Kara Kartal muhtemelen perşembe akşamı Porto’ya yenilecek. Ama önemli değil,
Beşiktaş en kötü ihtimalle gruptan ikinci çıkar. Dert etmesinler, şehrin tadını çıkarsınlar
Adı Misia. CD’deki fotoğrafına bakarsanız Edith Piaf’ın güzeli.
Emsalsiz bir ses. Derinden, adeta genizden geliyor ama sigara içenlere has bir boğukluk yok. Kadife gibi.
Misia deyin, Portekiz’de herkes bilir.
Şu yazıyı kaleme alırken bir yandan da
Misia’yi dinliyorum. Ne dediğini anlamıyorum ama tahmin edebiliyorum.
Bizim arabeskin Portekizcesi bu müzik.
Kökleri Afrika’da.
Porto’da eski emperyal kentlere özgü, “sofistike” bir hüzün var
Karşılıksız kalan aşklar, gerçekleşmeyen sevdalar, trajedi ile sonuçlanan daha iyi bir dünya kurmaya yönelik eylemler, ah o kahpe kader...
Portekizliler de tanımaya değer insanlar. Ben daha çok üniversite çevresinden insanları tanıdım. Vakur, donanımlı, ciddi insanlar. Aynı zamanda Portekizliler ile birlikte güzel bir sofrada bulunup bizde bilinmeyen ama her şarapseverin tanıması gereken güzel şaraplarını yudumlarken bir şeyi iyi seziyorsunuz.
Lizbon ve Porto gibi kentlerde eski ve yıkıntıya uğramış emperyal kentlere özgü bir hüzün vardır.
Sanki aynı hüzün Portekizli aydınların da kişiliğinin bir parçası. Ama hastalıklı ve fazla kötümser bir hüzün değil bu. İnsanları temkinli olmaya, çocuklar gibi kolayca sevinip kolayca üzülmeye değil de olayları ve başa gelenleri olgunlukla karşılayıp aklın süzgecinden geçirmeye yönelik bir hüzün.
Yani “sofistike” bir hüzün.
Porto kentinde insanların hüzünlü olması için ikinci bir neden daha var.
Gri gök ve devamlı yağan yağmur. Bildiğim kadarı ile Avrupa’nın en yağışlı kentleri arasında ikinci Porto.
Kentin futbol takımı büyük bir olasılık ile perşembe günü Beşiktaş’ı 1-0 veya 2-1 yenecek ama önemli değil. Beşiktaş gruptan en kötü ihtimalle ikinci çıkar.
Futbolcular olsun, yöneticiler olsun, strese girmeden Porto’nun keyfini çıkarabilir o zaman.
Benim tavsiye edeceğim iki lokanta var: Churrascao do Mar ve Don Tohno.
Jumbo karides ve dana pirzola harika
Don Tohno, Churrascao do Mar kadar lüks değil ama yemekler aynı düzeyde. Yüzde 50 daha ucuz.
Masaya oturur oturmaz önümüze müessese hediyesi olarak gelen salam ve sucukların lezzetini unutamıyorum. Bizim Kayseri pastırması biliyorsunuz artık tarih oldu. Yani önce özel mermere yatırılıp kanı alınan ve sonra nemli havada dışarıya asılıp kurutulan pastırma artık yok. Portekiz’de ise hâlâ geleneksel metotlar ile sucuk
ve pastırma tipi şarküteri ürünleri yapılıyor. Domuzdan tabii. Ama domuz danaya göre daha yağlı olduğu için şarküteri ürünleri daha da lezzetli. İtirazınız yoksa ve İtalyan salsicce ve prosciutto’ları seviyorsanız bir de burada benzer ürünleri deneyin.
Denemezseniz de merak etmeyin. Aç kalmazsınız. Ekmekler güzel!
Börek tipi (empanadas) hamur işleri var. İçi kıymalı.
Özellikle tavsiye edeceğim iri jumbo karidesler. Ülkemizde artık kaybolan bir kategori de bu. İskenderun jumbo karides artık ya çıkmıyor ya da ben tazesini bulamadım; İskenderun’da bile... Bu lokantada ise o kadar lezzetlisini buldum ki hem ızgara hem de haşlanmış ve söğüş olarak denedim.
Canınız et çekiyorsa iki kişilik servis edilen dana pirzolaları harikulade.
Nasıl bu kadar lezzetli oluyor diye soruşturdum. Douro vadisinde doğal beslenen sığır cinsindenmiş. Bizde artık doğal otlayan büyükbaş pek kalmadığı ve hormonlu iğne ile sığırlar aşırı şişmanlatıldığı için pek böyle bir dana pirzola yemeniz mümkün değil.
