İspanya’dan gelen dostlarımı üç değişik lokantaya götürdüm. Yediklerini genellikle beğendiler ama asıl sürpriz son gece geldi
Şöyle bir senaryo: Yeni evli, orta yaşın altında ve yakışıklı
bir erkeksiniz. Eşiniz genç, güzel, şen ve şakrak. Birlikte İspanya’ya seyahat ediyorsunuz. Barselona’dasınız. Hanım hatıra eşyası satın almak istiyor. Ramblas Caddesi’nde turistlere hitap eden bir dükkana girdiniz. Hanım flamenko etekleri, renkli eşarplar, güzelim yelpazeler vs. arasında kaybolup gitti. Dükkan sahibi de ona bayağı bir ilgi gösterdi hani. Yarı Tarzan İngilizcesi, yarı el kol hareketleri... Gül gibi anlaşıp gidiyorlar.
Otele geldiğinizde ananızdan emdiğiniz süt burnunuzdan gelmiş. Hanım soruyor: “Pedro’yu nasıl buldun?” “Ne?” diyorsunuz. “Pedro kim yahu?”.
“Kim mi ? Alışveriş ettiğimiz dükkan sahibi.”
“Evet, sağ olsun. Sayesinde, kredi kartı borçlarını ödemek
için ikinci arabayı satalım diye düşünüyordum.”
“Tabii sat kocacığım. Ben geri dönmüyorum. Pedro’ya körkütük âşık oldum. O da bana vuruldu. Evliymiş ama önemi yok. Onunla yaşamaya karar verdim ben!!!”
İstanbul’da geçen 20 yıl
Yemin ederim bu senaryo gerçeğe yakın sevgili okuyucular.
Bir-iki detay haricinde.
Olay Barselona’da değil, İstanbul’da geçiyor. Karısını kaptıran genç ve yakışıklı adam bizden değil, Barselona’dan.
Kapan ise bizden. Mesleği halıcılık. Adını biliyorum ama insanların özel hayatlarına saygı esastır. Bülent diyelim.
“Ya sonrası?” diye sorarsanız, onu da biliyorum.
İspanyol hanım İstanbul’da 20 sene kalıyor. Bülent ile güzel bir beraberlikleri oluyor.
Sonra aşk bitiyor. Hanım Barselona’ya geri dönüyor. Bu arada eski koca ikinci kez evlenmiş ve ikinci karısından da ayrılmış.
Ama adam, adı Pedro olsun, hem ilk hem ikinci eşi ile arkadaş olmaya devam ediyor. Hiç kimseye kin beslemiyor.
Peki ben Pedro’yu nasıl tanıyorum?
Katalan ikiz kardeşim ve ünlü Vangardia gazetesi yemek yazarı Josep Vilella’nın yakın arkadaşı Pedro. Josep’i, “Tadı Damağında”nın Barselona bölümlerinden görmüş olabilirsiniz. Karşımda oturan, yuvarlak çerçeveli gözlüklü ve pos bıyıklı yakışıklı bey...
Haziran başında hep birlikte beni ziyarete İstanbul’a geldiler.
Kimler mi? Josep ve eşi. Bu sütunlarda kuvvetle tavsiye ettiğim Llafranc lokantası sahibi Felix ve eşi. İtalyan gurme ve önemli yemek festivalleri düzenleyicisi Enzo Calderelli.
Enzo Türk bayanları özel olarak beğeniyor. Bu yüzden yanında İtalyan kız arkadaşlarından biri olmadan geliyor. Türkiye’de de hiç sıkıntı çekmiyor, merak etmeyin. Reina, Sortie... Hiçbirini kaçırmıyor...
Halef-selef kocalar tanışıyor
Ya ikinci eşinden de boşanmış olan Pedro?
O da ikinci eşiyle geliyor. Bizler gibi dar görüşlü insanlar değiller. Aşk biter, arkadaşlık bakidir.
Pedro’nun ikinci eşi ile ilk kez tanışıyorum. Zarif mi zarif. Akıllı mı akıllı. İşadamlarına life coach’luğu yapıyormuş. Bizim Ceylan ile hemen iyi bir diyalog kuruyor. Gerçek Akdenizli bir bayan. İsterseniz onun adı da Estrella olsun.
Dört gün kaldılar. Üç gün onlarlaydım. Son gün İzmir’e gideceğim için yalnızdılar.
Pedro’nun ilk eşi, Pedro’ya Bülent beyin numarasını veriyor. Bülent bey o sırada İstanbul dışında tatilde. Ama o da uygar düşünen bir insan. “İkimiz de aynı bayana âşık olduysak ikimizin arasında ortak noktalar vardır” diye düşünüyor ve Pedro ile tanışmak istiyor. Tatilini yarıda kesip İstanbul’a dönüyor ve bütün grubu dükkanına davet ediyor (benim İzmir’de olduğum gün).
Ben dostlarımı nasıl ağırladığımı anlatayım size.
BİRİNCİ GÜN: FİNCAN CAFE
Taramaya ve kızartmaya bayıldılar
İlk gün onları Burgazada’ya davet ettim.
Adres benim buradaki favori
lokantam Fincan Cafe.
Canan hanımın yemeklerini, kendisi ve kocası Rasim gibi buluyor bizim Katalan grup: Yani sıcak, samimi, dürüst.
