Merhaba. Biz gezginlerin sorularıyla tanışalım!
Nerelisin? Şunca zamandır çok sürüklenmek istedim, hatta sürüklemek de istedim ama hep Türkiye’de yaşadım. Şimdilerde tek bir yere ait hissetmiyorum kendimi, şuralıyım demek gelmiyor içimden. O yüzden oradan buraya sürüklenirken, hiçbir şey yapmadım, sadece hayatın beni taşımasını bekledim. Zaten bazen hayatlarımız alt üst olurken ne yapabiliyorduk ki, ancak yoga hocalarımızın dediği gibi tanık olmak ve izlemek geliyordu elden. En öncelikli arayışımızdır, söze dökünce kolay görünmesin gözünüze, hayatınıza yaşadıklarınıza anlamlar yüklemeden, değiştirmeye, sözde iyileştirmeye çalışmadan dışarıdan biri gibi hayatımızı izlemek. Kenarda dursun sıkça önümüze gelecek bir konu.
Adın ne? Mukta Müge. Evet, iki adım var biri annemle babacığımın 32 sene önce verdiği, güzel mi güzel bir çiçek ismi, severek taşıdım. Avrupalılar daha kolay telaffuz ediyor çünkü aynı isim Fransa’da yaygınca kullanılıyor, yolda tanıştığım Avrupalılarla bu ismi kullanmam gerekebiliyor. İkinci ismimse, ki gördüğünüz üzere, ilk isim olarak, öncelikli olarak kullanıyorum; Mukta! 2013’te Hindistan’da Gurumun inisiasyonum sırasında, çalışmalarımda, manevi hayatımda, meditasyonlarımda, önümdeki yollarımda destek olsun, kapılarımı açsın diye verdiği isim, Mukta; özgürleşmiş olan, serbest kalan. Asya insanı Müge’yi okuyup söyleyemiyor zaten, o yüzden iki isimli olmak güzel.
Nereden gelip nereye gidiyorsun? İstanbul’dan geliyorum. Nereye gidiyorum hiç bilmiyorum aslına bakarsınız. Haziran 2015 idi, evimi, işimi kapattım, eşyalarımı sattım, bağışladım, dağıttım, ailemi dostlarımı bıraktım, tek yönlü bir bilet aldım; gidebildiğim kadar, hayatla dolabildiğim kadar dedim ve tabii ki bir kez görüpte aşık olduğum Asya’dan başladım. Önce Bangkok sonra Chiang Mai şehrine geldim. Tam bir aydır buradayım, evimi tuttum, bisikletimi kiraladım, iş aramaya başladım bile, bir süre daha da buradayım. Zira dönecek evim bile yok! Ya da artık bir eve bile ihtiyaç duymuyorum, her yer evim diyebiliyorum. Ev tanımı, başımın üstündeki dört duvar olma tanımından çoktan geçti; sevdiğim insanların yanı evim mesela, yoga matımı serebildiğim yer evim mesela, çok evim var ama hiçbiri benim değil.
Ne yaparsın; ülkende yani ne yapardın? Sadece gezgin misin, dolanıyor musun yoksa geri dönecek misin ülkene, evine? Burada ne yapacaksın? Yoga yaparım ben, 2009’da solunum yolu sıkıntılarım ve siyatik ağrılarım sayesinde başladım. O zamanlar bilinen bir holdingin otomotiv ayağında çalışıyordum; kurumsaldım, standartlara uygundum, daha çok anlayanım vardı. Hepimiz aynıydık çünkü. Sonra daha çok ve daha da çok yoga yaptım, eğitimler eğitimleri takip etti. Yogayla yaşamaya başlayınca paylaşması da kendiliğinden geldi. Yoga öğretmeye başladım. Yoganın hareketlerini de sevdim tabi, içinde yaşadığımız bedene iyi bakmayı, sınırlarında dolaşmayı, hissetmediğim kaslarımla tanışmayı ve dahasını ama en çok hayatlarımıza dokunuşunu sevdim. Şu biricik hayatlarımızda her şeyimizi kaybetmeden, kanser gibi bir büyük hastalığa yakalanmamıza gerek kalmadan, hayat bizi bırakmadan bizim onu bırakabilmemizi, yoganın bize yol göstermesini sevdim en çok. İstediklerimizi yapabilmek için yoganın el pençe divan beklemesini sevdim. Bu yolda kapı olmayı sevdim. En çok hayatlarımızı nasıl sadeleştiririz onu anlattım derslerimde. Sadeleştikçe, aza sahip oldukça büyüdüğümüzü, genişlediğimizi, paylaşacak daha çok şeyimiz olduğunu, sınırlarımız zincirlerimiz değil, aşkımız sevgimiz olduğunu göstermeye çalıştım çünkü bunları birebir yaşadım. Çok dersler verdim kısa zamanda, çok şükür isteyen çoktu, zamanıydı, yoruldum ama söylenmedim, bol bol ders verdim. Çoğunlukla Hamile yogası dersleri verdim. Şimdi vermiyorum, bir süre veremeyeceğim, ama çok özledim belli mi olur belki zamanı yakıdır yeni öğrencilerle buluşmanın.
