İlişkileri kurmaktan daha zor olan bir şey varsa o da sağlıklı şekilde yürütmektir. Her ilişkide zor zamanlar, çıkmazlar yaşanabilir. İlişkilerde tekrar eden çatışmalar ya da zaman zaman duygusal olarak mesafelenme durumu oldukça yaygındır. Çiftler, kendilerine ilişkilerindeki problemlerin neler olduğu sorulduğunda kimi zaman aynı ilişki sorunlarını, kimi zaman da tamamen birbirinden farklı ilişki sorunlarını tarif edebilirler. İlişki için sorun teşkil eden olay aynı olsa da her bir olayın çiftler tarafından algılanması ve bu algının açığa çıkardığı duygular da tamamen farklı olabilir.
Gottman Terapisi ya da Çift Terapisinde Gottman Yöntemi olarak anılan yöntem, John Gottman ve Julie Gottman tarafından geliştirilen, dünyada araştırma temelli ve en kapsamlı bilimsel kanıtlara dayanan ilişki terapisi yöntemi olarak bilinmektedir. Gottman Çift Terapisinde mutlu ilişkilerden edinilen bilimsel veriler, mutsuz evlilik hayatına sahip ya da yolunda gitmeyen, çıkmaza girmiş bir ilişkinin içinde olan çiftler için adeta değişimin anahtarı gibidir. İlişki sorunlarına
Kaygı ya da anksiyete çok sayıda insanın yaşamını etkileyebilen bir sorun. Günlük yaşamda önemli kısıtlamalara gitmeye neden olabiliyor, işlevselliğin düşmesi, yaşam kalitesinin azalması gibi sonuçlara da yol açıyor. Tüm bunlarla mücadele eden bireyler için ise yakınlarının desteği çok daha önemli bir role sahip. Özellikle uzun yıllardır devam eden kronikleşmiş, kimi zaman yer değiştiren, dirençli anksiyete problemlerine sahip bireyler çoğu zaman yakın çevreleri tarafından anlaşılmamaktan yakınıyor. Sevdiklerinin desteğini almak bir yana, onlar tarafından duygularının hafife alınması hatta kimi zaman değersiz ve yetersiz hissettirilmek gibi ek olumsuz #duygusal yüklerle karşı karşıya kalabiliyorlar. Yakın çevrenin desteği ve kişilerarası ilişkilerdeki #olumlu iklim ise pek çok kişinin anksiyete sorunları ile daha iyi başa çıkmasına yardımcı oluyor.
Peki çeşitli düzeylerde kaygı sorunları ile mücadele eden ya da anksiyete bozukluğu teşhisi almış ve bunun için tedavi görmekte olan bir yakınınıza nasıl yaklaşabilirsiniz, onunla iletişim
Duygusal Yeme
Beslenme alışkanlıkları ve yeme davranışı; kültürel özellikler, yetiştirilme tarzı, toplumun ideal beden dayatmaları ve daha pek çok şeyden ötürü normal bir süreç olarak kendi akışında ilerleyemiyor hayatımızda çoğu zaman...
Öte yandan, yaşamımızın bir döneminde arkamızdan ağlayacak tabakta kalan son pirinç tanelerinden ya da ağlamayalım diye verilen şekerden öğrendiğimiz şeyler var.
Yeme davranışının insanı yatıştırması ile ilgili öğrenmelerimizin kökeni bundan çok daha gerideki deneyimlere, yenidoğan halimize dek uzanıyor üstelik.
Bu durum pek çok gerekçe ile gelişebilir, yerleşebilir, kimilerinde bırakması oldukça güç bir alışkanlığa dönüşebilir. Özellikle #covid19 nedeniyle #karantina günleri deneyimlediğimiz şu süreçte çoğu kişinin duygusal yeme sıklığının arttığını gözlemliyorum.
Siz de şu veya bu nedenlerle duygusal yeme davranışı içinde buluyorsanız kendinizi okumaya devam edebilirsiniz.
Duygusal yeme aslında fiziksel olarak aç olmadığınız halde duygusal sebeplerle yani
Telefonu bir kenara bırakmanız için ikna edici sebeplerim var…
Ekran süreniz nasıl? Son zamanlarda telefonla çok daha fazla zaman geçirdiğinizi farkediyor musunuz? Bugün size telefonunuzu yavaşça o sehpanın üzerine bırakmanız için bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.
Peki neden mi?
Sebep 1: Daha kaliteli bir uyku
Telefonla gereğinden uzun zaman geçirmek uyku kalitemizi kötü etkiliyor. Pek çok kişi yatağa yattıktan sonra da telefonda zaman geçirmeye devam ediyor, özellikle oyunlar ya da sohbet uygulamaları beyin için çok fazla uyaran demek… Vücudun kendini uykuya hazırladığı saatlerde yoğun uyaran akışına maruz kalmak uykuya dalmakta sorun yaşamanıza neden olabilir.