Tatlının yanındaki “iksir”
Porto’da kaçırılmayacak bir lezzet daha var tabii.Tahmin ettiniz mi?
Doğru tahmin.
“Porto” denen tatlı şarap.
Fortifiye edilmiş, yani fermantasyonu durdurmak için alkol eklenmiş bir içki bu.
Ben aperitif olarak severim. Yemek sonunda da, çikolatalı pastalar ile bundan daha iyi uyum sağlayan bir iksir yoktur yeryüzünde.
Çok farklı cinsleri vardır. En belli başlı üç tanesi Ruby Port, Tawny Port ve Vintage Port.
Birincisi en ucuzudur ama Graham Six Grapes ya da Fonseca gibi 15 avro civarında bir şişe denerseniz size iyi bir fikir verir. Şişeyi açtıktan sonra da rahatlıkla iki-üç hafta saklayabilirsiniz.
Tawny Port benim favorim. Özellikle de
30 veya daha fazla sene yıllanmış olanları. Fıçıda uzun süre dinlendirilir. Sonra harmanlanır ve fıçılardaki dinlendirme süresinin ortalama yaşı şişede yazar. 10 senelik olanı iyi, 20 sene çok iyi, 40 ve daha eskisi fevkaladedir. Rengi genellikle kiremit ve hafif kahve olur. Lezzeti hafif oksidative, rayihası kahve, ceviz likörü, çikolata ve karamelli tatlıları hatırlatır. Damakta kadife gibi ve doku olarak son derece zariftir. Açtıktan sonra şişede iki hafta bekleyebilir ve kanımca tek başına aperitif olarak tadına varılması gereken bir içkidir.
Daha sert, yoğun ve gövdeli içkileri mi tercih ediyorsunuz?
O zaman Vintage Port deneyin. Yani milezimi şişede yazan. Dünyanın diğer yerlerinde piyasaya çıkartılan şaraplarda olduğu gibi her sene yapılmaz bu içkiden. Firmalar için prestijleri çok önemlidir ve ancak en iyi senelerde Vintage Port çıkarırlar. Bazen de çok iyi senelerde (2000 gibi) hepsi piyasaya bu özel ürünü sürer.
Bu konuda az buçuk tecrübem var ve tavsiyem şu: 50 avro ya da daha fazlaya bir Vintage Port alırsanız sakın bunu 20 seneden evvel içmeyin. Hemen açarsanız Ruby Port ile arasında fazla fark görmezsiniz. Ama
30 seneden sonra bu içkiler inanılmaz kompleks hale gelirler ve şair olmasanız bile, aldığınız her yudumdan sonra güzel dizeler döktürürsünüz.
Piyasada hâlâ bulabilecekleriniz arasından ben 1977’yi tavsiye ederim. Örneğin bir Fonseca veya Taylor.
Şişeyi saklayın. Besiktaş Cim Bom’un başarısını 11 sene sonra tekrarlayıp UEFA şampiyonu olursa açarsınız!
Istakozu seçin, gerisini onlara bırakın
Churrascao do Mar son derece şahsiyetli ve tarihsel açıdan önemli bir lokanta. Belle Epoque stili dekorasyonu benim için ayrıca cazip.
Yemekler de güzel. Hem et hem de balıklar.
Atlantik Okyanusu’nda çok lezzetli kum midyeleri var. Lokanta bol sarmısak, zeytinyağı ve beyaz şarap ile pişiriyor bunları. Ekmeği banarak sosunu da temizliyorsunuz.
Nefis pavuryalar da mevcut. Adeta örümceğe benzeyeni (bizde hiç görmedim) özellikle buranın spesiyali. Çok güzel temizliyor, patates püresi ve peynir ile fırında gratinesini yapıyorlar. Bunu sevmeyecek kimseyi düşünemiyorum.
Benim gibi, eti pamuk gibi ve lezzetsiz olan Kanada ve Amerika’dan ülkemize gelen aşırı pahalı olan ıstakozlardan şikayetçi misiniz? O zaman buradaki canlı ıstakozlardan birini seçin ve bırakın mangalda bildikleri gibi pişirsinler. Parmaklarınızı yiyeceksiniz.
Alternatif olarak Atlantik kalkanını da deneyebilirsiniz. Bizdeki gibi düğmeli kalkan değil. Sekiz kiloluk bir pisi balığı gibi. Bu lokantada tazesini bulursunuz.
Ucuz değil ama kaliteye ve yemeğe göre bizim Boğaz lokantalarından çok daha hesaplı. İki güzel limonlu sorbe, bir şişe beyaz şarap, bir XO Cognac ve dediğim yemeklere hanım ile birlikte 143 avro verdik.