Akrofobi yani yükseklik korkusu, yüksek yerlerden aşırı derecede korkma durumudur. Bireyin geçmişte yaşadığı kötü bir tecrübe, büyük bir kaza, düşme, gördüğü bir olay veya ailesinin yükseklikle ilgili gösterdiği abartılı tepki sonucunda öğrenilen bir davranıştır.
Yükseklik korkusu olan kişiler yüksek yerlerde ya da yüksekte olduklarını hayal ettiklerinde bile korku hissederler. Balkondan ya da pencereden aşağı bakamazlar. Bir yerlere tutunma ihtiyaçları olur. Pencerenin yanında oturamazlar. Merdivenin yanında boşluk varsa rahatsız olurlar. Dağın zirvesinden manzaraya bakamazlar. Bu tip ortamlardan kaçınma davranışı gösterirler.
Bu kişilerin meslekleri yükseklik ile ilgili ise sıkıntı çekebilirler.
Yüksek olabileceğini düşünerek yeni yerlere gitmek istemezler. Yüksek yerde evi olan arkadaşlarına gitmezler.
Yükseklik korkusunun derecesi kişiden kişiye göre değişir. Bazı kişiler yüksek binalara çıkarken korku hisseder, bazı kişiler merdivenden çıkarken de korku hissederler.
Yüksekten korkulduğunda baş dönmesi, terleme, titreme, kalp atışında hızlanma, baş ağrısı, gerilme ve kaslarda gerginlik olur.
Bu tip durumlar, korku yaşayan kişilerin yaşamını zorlaştırır ve olumsuz yönde etkiler. Bu
Mitomani yani yalan söyleme sorunu, kişinin psikolojik sebeplerle gerçekleri değiştirerek alışkanlık haline getirme davranışıdır. Etrafındaki kişilere söyledikleri yalanlara kendileri de inanırlar. İnsanları da yalanlarına inandırmaya çalışırlar. Kontrolü kaybederek devamlı yalan söylerler. Yalanları ortaya çıkınca öfkelenmeye başlarlar.
Yalan söylemek yaşamlarının bir parçası haline gelmiştir ve bu durum kişinin yaşamını zorlaştırır.
Kişiler kendine değer katmak için, çıkar amaçlı, çevresindekilerin dikkatini çekmek için, kendi gerçekliğinden kurtulmak için, yaşam sıkıcı geldiğinden dolayı veya nedensiz olarak yalan söyleyebilirler. Etrafındaki kişiler yalanlarıyla ilgilenmese bile yalan söylemeye devam ederler.
Doğru söylediğine inanılmaması, onaylanma isteği ve kendine güvenini yükseltme ihtiyacı kişinin yalan söylemeye başlamasına neden olabilir. Çocukluğunda ebeveynlerinin yalan söylemelerine tanık olması da bunu model almasına sebep olabilir.
Bu kişiler kendilerinde sorun olduğunu düşünmedikleri için çevresindekiler yoluyla psikolojik destek almaya ikna edilmelidir.
Hipnoterapi – psikoterapi ile yalan söyleme davranışının altındaki sebepler ortaya çıkarılarak anlamlandırılır ve
Aşağılık duygusu kişinin kendini yetersiz ve değersiz hissetmesi durumudur. Bu kişiler kendilerini diğer insanlardan eksik görme eğilimindedirler.
Aşağılık duygusu hisseden kişilerin eleştiriye tahammülleri yoktur. Fakat kendileri devamlı olarak başkalarını eleştirirler. Kendilerini başkalarına ispat etmek durumunda hissederler. Kendi yetersizliklerinin arkasında başka sebep ya da başka bir insanı ararlar. Özgüvenleri düşük olduğu için yapabilecekleri şeyleri de yapamazlar. Kişi kendi yeteneklerinin farkında değildir, sürekli kendini diğer insanlarla karşılaştırır.
Aşağılık duygusu, çocukluk döneminde anne ve babanın eleştirel, yargılayıcı ve suçlayıcı davranışları sonucu ortaya çıkabilir. Çocukluğunda kardeşi övülürken, kendisi sürekli eleştirildiyse, bu kıyaslanma durumundan dolayı yetersizlik hissi oluşabilir. Aşağılık duygusunun altında kendine güven eksikliği olabilir.
