Vedat Milor

Vedat Milor

Tüm Yazıları

İzmir anıları

Haziran ortasında başlayacak NTV Yeşil Ekran çekimleri için İzmir ve civarında bir haftadan çok zaman harcadım.
Özel işlerim için çekimlerden iki gün önce İzmir’e geldim ve Key Otel’de kaldım.
İkinci günün sonunda NTV’deki programın yapımcısı Nurcan Hanım’ı aradım: “Lütfen beni bu otelden ayırmayın. Burada mutluyum” dedim.
Sağolsunlar beni kırmadılar.
10 günün sonunda fikrim daha da pekişti.
Eğer ülkemize kaliteli turist çekmek istiyorsak bu tip otellere ihtiyacımız var. Sayıları çoğalmalı.
Sorun şu:
Biz büyüklük ile kaliteyi karıştırıyoruz.
Büyüklük derken otelin hacmini değil odanın büyüklüğünü kastediyorum.
Güney sahillerimizdeki beş yıldızlı otellerin ‘suite’ adı altında günde 500 Avro’ya satılan devasa odaları var.
Ama oda hacmi büyüdükçe sorunlar da artıyor.
Benim karşılaştığım belli başlı sorunlar şunlar:
1. Yataklar ve yastıklar iyi değil. Sabah kalkınca insanın beli tutulmuş oluyor.
2. Odalarda yeteri kadar priz ya yok ya da varsa bile prizler bel hizasında değil yerde. Sürünmek gerekiyor telefonunuzu prize takmak için.
3. Elektrikler yetersiz ve sorunlu. Gece uyanırsanız kolayca erişip yakacağınız bir lamba yok.
4. Elektronik kartlar hemen demagnetize oluyor. Ortalama iki kez odaya gittiğiniz zaman birinde kartın kapıyı açmadığını görüp tekrar resepsiyona gitmeniz gerekiyor.
5. Havalandırma sistemleri ya çalışmıyor ya yarım çalışıyor ve ayrıca çok gürültülü çalışıyor.
6. Banyolar özellikle sorunlu. Yeteri kadar ıvır zıvırınızı yerleştirecek yer yok. Daha da vahimi döşemeler dünyanın en kalitesiz ve ucuz akriliğinden. Yerler acayip kayıyor. Banyolar da kaymayı önleyecek yapıştırıcı konulmadığı için ıslanınca jilet gibi kayıyor.
Key Otel’deki odam hacim olarak ne küçük ne büyüktü.
Standart odada kaldığım için deniz manzaram da yarımdı.
Öte yandan bu dediğim sorunların hiçbirini yaşamadım.
Kaliteli somya ve yatak ve yastık. Her zaman iyi ve sessiz çalışan havalandırma. Kullanışlı ve tutunacak yerleri olan, kaymayan bir duş. Yeterli sayıda ve göğüs hizasında prizler. Elektrik ve panjurları kapamak için her zaman çalışan ve benim gibi azıcık teknofobik birinin bile rahatlıkla kullanacağı bir kontrol sistemi.
Gerçekten ergonomik bir otel. Bunun dışında döşemeler son derece zevkli. İyice palazlanmış ama taşralıktan kurtulamamış yeni zengin zevkini değil, kültürlü kentsoylu zevkini yansıtıyor.
Bu vesile ile otel müdürü Teoman Bey, ikinci müdür Esra Hanım ve lokanta müdürü Daniel Bey’e teşekkür etmek istiyorum.
İnşallah burası hep böyle kalır, hatta daha ileri gider (tek sorun traş olmak. Burada dizayn kullanışlılığı gölgede bırakmış. Estetik kaygılardan ötürü banyodaki ayna yeteri kadar aydınlatılmıyor).
Ya yemekler?
İzmir’de iken çevrede (Urla, Seferihisar, Karaburun...) program yaptık.
Bu yüzden akşamları yemek yemedim. Birkaç kez, deyim yerinde ise, otlandım.
İşte izlenimlerim:

1. KEY OTEL
Otel dediğim gibi şahane, mutfağı da İzmir’deki lüks otel standartının çok çok üzerinde. Tadına baktığım iki giriş yemeğini de beğendim.
İlki içi peynirle doldurulmuş kırmızı köz biber. Rokfor, beyaz, tulum ve parmesan. Ayrıca kuş üzümü ve çam fıstığı. Fırında pişmiş ve peynirler erimiş. Bu yöntemle kabak çiçeği hazırlamanın da çok iyi sonuç vereceğini düşünüyorum. Bizler nedense bu güzelim yaz sebzesini sadece zeytinyağlı dolma olarak değerlendiriyoruz. Diğer Akdeniz ülkeleri kabak çiçeğinin içini mozzarella peyniri ya da deniz ürünleri ile dolduruyor, (deniz tarağı ya da somon püre yaygın). Daha hafif ve lezzetli oluyor.
Diğer denediğim ve çok beğendigim antre ise portakallı çiğ enginar. İnce kesilmiş taze enginar, taze soğan, az limon suyu, portakal ve kurutulmuş domates. Lezzetli ve yaz için ideal. İnşallah bir dahaki sefere ana yemekleri de deneyeceğim.
2. MEZZALUNA
İzmir Konak Pier’deki Mezzaluna’da iki sene evvel de güzel bir yemek yemiştim.
Bir değişiklik yok.
Konak Pier potansiyel olarak bence İzmir’in en güzel köşelerinden. Ama bakımsız ve kaderine terk edilmiş bir hali var.
Gene de her zaman kalabalık olan Kordon yerine burası bence daha cazip dolaşmak için. Güzel bir kitapçı ve iyi kahve içilecek mekanlar da var.
Mezzaluna adam gibi bir espresso hazırlamayı biliyor.
Antre olarak sunulan hamsili ve ricottalı mücver yağını çekmemiş. Hem hafif hem lezzetli. Benim yaz aylarında İtalyan lokantalarında görmek istediğim tarz bir giriş yemeği.
Odun fırınında pişen pizzaları da ince ve kıtır ve malzemesi kıvamında. Ben mozzarella, ancüvez ve domateslisini denedim ve beğendim.
3. KOKOREÇÇİ ALİ
Aydın yolu üzerinde Oğlananası mevkiindeki bu salaş dükkan giderek benim sadece İzmir değil tüm ülkedeki favori kokoreççilerimden biri haline geldi.
Ben kokoreci öyle sanki ayıp bir şeymiş ve gizlenmesi gerekirmiş gibi ince ince doğrayarak ve binbir baharata bulayarak yemeyi sevmiyorum. Lüks lokantalar da kokoreç sunmaya başladı ama kokoreç değil baharat yiyorsun.
Ama esas kokoreç donmamış olacak, kuzu kokoreci olacak ve ustaca sarılıp mangalda içi sulu kalarak pişecek.
Ali bu işin erbabı. Mütevazi mekanında bence dünyanın en özel lezzetlerinden birini güler yüzle ve kimsenin cebini yakmadan sunuyor.
Önce çeyrek ekmekte istedim, sonra nefsime hakim olamayıp porsiyon olarak aldım. Üzerine sadece tuz ve az kimyon.
Enfes bir kokoreç, tam yağlı bir ayran, başka ne ister insan... geçmedi değil içimden.
Kaleme dökerken bile ağzım sulanıyor!

Haberin Devamı

TEŞEKKÜR: Sayın Hıncal Uluç 30 Mayıs Çarşamba günkü yazısında Antalya’daki Crowne Plaza Oteli’nin Milliyet’te yayımlanan bir yazı dolayısı ile hakkımda açtığı dava ile ilgili görüşlerini belirtmiş. İfade özgürlüğüne gösterdiği duyarlılıktan dolayı kendisine teşekkür ederim. n