İstanbul büyülü şehir, yeditepeli şehir, kaos şehir, tarihi şehir , rüya şehir. Dünyanın en eski şehirlerinden, nice imparatorluklara başkentlik yapmış nazlı şehir. Asırlardır dünyanın renklerini, seslerini, nefeslerini koynunda saklayan, yaşatan ve dünyadan göçüren şehir. Son zamanlarda herkesin herkese yabancı olduğu şehir.
İstanbul'a geldiğim de onsekiz yaşımdaydım. Başımda kavak yelleri eserken üniversite eğitimi için geldiğim şehir. Hayatımın yarısından fazlası farklı farklı semtlerde geçmiş. Hala keşfetmediğim, görmediğim, bilmediğim sokakları, yerleri ve hikayeleriyle beni şaşırtıyor.
Öğrenciyken içinde bulunduğum tarihin kıymetini şimdi anlıyorum. Canımız sıkılır Sultanahmet Meydanı'na giderdik. Öğrenci halleri bazen cebinde çay içecek param olmaz banklara oturur etrafı seyreder ve mutlu olurdum. O zamandan bu yana neler, neler değişmedi hayatımda. İstanbul'da her geçen gün çehresini değiştirmekte. Lakin büyüsü hiç geçmiyor.
Tarihi yarımada da gezmediğim tek yer Balat kalmış . Oysa sık sık yanından geçer ve bir gün derdim hep bir gün seni keşfedeceğim diye iç geçirirdim. İki yıldır sayıkladığım ha bugün ha yarın dediğim ve hayaller kurduğum semt. Hayallerime ortak olanlar
Sergi gezmek, fotoğraf izlemek, sanatçıların eserleri yaratırken neler düşündüğünü hayal etmek , bir eserin karşısında dakikalarca kalmak , bazen şekillerin, objelerin anlamını anlamaya çalışmak bazen de içinde kalmak. İşte benim sergi izlerken hissettiklerim.
Bir çok sergiyi açılış gününden itibaren gitmeye niyetlenen ben bazı günlerde şeytanın bacağını kırarak kendimi müzelerde bulurum. Hayatın içinde sanatı izlemek kadar güzel ne var ki?
10. yılını kutlayan Pera Müzesi'ni tam da kutlama günü ; British Council işbirliğiyle gerçekleşen Grayson Perry: Küçük Farklılıklar ve Cecil Beaton : Portreler sergisini gezdim. Her iki sergi başlı başına yazı konusu. İki sergiyi ayırmadan sıcağı sıcağına yazıp, paylaşmak ve ne yapın edin gidin demek istedim.
Grayson Perry: Küçük Farklılıklar sergisi 2003'te çağdaş sanatın en önemli ödüllerinden Turner Ödülü'nün sahibi olan Grayson Perry’nin eserlerine yer veriyor. Bu eserler arasında seramik, halı ve baskı işlerin yanı sıra British Council Koleksiyonu’ndaki 6 halıdan oluşan büyük eser grubu "Küçük Farklılıkların Kibri" yer alıyor.
Gündelik olanı, insanların hayatlarını yaşama biçimini, modern dertleri, din, sınıf ve kimlik
Televizyonlarda ya da sosyal medyada gördüğünüz insanlar gibi ışıl ışıl gülücükler saçarak yaşamak istiyorsunuz. Arkadaşlarınızla bol kahkahalı, eğlencenin dibine vurulduğu anlar yaşamak. Bir bakıyorsunuz kendi hayatınıza . Bunların onda biri yok. İsyan ve kıskançlık karışımı bir duygu boğazınızdan gözlerinize doğru yükseliyor ve kendi hayatınızın ne kadar anlamsız ve ne kadar boş olduğunuzu hissediyorsunuz. Oysa insan dolu dolu yaşamalı . Hayat bir kez yaşanıyor. Bir bakıyorsunuz hayat steril yaşamlar etrafında. Oysa tıpta steril alan algısı farklıdır. İşin cerrahisi gereği mikroplardan korunma adına gerekliliktir. Gerçek yaşamdaysa takıntı haline dönüşmeye başlayan bir hal. Herkes her konunun uzmanı, herkes her bilginin sahibi.