Aşağılık hissine yoğun bir şekilde ve uzun zaman katlanmak zordur. Bu duygudan kurtulmak için birey üstünlük kurmaya başlayabilir. Yeterli hissetmek için etrafındaki insanlardan üstün gibi davranabilir.
Bu sorun çözülmediğinde kişinin aile, sosyal ve iş hayatı güçlüklerle devam eder, yaşam kalitesi düşer ve
Aile yaşamında, sosyal hayatta ve iş hayatında bilerek ya da bilmeden hayır diyeyeme durumları olabilir. Birey, ilişkilerin oluştuğu bu tip ortamlarda, onların parçası olmak ister. Hayır dediği zaman dışlanacağını, yargılanacağını düşünür. Sevip sevilme ihtiyaçlarını ilişkilerle karşıladığı için, bu duygulardan yoksun kalacağına inanır.
Çocuklukta hayır diyebilmek daha kolaydır. Çünkü hayır dediğinde bile annesinin ve babasının çocuğu olmaya devam edeceğini bilir. Örneğin çocuk, istemediği yemeği yememek için rahatlıkla hayır diyebilir. Çocuk zamanla okul ortamlarına ve sosyal ortamlara katıldıkça ilişkilerde hayır dediği zaman sevilmeyeceğini düşünebilir, terk edilmeyle ilgili korku yaşayablir. Bu duygu ve düşünceler, yetişkinlik dönemine gelindiği zaman hayır diyebilmeyi güçleştirir.
Herkes tarafından onaylanmak ve kabul görmenin gerçekçi olmadığının farkında olmak gerekir. Hoşuna gitmeyen durumlarda hayır diyebilmek, kişinin kendine olan güvenini arttırır. Hayır diyememek, bireyin diğer kişilere karşı öfke duymasına ve onlardan uzaklaşmasına sebep olabilir.Kişi, reddedilme korkusundan, başkalarından takdir görmek için, suçluluk duygusundan, kırmamak ve üzmemek için, ayıp olur
Kendini affetmek, kişinin kendine karşı suçluluk, kızgınlık, pişmanlık yerine merhamet ve sevgi gösterebilmesidir. Kişinin kendine yapacağı en önemli iyiliklerden biri kendini affetmesidir. Devamlı olarak başarısızlıklarını hatırlamak, hatalarını görmek, kendini suçlamak, yorucu bir durumdur. Oysa hata yapmak, yaşamda bir şeyler yapabildiğimizi gösterir.
Kendini affetmek, bir şey olmamış gibi davranmak demek değildir. Kişinin yaptıklarının sonuçlarını kabul etmesi anlamına gelir. Başka kişileri affetmek kadar önemlidir.
Kendini affetmek, geçmişte kazanılan sıkıntılı yaşam deneyimleriyle de rahat bir şekilde yaşamaya devam edebilmektir. Geçmişte öğrenilenler ile ilerleyebilmek, yola devam edebilmektir.
Kişi kendini affetmeyi başarabilirse, başkalarını da rahatlıkla affetmeye başlayabilir.
Diğer kişilere karşı yapılan hatalarla ilgili konuda kendini affedememe durumu varsa, her insanın hata yapabileceği gerçeği göz önüne alınmalıdır. Yaşam her zaman planladığımız gibi gitmeyebilir. Hata yapmak, insanı kötü bir insana dönüştürmüyor.
Örneğin birey, bilsem o işi kabul etmezdim, o kişiyle görüşmezdim, öyle davranmazdım gibi sebeplerle, yaşanan pişmanlık ve suçluluk duygularından dolayı
Minimalist yaşam yani sade yaşam, bireyin yaşamındaki maddi manevi ögeleri ihtiyaçlarına göre azaltarak, yaşam kalitesi ve rahatlık elde edilen hayat biçimidir. Minimalist olmak hiçbir şeye sahip olmamak değil, gerekene sahip olmaktır.
Sade yaşam, hobilerle, etkinliklerle, aile ve arkadaşlarla daha fazla vakit geçirmektir.
