkişi gibi değil, ancak benim yaşadıklarım, bilebildiklerim, görebildiklerim kadar dedim.
Öncelikle vizeyle uğraşmayı hiç istemiyordum, üzerimde uğraştığım başka
Yoga yapıyordum bir süredir, hatta eğitmen bile olmuştum. Ama sonra tamamen güzel tanışıklıklar sayesinde, Ankara ziyaretlerimin birinde, Hindistan’dan gelen Guruji ile tanışmış, bir hafta sonu grubunda kendime yer bulmayı başarmıştım. Şans tamamen. Ve çok bambaşka yaklaşımlarından, öğretilerinden, benim üstümde bıraktığı etkilerinden tam anlamıyla büyülenmiştim! Oradaki tecrübelerim apayrı bir yazının konusu.
Neyse, akabinde hemen Hindistan İndore şehrinde bulunan ashrama yani Guruji’nin terapi enstitüsüne gitmeye karar verdim. Gerekli yazışmalar, ayarlamalar, ödemeler derken o senenin yazı için işlemleri başlattım. Sıra gelmişti vizeye. Şimdi hala öyle mi emin değilim ama o sırada söylenen Hindistan’ın bireysel başvuru kabul etmediği, bir acenta üzerinden işlemlerin yürütülmesi gerektiğiydi. Benim hikayemde de bu şarttan dolayı birisiyle yapıyoruz işlemleri.
İki ay kalacağım, ödemem yapılmış okula, uçak gidiş dönüş biletim alınmış, okulda konaklayacağıma dair bir yazım dahi var ve başvurduk biz turist vizesi için. Tam üç buçuk saat konsoloslukta bir fiil bekledikten sonra işlemlere başladılar, parmak izi falan. Ön gişe çalışanları, Hintliler pek tatlılar; yoga eğitimi
Türkiye gündemi oldukça yoğun ve tatsız, biliyorum. Ama konunun az kenarından dolanıp size, bize neler yaptıklarını minik gündelik bir örnekle anlatmak isterim. Bize bir şeyler yapıyorlar biliyorsunuz, reklamlarla, söylemlerle, medyayla, ellerinde ne araçları varsa acımadan, birlik olup, bizlere, biz hiç farkında olmadan, bilmediğimiz bir şeyler yapıyorlar, yönlendiriyorlar, sürüklüyorlar. Biz de dünden hazır mıyız nedir yoksa zaten uğraşacak çok derdimiz varda kendi beynimizi, bedenimizi, dahası cebimizi, hayatımızı önemseyecek, düşünecek zamanı bir şekilde kendimize ayıramıyoruz, bilemiyorum.
Şimdi, batılı malum beyaz, hatta beyaz adam diyorlar hani. Beyazın elli tonu tadında takılıyoruz. Sonra bu beyazlar kadınlı erkekli, bazı dayatılmış güzellik algıları uğruna ve hatta acınası bir biçimde cilt kanseri olma pahasına, saatlerini güneşlenerek geçirebiliyorlar. Bronz olabilmek adına önce bir kıpkırmızı ciğer gibi oluyorlar yani, bazen acı bile çekiliyor bu uğurda ilk bir iki gün. Yetmedi diyelim bu doğal güneşlenme çabası, ya da bir şekilde güneşe çıkılamadı, bulunamadı, gidilemedi, yeterince bronz olunamadı, daha da fazlası istendi. Çözümü mevcuttu, yine aynı beyaz
Merhaba. Biz gezginlerin sorularıyla tanışalım!
Nerelisin? Şunca zamandır çok sürüklenmek istedim, hatta sürüklemek de istedim ama hep Türkiye’de yaşadım. Şimdilerde tek bir yere ait hissetmiyorum kendimi, şuralıyım demek gelmiyor içimden. O yüzden oradan buraya sürüklenirken, hiçbir şey yapmadım, sadece hayatın beni taşımasını bekledim. Zaten bazen hayatlarımız alt üst olurken ne yapabiliyorduk ki, ancak yoga hocalarımızın dediği gibi tanık olmak ve izlemek geliyordu elden. En öncelikli arayışımızdır, söze dökünce kolay görünmesin gözünüze, hayatınıza yaşadıklarınıza anlamlar yüklemeden, değiştirmeye, sözde iyileştirmeye çalışmadan dışarıdan biri gibi hayatımızı izlemek. Kenarda dursun sıkça önümüze gelecek bir konu.
Adın ne? Mukta Müge. Evet, iki adım var biri annemle babacığımın 32 sene önce verdiği, güzel mi güzel bir çiçek ismi, severek taşıdım. Avrupalılar daha kolay telaffuz ediyor çünkü aynı isim Fransa’da yaygınca kullanılıyor, yolda tanıştığım Avrupalılarla bu ismi kullanmam gerekebiliyor. İkinci ismimse, ki gördüğünüz üzere, ilk isim olarak, öncelikli olarak kullanıyorum; Mukta! 2013’te Hindistan’da Gurumun inisiasyonum sırasında, çalışmalarımda, manevi