Beğenmedikleri hiçbir şey yok.
En beğendiklerini söyleyeyim: Beyaz peynir, siyah zeytin, saganaki, tarama, kaşarlı kroket ve kabak kızartma.
Canan hanımın çok başarılı, iyi yağ kullanarak ve çok ince bulamaç ile kızartma yaptığını söylediler.
Bir tek bizim sevdiğimiz deniz otlarını ve Ege otlarını biraz yavan buluyorlar. Onlara göre bu otları haşlayıp zeytinyağı ile yemek yerine çeşitli hamur işlerinde ve deniz ürünlerinde az miktarda kullanmak daha ilginç olabilir.
İKİNCİ GÜN: HAMDİ
Haşhaş kebabı büyük tezahürat aldı
İkinci gün Lades’te kahvaltı etmişler ve gerek menemen gerek pastırmalı yumurtayı sevmişler.
Aynı akşam onlara bir kebap yedirtmek istiyorum.
Davet yakın bir arkadaşımdan geliyor. Durağımız Eminönü Hamdi.
Bizim kafadarlar Hamdi’de coşuyor. Rakı üzerine rakı deviriyorlar. Âlâ mı daha iyi yoksa Milor’un favorisi Kulüp mü diye tartışmalar oluyor.
Yemekleri de beğeniyorlar. Özellikle de üç tanesini. Antep usulü sarmısaklı lahmacunu çok seviyorlar ve aynı bizler gibi içine patlıcan söğürme doldurarak ve elle yiyorlar. Haşlama içli köfteyi, kızartmasından daha çok seviyorlar. Hamdi’nin bana göre de şahane olan erikli kuzu yahnisi üzerine övgüler düzülüyor. Keme kebap seviliyor, fıstık kebap biraz fazla pişmiş ve kuru bulunuyor ama iş elle çekilmiş ve kuyruk yağlı haşhaş kebaba gelince gene tezahürat başlıyor. Bu sırada masaya gelip kebabın nasıl dürüm yapılarak yenileceği göstermek inceliğinde bulunan değerli Hamdi beye herkes şükranlarını sunuyor. Josep daha da ileriye giderek gazetesinde bu lokantayı tavsiye edeceğini söylüyor.
Kötümserlik gibi mutluluk da bulaşıcı. Mutlu hava herkesi etkiliyor.
Hatta, yazının sonunda göreceğiniz gibi, biraz fazla etkiliyor!
ÜÇÜNCÜ GÜN: LACİVERT
“Taklitçi olmayan, şahsiyetli bir şef”
Son gün balık yemek istiyor herkes.
Sayın Fehmi Yaşar bey ve her gün daha ileri giden Hüseyin Ceylan ustanın daveti üzerine Lacivert’e gidiliyor.
Burada üzerine özel övgü gelen öğünler şunlar: Deniz kestanesi, istiridye, kılıç balığı karpaçyo, uskumru dolması, yanında taze kuşkonmaz ve deniz fasulyesi ile sunulan kaya barbunu ve içi sulu kalarak ızgara edilmiş sezonun son kalkan filetosu.
Josep, Hüseyin ustayı tebrik ediyor ve onun kimseyi taklit etmeyen, şahsiyetli bir şef olduğunu düşünüyor.
Öte yandan yapıcı eleştirilerini de sunuyor. Ona göre deniz ürünlerini biraz fazla pişiriyor Hüseyin Usta. Özellikle de lipsos buğulamayı çok pişmiş buluyor. Bazı öğünlerin çok kalabalık yani karmaşık olduğunu düşünüyor. Bir de, Türk misafirperverliğini takdir etmekle birlikte, misafir sofradan aşırı doymadan kalkarsa daha iyi hissedeceğini söylüyor.
O akşam LA şaraplarının Çırağan Sarayı’nda resepsiyonu var. Fikirlerini merak ediyor ve onların da gelmesi için ısrar ediyorum.
Kısa bir siesta sonrası Çırağan’da buluşuyoruz.
O ana kadar içtikleri şaraplar onları etkilememiş olmasına rağmen o akşam içtikleri iki şarabı beğeniyorlar.
İkisi de beyaz: Bir tanesi Mon Reve Emir. İlk kez denedikleri Emir üzümünden yapılan bu şarap için mineralite açısından zengin ve oldukça kompleks diyorlar. İkincisi Mon Reve Chardonnay -Chenin Blanc. Daha önce önerdiğim bu şarabı da zarif ve asidite açısından zengin buluyorlar.
Gerçekten de öyle. Hantal değil bu şarap. Aromatik ve dengeli.
Herkes mest oluyor. Mümkün olsa Çırağan’ın kral dairelerinden birinde kalacaklar o akşam....
En güzel haberi sonradan alıyorum.
Söndüğünü sandığımız yanardağ yine faaliyete geçmiş. Pedro ile ayrıldığı ikinci eşi Estrella İstanbul’da çok önemli bir şeyi keşfetmişler: Birbirlerine aşklarının bitmediğini... Tersine eskisinden bile güçlü olduğunu... Ve tekrar bir araya gelmeye karar vermişler.
Yemeğimiz güzel ama asıl İstanbul efsunlu...
En güzel aşklar burada başlar, burada biter, tekrar başlar. Rakının etkisi herhalde!
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024