Son yıllarda bilgi ve iletişim teknolojilerinin ilerlemesiyle ürün türlerinde artış oluyor. Bu artış tüketim fazlalığına neden olmaktadır. İnsanlar daha fazla tüketmek için daha fazla çalışıyor. Bunları yaparken kendine ve yakınlarına ayıracak vakti azalıyor. Gün geçtikçe bireyselleşmeye başlıyor. Devamlı olarak yetişmesi gereken bir şeyler olduğu için hayatı hızla geçiyor ve anı yaşayamıyor.
Günümüzde tüketim tutkusuyla, kişi ihtiyacı olmayan nesneleri, bir gün lazım olabilir düşüncesiyle alabiliyor. Bu nesnelere karşı farkında olmadan sorumluluk duyulabilir ve zihinde gereksiz bir yer kaplar.
Bu tip hayatı kabullenmek mecburiyetinde değiliz. Yaşamımızı sadeleştirerek, daha rahat ve kaliteli hayata geçiş yapabiliriz. Hayat, o ana odaklanarak keyfini çıkarabildiğimizde güzeldir. Nesnelere sahip olmayı hayatın amacı olmaktan çıkarabiliriz. Bize ait olan her nesneyi
Yıllık izinler ve uzun süreli tatiller ile dinlenme sürecine giren bireyler tekrar işe başladıklarında tatil dönüşü işe uyum sağlama sorunu yaşayabiliyorlar.
Yorucu iş ortamında çalıştıktan sonra tatile gitme ya da izne çıkma isteği çoğu çalışanda vardır. Tatilde uzun süre alışılmışın dışına çıkıldığı için tatil bittiğinde işe dönerken isteksizlik olur. İş ortamına alışmak zor gelir. İşe uyum süreci uzadıkça da kişinin iş motivasyonu azalır. Karamsarlık başlar ve sosyal ilişkilerde de zorlanma olabilir. Tatilden dönen bireylerin çoğu kendini iyi hissetmemektedir. Sabahları yorgun uyanma, odaklanma sorunu, öfke ve tahammülsüzlüğe sebep olabilir. Tatilde rahata alışıldığı ve sabahları istenilen saatte uyanıldığı için tatil sonrasında işe dönüşte erken kalkmaya başlayınca strese girilebilir.
Tatil süresince iş ile ilgili düşüncelerden uzaklaşırsanız zihniniz dinlenmiş olur.
Tatilden bir iki gün önce evinize gelerek dinlenebilirseniz işe başlamadan önce iyi bir geçiş olur.
İşe döndükten sonraki ilk günlerin zor geçebileceğini kabullenmek, kaygınızın azalmasını sağlar.
Döndüğünüzde bekleyen işlerden, öncelikle acil olanları yapmaya başlayarak sıraya koyabilirsiniz.
Bunun geçici bir süreç
Hasta olma korkusu yaşayan bireyler sürekli olarak ağır bir hastalığı olduğunu ya da olabileceğini düşünürler. Bedensel bir belirtileri yoktur, varsa bile aşırı değildir. Ailesindeki bireylerde hastalık geçmişi varsa, kendisinin de hasta olma olasılığının yüksek olduğunu düşünür. Sağlıkla ilgili konularda yoğun bir kaygı yaşar. Vücudunu sıklıkla kontrol eder. Hastanelerden uzak durur. Sürekli hastaneye giderek sağlık kontrolü yaptıranlar da vardır. Bireyin bedensel hastalığının olmadığı görülmüştür.
Hastalık kaygısı, bu kişilerin hayatlarında önemli yer tutar, günlük hayatlarını olumsuz yönde etkiler.
Örneğin kişide baş ağrısı varsa, beyninde bir sorun olduğunu düşünür. Hastaneye gider, tahlil yaptırır, röntgen filmi çektirir, beyninde sorun olmadığı belirtilir. Bireyde rahatlama olsa da bu rahatlık yaklaşık 15 gün devam eder, sonra aynı düşünce yine ortaya çıkar. Birey hep şüphe durumundadır, birçok hastaneye başvurur, devamlı tahlil yaptırır ve sorunun fizyolojik değil de psikolojik olduğu ortaya çıkar.
Birey, hastalığa sebep olabileceğini düşündüğü durumlarda aşırı kaygılanır.
Çocukluk veya ergenlik döneminde yaşanan bir hastalık ya da ameliyat, hastalık korkusuna