Blog yazmak günümüzde son derece popüler. YSM olarak on yıldır blog yazıyorum . Yazı hayatımsa bundan çok daha eskiye dayanıyor. 2010 yılından bu yana da "blogger anne" olarak bir çok yer de farklı konularda deneyimlerimi aktardım. Ama hiç bir zaman kendi doğrularımın bir başkası için doğru olduğu gibi bir bakış açım yok. Tüm tercihlerim de benim seçimim, kendi hayatımın patronuyum kısa özet.
Son üç yıldır "blogger anne" olmak şeklinde her geçen gün
Son iki haftadır çekim için Karaköy sokaklarındayım. Sevdiğim yerlerde çekim yapmayı seviyorum. Karaköy ki çekim için bulunmaktan keyif aldığım yerlerin başında geliyor. Son zamanlarda ki izdiham, ardı ardına açılan mekanlar . Turistlerin uğrak mekanı ve tarz ötesi herkes burada. Karaköy'ü severdim şimdi yeni keşiflerle daha da çok sevmelerdeyim :)
Çekim için buluşma yerimiz yine Karaköy'de olunca; Karaköy'ün en yenisi On Off Karaköy de geçtiğimiz hafta açılınca hayırlı olsun demeye bir kahve içmeye uğradım. Melih'de mekanda olunca hem sohbet ettik hem de ortağı Serkan Balbal ile bir kaç kare fotoğrafladım.
Melih Doğan'ı tanıyanlar bilir. Elinin değdiği her mekan dolar taşar . İşin sırrı iyi yemek, iyi müzik, iyi hizmet olunca daha ilk haftada başarı kaçınılmaz. On Off açılır açılmaz bir çok kişini ilgi odağı olmuş durumda. On Off 'un samimi havası Karaköy'ün diğer mekanlarına da örnek olur umarım.
Mekan keyifli, plak kapaklarından yapılan menülerine bayıldım. Hatta instagram da mekana dair ilk paylaştığım fotoğrafta menü fotoğrafı oldu.
İki gün sonra anneler günü. Dört bir yandan tüm markalar tarafından anneler günü bilgilendirme mesajlarına ve reklamlarıyla bombardımana tutulmuş durumdayız. Bu durum her yıl daha da artan bir hale geldi. Açıkçası önerilen ya da bilgilendirilen hiç bir mesaj ilgimi çekmiyor. İşin içinde böyle duygusal ve anlamlı bir günün sadece hediye ile anlamlandırılmasını tatsız buluyorum.
Anne olarak en büyük mutluluğum kızlarımın sağlıklı ve mutlu olması. Onların bana sarılmaları en büyük hediye. Ve onlarda kendi çaplarına göre beni şımartıyorlar. Bunun tarifi yok.
Üç kızımın da kendine göre süprizleri var. Melis, Maya Su ve Mira yaşlarına uygun olarak kutluyorlar. Ama bu maddi hediyelerle değil. Arka arkaya belirli bir yaştan sonra çocuk doğurmak ve aradan uzun yıllar geçerek yeniden anne olmak değişik bir deneyim. Kızlarımın 20, 8 ve 5 yaşında olduğunu düşünürseniz ne demek istediğimi çok net anlarsınız. İlk annelik deneyimim çok tecrübesiz ve çok erkendi. Şimdi bakıyorum da kızıma çok iyi iki arkadaşız.
Maya Su ve Mira büyürken beş yıl gece gündüz karışık halde yaşadım. Bu sebeple de anneler gününde tek istediğim uyumak olurdu. Sağ olsun iki sene bana uyku hediyesi verdiler ve sabah uyudum.
Size olur mu bilmem ama ben bazı yerlerin herkes tarafından keşfedilmesini istemem. Çünkü o yerlerin eski halini bulamamaktan korkuyorum. Karaköy'de benim için böyle yerlerdendi. Son iki yıldır büyük değişimler ve sürekli açılan yeni mekanlar nedeniyle maalesef herkes Karaköy'ü keşiflerde. Karaköy'ün de havasından geçilmiyor. Fotoğraf çekimi için kullandığım sessiz sokaklarda birbiri ardına mekan açılıyor. Bunda popüler kültürün etkisi çok. Bir yerde birileri görülmesin bir de iki mekanlar dizi çekiminde kullanılmasın eyvahlar olsun. Yıllar önce Galata böyleydi. Kimseler keşfetmemişken ve mekanlar bu kadar kalabalık değilken güzel zaman geçirirdik. Şimdi şehre bir film gelir tadında aralarda uğruyorum. Ama kalabalıklar üzerine üzerine geliyor insanın. Balat bu açıdan henüz bakir , sokaklarında sık sık gezer oldum. Hayalim çocukluğumda ki gibi eski bir ahşap evde yaşamak. Hayat ne gösterir bilinmez.