Sebep 2: Daha fazla serbest zaman
Pek çok kişi telefonuyla geçirdiği zamanın büyük çoğunluğunu sosyal medyada harcadığını söylüyor. Bu sizin için de geçerli mi? Sosyal medyada hem kişilere hem kuruluşlara ait hesapları takip ediyoruz. Dakikalar içinde yüzlerce yeni paylaşım yapılıyor. Sürekli eklenen bu içerikleri takip etmeye
Çift Terapisine Başvurmak İsteyenler İçin Bir Kılavuz
Öncelikle Gottman metodu uygulayıcısı çift terapistleri olarak neden bu yöntem ile çalışıyoruz buna açıklık getirerek başlayalım. Psikoterapide kanıta dayalı yaklaşımların tercih edilmesi elbette terapi sürecindeki uygulamaları ve müdahaleleri hem terapist hem de danışanlar açısından çok daha güvenilir kılıyor. Kişiler ne yöne gittiğinden emin olmadıkları bir gemide ilerlemek istemiyorlar. Bilimsel verilere dayalı, daha önce uygulanmış, olumlu sonuçlar alınmış, kapsamı ve müdahaleleri tanımlanabilen yöntemlerle ilerlemek istiyorlar. Haklılar da… Terapi sürecinde ortaya koydukları, yönteme ve terapiste emanet ettikleri şey ilişkileri… Çoğu zaman terapistin odasına gelindiğinde hali hazırda irili ufaklı yaralar almış, daha fazla riske atılmayacak kadar hassas hale gelmiş bir ilişki oluyor sözünü ettiğimiz.
Bu yöntem Dr. John Gottman’ın 1970’lerde başlayan ve günümüze dek devam eden araştırmalarına dayanıyor. Bu araştırmalar nelerin evlilikleri başarılı ya
Çiftler, ilişki terapisi veya evlilik terapisi olarak adlandırılan psikoterapilere sıklıkla kronikleşmiş bazı ilişki sorunlarıyla başa çıkabilmek ya da ani gelişen yaşamsal ve ilişkisel krizlerin üstesinden gelmek amacıyla başvuruda bulunurlar.
Bu terapiler, çiftlerin ilişkisel sorunlarına daha geniş bir çerçevede bakabilmeleri, birbirlerini daha iyi anlayabilmeleri ve ilişkilerinden aldıkları tatmini arttırabilmeleri gibi amaçlarla gerçekleştirilen terapilerdir. İlişkide uzun süredir devam eden ve bir türlü çözüme kavuşturulamayan sorunların ele alındığı bu terapilerde, tarafların duygularını, düşüncelerini, talep, ihtiyaç ve beklentilerini yeterince ifade edebilmesi, birbirlerini karşılıklı olarak olabildiğince doğru ve eksiksiz anlaması, uzlaşı sağlanmasına gereksinim duyulan konuların saptanması, çözüme yönelik yeni bakış açılarının ve işlevsel iletişim yaklaşımlarının kazanılması hedeflenir. Kimi durumlarda çiftler sağlıklı bir boşanma süreci yaşayabilmek adına da çift terapisinden faydalanırlar.
Çift terapisindeki temel amaç, tarafların birbirlerini daha iyi anladıkları, tatmin sağlayan, destekleyici bir güven ortamı yaratmaktır. Bu nedenle birinci öncelik,
7 GÜNDE 7 DAVRANIŞI DEĞİŞTİREREK DAHA İYİ HİSSETMEYE BAŞLAMAK MÜMKÜN MÜ?
Bir an için durup nasıl bir hayat yaşadığınızı özetleyen bir fotoğrafa bakıyor olsaydınız, gördükleriniz karşısında duygularınız neler olurdu?
Hayatımız en basit haliyle, karşımıza çıkan fırsatlar ve güçlükler ile bu fırsat ya da güçlükleri nasıl algıladığımızın ve bunlara yönelik aldığımız kararların toplamıdır.
Biraz önce kendi hayatınıza dair baktığınız fotoğrafın sizde uyandırdığı duygular çoğunlukla pişmanlık ya da hayalkırıklığı gibiyse yaşamın size sunduğu kötü ya da iyi tüm durumlarla neler yaptığınızı bir de bu gözle değerlendirmekte yarar var. Tüm bunlar geçmişte yaşadıklarınıza ilişkin ne hissettiğinizi belirlediği gibi aynı şekilde son zamanlarda yapmakta olduklarınız da şimdi ne hissettiğinizi belirlemeye devam ediyor.
Postpartum depresyon (PPD) ya da daha sık bilinen adıyla doğum sonrası depresyonu; doğum yapan kadınlarda gözlenen bir duygudurum bozukluğudur.
Yeni anne olan pek çok kadında hızlı ruhsal değişiklikler gözlenebilir. Bunda gebelik süreci ve doğum ile birlikte hormon dengesinde meydana gelen ani değişimlerin büyük payı var. Ancak postpartum depresyon, yani doğum sonrası depresyonu hafife alınmaması gereken bir sağlık sorunudur.
Doğum Sonrası Depresyonun Belirtileri Nedir?
Doğum sonrası depresyonunun belirtileri, majör depresyonda görülen belirtilerle pararleldir. Bu belirtileri, uyku ve iştah değişiklikleri, ilgi ve istek kaybı, halsizlik, cinsel istekte azalma, değersizlik hisleri ve depresif, kederli ruh hali olarak özetleyebiliriz. Bu belirtilere ani ağlama krizleri, duygusal değişiklikler, aileden ve çevreden uzaklaşma gibi belirtiler de eşlik edebilir ve kişi, kötü bir anne olduğu ya da hiçbir zaman yeterince iyi bir anne olamayacağı gibi kendisi ile ilgili abartılı olumsuz düşüncelere kapılabilir.
Yeni doğum yapan bir kadın, anne olma ile birlikte kendisini yaşamındaki sosyal değişimlerin de neden olduğu pek çok yeni duygu ve düşünce içinde bulabilir. Örneğin, kendini yetersiz