Yakın çevremin “ferrarisini satan bilge“ mi olacaksın başımıza, 30undan sonra yapılması gerekenler listesinde senin bu saydıkların yok, hani eşin çocuğun kariyerin arkadaşların yatırımların olacaktı, yaşlanıyorsun ya güvenceler vs söylemleri arasından, biraz gülümseyerek; benim ferrarim yok ki ancak scooterını satan yogi olabilirim belki, ya da illa yogayla ilgili bir sıfat verilecekse guru olabilirim mesela ama gızgurusu diyerek geri adım atmadım isteklerimden J Yoldayım çok şükür, yanımda arkamda kalbimde bütün sevdiklerimle ama tek başıma. Yalnız değil dikkatinizi çekerim; yalnızlık hissiyle tek başına olmak hissi tamamen farklıdır birbirinden. Tek başıma hem de bir kadın olarak evet, Türkiye’ye gelinlikle barış yürüyüşü yapmadığım sürece başıma kötü bir şey gelmeyeceğine inancım sonsuz samimi olmam gerekirse. Üzücü ama böyle olduğunu hepimiz biliyoruz.
Neyse, bir de sarıyı severim ben mesela en çok. Güneşi, sıcağı, limon ağacını, mangonun sarı olgununu, mısır ekmeğini, sarı bisikletimi, nergis çiçeğini, mevsimlerden sonbaharı, sonbahar fotoğraflarını, ülkemin sıcak sarı sarı güneyini ve hatta ağaçları bile en çok ülkemin ekim kasım aylarında sarı giyindiklerinde severim. Hindistan’ın sarı dal çorbasını, trafik ışıklarının olduğumuz yerde kalakalmamızı ya da koşmamız, hızlanmamız gerektiğini söyleyen kırmızısını yeşilini değil, ne zaman geleceği tam belli olmayan sonraki adımı hazır beklememizi söyleyen aradaki, dengedeki sarısını severim. Velhasıl ondandır ki sarıyı, güneşi takip etmeye başladım bir süre önce. Hem gezgin hem yogiyim artık. Okuyacaklarınız da bundan ibaret olacak aslında. Ben nereye gidersem siz de oraya, bir planım yok, daha çok insanımız, daha dolu dolu hayatımız, birbirinden çok farklı yogamız olsun sadece, şimdilik tek dileğim bu! Ve yine baştan bilelim ki ne yazarım, ne hoca, ne çok iyi bir fotoğrafçı. Ha evet sorarsanız blog yazıyorum, instagram hesabım var fotoğraflar yüklüyorum, öğretiler paylaşıyorum. Ama artık bunları kim yapmıyor ki değil mi J ya da yapınca herkes uzmanı, en iyisi mi oluyor? Hmm herkesin uzmanlığı kendinin olsun! Konunun uzmanlarından acemi adımlarım, sözlerim, paylaşımlarım, eksikliklerim için baştan af dileyip; Hoş buldum Milliyet Blog okuyucuları!
Yenilerin yanında eski dostları da selamlamam gerekirse, biliyorum dersler yokken bir yaz gününde düştüm yollara. Öğrencilerim, stüdyosu olan dostlarım, hamile yogası dersi organize etmek için bekleyen hastane çalışanı arkadaşlarım, kadın doğum muayenehanesi sahiplerim, gebe kalıp ders almak isteyenlerim, doğum yapıp bebeklerinden ayrılabilecek duruma gelenlerim, tatilini bitirip şehre geri dönenlerim yani eski yeni bütün öğrenci ve eğitmen dostlarım, Eylül’ün gelmesiyle yazmaya sormaya başladınız: “Evet Mukta, tatilin ne zaman bitiyor, biz döndük haydi derslere başlayalım, nerede olacaksın bu sene?” Yazım sizlere de cevap olur umarım.
Yoga yollarımız, pratiklerimiz aşk ve şifa dolu olsun.
Güneşe doğru, biz bize doğru, ışık dolu günlere doğru sakin adımlarla ilerleyelim beraber.