İstanbul her geçen gün kalabalıklaşıyor. Hepimiz yeni mekanlar, semtler , yerler arıyoruz doğal olarak. Ama anlamadığım şu var . Neden kalabalık mekanları seviyoruz? nereye giderseniz gidin mekanlar tıklım tıklım. Uzun yıllar Bağdat Caddesi'nde yaşamıştım. Caddede bir çok kafenin ilk
Küçüklüğümden bu yana fotoğraf çektirmeyi çok severim. O zaman bugün ki gibi kolay değildi fotoğraf çektirmek bir tören adeta. Özel günler dışında da pek fotoğraf çekilmezdi. Sağ olsun ailem de benim ileri de fotoğraf düşkün olacağımı anlamış olsa gerek küçük yaştan itibaren fotoğraflarım var. Ama şimdi kızlarıma bakıyorum da hepsinin binlerce fotoğrafı var. Onca fotoğrafın arasından baskı yaptığımız fotoğraf sayısı çok az bu da işin başka boyutu. Kızlarım arasında en şanslı Maya Su ki kendine ait bir fotoğraf sergisinin kahramanı " Maya Takvimi-Bir bebeğin 365 günü" Fotoğrafçı olarak kameranın diğer tarafına geçtikten sonra fotoğraflarda eksik olmaya başladım. Bir çok aile fotoğrafında yokum çünkü fotoğrafı ben çekiyorum. Bir destek (tripod) ile de çeksek olmuyor desem yerdiri çünkü bizim aile fotoğraf çektirmeyi pek sevmiyor. Ben ne kadar fotoğraf seviyorsam onlar o kadar uzak. Melis'te Maya Su da fotoğraf çekmeyi seviyor. Mira henüz o ayrıma gelemedi. Ama ileride o da iyi fotoğraflar çekebilir diye düşünüyorum En azından ben ellerine fotoğraf kamerası vermekten vazgeçmiyorum.
Fotoğraflar gittiğimiz yerleri, görüştüğümüz insanları, yaptığımız şeyleri hatırlamak için önemlidir.
Geldik, Gördük ve Gidiyoruz..
"Hayat, bir tek günden başka bir şey değildir. Yaşa, keyifle, mutlulukla " diyerek bir fotoğraf paylaştım facebook sayfamdan. Fotoğraf paylaşırken o ana ait duygularımı, fotoğrafı çekerken yaşadıklarımı yazmayı seviyorum. Instagramda beni takip edenler sıklıkla görürler bu paylaşımları. Gerçekten yaşadığımız kadar varız. Yaşanan her an daha sonra bir anı olarak kalıyor.
Hayat hızla akıyor. Ona ne yetişmek ne de peşinden koşmak mümkün. Ah zaman birazcık zaman. Ama satın alamıyoruz maalesef. Bir formülü yok ki hayatın. Plansız hesapsız kitapsızımdır konu yaşamak olunca. Ev, aile, çocuklar, iş, sosyal çevre, dostluk, arkadaşlık derken ne zaman gün ne zaman gece oluyor hiç çözemedim.
35 yaşıma geldiğim de hayatımı yavaşlatmak ve daha sakin yaşamak istediğimi söylemiştim. Yapabildim mi hayır. 40'lı yaşlarda yine niyet ettim, istedim . Ama olmuyor ya da ben olduramıyorum. Yaşamayı hayatın içinde olmayı seviyorum ben. Her şarta rağmen her ne olursa olsun yaşa dolu dolu bakış açım. Bu sebeple hiç mızmızlık yapmam söylenmem aksine yetişemediğim için üzülürüm. Bir de uzaklık var tabi. Şehir merkezine biraz uzak oturuyorum. Ama hayat her zaman aynı olmuyor.
Ağustosta