Yasemin Congar

Yasemin Congar

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye seçimleri, Washington’ı hem rahatlatıyor hem kaygılandırıyor. Rahatlatıyor, çünkü bugün hangi ABD’li yetkiliyle konuşsanız, aldığınız yanıt aynı: "Ankara’da, evde kimse yok!"
Kaygılandırıyor, çünkü 3 Kasım sonrasında, Ankara’nın kapısı çalındığında kapıya, telefonu çaldığında telefona bakacak bir düzeni, hızla kurup kuramayacağından emin değiller.
Ne demek bu? Daha geçen hafta, Türk Dışişleri Bakanı’nı Beyaz Saray’da ağırlayan Washington, nasıl olur da Ankara’da muhatabı olmamasından şikayet edebilir? Bush yönetiminin 3 Kasım seçimleriyle ilgili tercihi nedir?

"Hayat - memat meseleleri..."
ABD’li yetkililer, erken seçimlerin yapılacak olmasından memnunlar. Seçimlerin, Türkiye açısından "varoluşsal" tercihleri yansıtacağını söylüyor ve çok önemsiyorlar.
Bu tercihlerin başında, köklü reformlara ve anti - enflasyonist politikalara dayalı iktisadi programın sürdürülmesi var. 3 Kasım’ın üreteceği hükümetin, iktisadi alanda popülizme kaymaması var. Ekonominin yönetimini devralacak kişi ve kadroların piyasalara güven verebilmesi var.
ABD’li yetkililere göre, Türkiye açısından ikinci bir "varoluşsal" tercih, Avrupa Birliği yolunda reformların devamı. TBMM’den apar topar geçen uyum yasalarını sadakatle uygulayacak bir hükümet kurulabilecek mi? Türkiye, Kopenhag Zirvesi’nde, müzakere tarihi alamazsa, bunu krize dönüştürmemeyi başaracak liderler var mı? AB, Kıbrıs’ı içeri buyur edince, milliyetçi bir hezeyana kapılmak yerine, adada çözüm için ağırlığını koyabilecek bir Türk siyasi kadrosu oluşabilir mi? Washington bunları soruyor.
ABD’li yetkililerin üçüncü "varoluşsal" tercih vurgusu ise, demokrasiye ilişkin. Türkiye, sandığa saygıyı herşeyin üstünde tutacak bir demokratik olgunluğa erişti mi?
Tabii, hemen ardından da, ABD’nin kafasındaki esas mesele, yani Irak planları getiriliyor gündeme. Washington, 3 Kasım’ın sonucunun, Türkiye’nin Saddam karşıtı bir operasyondaki tavrını etkileyeceğini pek düşünmüyor. Deniliyor ki, "İktidarda kim olursa olsun, böylesi bir ulusal güvenlik meselesinde karar, siyasi parti kararı değil, devlet kararı olacaktır; son sözü büyük ölçüde, askerler söyleyecektir; Türkiye, ABD’yi desteksiz bırakmayacaktır."
Ancak Washington’dan Ankara’ya bakınca, Irak’la ilgili duyulan kaygılar, Türkiye’nin üslerinin kullanımının ötesinde. Ya Irak’ta işler iyi gitmezse? Ya çok sayıda sivil ölürse? Ya ciddi bir siyasi kaos yaşanırsa?
Irak harekatının uzaması ve sorunlu seyretmesi halinde, Ankara’da, "müttefik tavrını" (olası halk tepkisine rağmen) sürdürecek dirayette bir hükümet olacak mı? Akıllardaki soru bu.

Erdoğan’ın yasaklanmasına tepki...
Yukarıda, demokratik olgunluktan söz ettim. Biraz açayım.
AKP lideri Tayyip Erdoğan’ın (Necmettin Erbakan, Murat Bozlak ve Akın Birdal’ın da) seçimlere girmesi daha yasaklanmamışken konuştuğum bir ABD’li yetkili şöyle diyordu:
"Seçimlerin ilan edildiği tarihte yapılması, Türkiye’nin demokratik olgunluğunu yansıtması açısından önemli. Siyasetçilerin seçimlere girmesinin, özünde ‘fikir suçu’ kavramına dayalı bir yasakla engelenmemesi, demokrasinin gereği. Seçimler yapıldığında sonuçlarına saygı gösterilmesi, eğer sandıktan Türkiye’deki kurumsal düzenin ‘İslamcı’ diye algıladığı bir iktidar çıkarsa, buna iktidar olma fırsatı tanınması da, demokratik bakımdan zorunlu."
Bu sözlerin yansıttığı Washington bakışıyla, Yüksek Seçim Kurulu’nun son kararı, Türkiye’nin demokrasi karnesine bir kırık not daha eklemiş oldu.
AKP’nin seçimlerden birinci parti çıkma olasılığına kendini hazırlayan Washington’ın, bu partiye ya da liderine özel bir yakınlığı yok, hatta "AKP ağırlıklı iktidar" senaryosuyla ilgili birtakım kaygılar da duyuyor. Ancak aynı Washington’ın, AKP’nin iktidara gelme olasılığının hazmedilmesi gereğine güçlü bir inancı, liderine TBMM yolunun kapanmasına da itirazı var.
AKP ile ilgili kaygılar ise, özellikle, ekonomi ve dış politika yönetimi konusunda. ABD’nin halen Türkiye konusunda aktif bir yetkilisinin sözleri:
"Erdoğan’la konuştuğunuzda, ekonomi konusundaki bilgisinin çok az olduğu açıkça anlaşılıyor. AKP’nin ekonomiyi, dış politikayı yönetebilecek kadroları var mı? Peşin hükümle, olmadığını neden varsayalım? Ama varsa da, biz bilmiyoruz."

Telaffuz edilen tek tercih: Derviş...
Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel, New York’a gelmişken Washington’a da geçmeyi, Beyaz Saray ile Pentagon’da görüşmeler yapmayı arzuladı. Eh, Bush yönetimi de, bir Türk bakana randevu vermekte tereddüt etmedi tabii. Sadece Irak’ta işbirliği mesajı iletmek için değil, "Kıbrıs’ta birşeyler yapın ki, AB’de size yardım edebilelim" demek için de, fırsat kullandı.
Amma velakin, Bush yönetimi günü gelip Irak konusunda,"Haydi bakalım" telefonunu ettiğinde, Ankara’da siyasi desteği olan güçlü bir hükümet istiyor. Umuyor ki 3 Kasım, böyle bir hükümeti üretsin. Üretmez ise, bölgedeki en güçlü müttefiklerinden birinin, kritik bir zamanda, siyasi ve iktisadi çalkantılar içinde olmasından çekiniyor.
Peki Bush yönetimi, 3 Kasım konusunda tercih belirtiyor mu? Hem evet, hem hayır.
Hayır, çünkü hangi parti ya da partiler iktidara gelirse gelsin, yakın işbirliği yapma isteğindeler ve bunu zorlaştıracak bir telaffuzda bulunmaları zor.
Evet, zira telaffuz etmekten çekinmedikleri bir tercihleri de var: Kemal Derviş.
Washington’daki yetkililer, 3 Kasım sonrasında ekonominin başında Derviş’i görmek istediklerini söylüyorlar. Piyasaların tepkisi açısından... IMF aracılığıyla sağlanan paraların boşa gitmesini istemedikleri için... Bu işi bildiği ve yapabileceği konusunda güven aşılayan başka bir ismi göremediklerinden...