Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Önce orman yangınları arkasından sel baskınları... Her iki felakette de yakınlarını kaybedenlere başsağlığı, yaralananlara sağlık diliyorum...

Hepimiz biliyoruz ki bir doğal afeti engelleyemezsin ama o doğal afet hakkında gerekli araştırmaları yapmak suretiyle nerelerin riskli olduğunu ve olası zararlarını kestirmek, dolayısıyla da gerekli önlemleri alarak etkisini azaltmak mümkün. Hele de daha önce bu anlamda yaşanmış acı deneyimler ve kahreden görüntüler varsa...Yani yaşananlardan ders almak olası afetlere karşı kritik önemde... Peki bu anlamda ülkece doğru bir tavır ya da duruş içindeyiz diyebilir miyiz? Asla. Daha yeni söndürülebilen orman yangınları ve son sel felaketleri de bunun çok açık kanıtı. Çünkü her ikisi de daha önce defalarca yaşadığımız ve nedenlerini konuşup tartıştığımız ama aynı kafada kaldığımız olaylar. Şöyle ki; orman yangınlarına müdahalede söndürme uçaklarının önemini ve yokluğunu neredeyse 40 yıldır konuşuyoruz ama hala yok. Dere yataklarına oy uğruna verilen yapılaşma izni, bu bağlamda da sel bölgelerine dikilen apartmanlar, işyerleri ise maalesef bir ülke gerçeği. Bunun sonucundaki can kayıpları da... Üstelik de bu sadece Karadeniz bölgesi değil ülkenin hemen her köşesi için geçerli. Mesela bunun bir benzeri 2009’da İstanbul’un göbeğinde yaşanmıştı. Birkaç ayda yağacak yağmurun şehre bir saatte düşmesiyle Ayamama Deresi taşmış ve bir anda can pazarına dönüşen işyerlerinin yoğunlukta olduğu İkitelli ile Halkalı bölgesinde 30 civarında vatandaşımız hayatını kaybetmişti. O günlerde yapılan açıklamaları anımsıyorum da hepsi dere yatağındaki yapıların kaldırılacağı şeklindeydi. Hatta bu anlamda faaliyet de başlamıştı. Bugün baktığımızda ise bırak kaldırılmayı aksine daha da yoğunlaşmış durumda...

Haberin Devamı

Tabii afetlere bakış açımız bu kadarla sınırlı değil. Asıl bir de 17 Ağustos 1999’da yaşanan felaketin yıldönümü nedeniyle popülerliği yarın yine pik yapacak olan deprem afeti ve bu anlamda İstanbul’u bekleyen büyük tehdit var. Haksızlık etmeyelim hemen her sallantında da bu konu aklımıza geliyor ve bilim insanlarınca olacak denilen ama zamanı kestirilemeyen depreme karşı alınması gereken önlemler konusunda uyarılar yineleniyor ama sadece o kadar. Çünkü ısrarla “deprem değil çürük bina öldürür” denilmesine rağmen gereği yapılmıyor. Dolayısıyla da kentte hala yüzbinlerce riskli bina var. Ve bu anlamda yapılan en iyimser senaryo bile felaket. Kaldı ki bunlar olası felaketin yıkım boyutu, bunun bir de etkisi en az deprem kadar yıkıcı olan yangınlar boyutu var. Ki uzmanlara göre; son yıllarda, özellikle gelişmiş ülkelerde meydana gelen depremlerde zararın büyük olmasının temel nedeni, deprem sonrası ortaya çıkan yangınlar. Deprem sırasında sızan gazlar nedeniyle yaşanan patlamalar, depo ve boru hatlarındaki kırılmalar, doğalgaz tesisatları, ocak, mum, şömine gibi açık alevler, elektrik tesisatındaki kısa devre ve su ısıtıcısı gibi cihazların devrilmesi gibi pek çok etmen, yangına neden  olarak depremin zarar vermediği binaları bir anda yok edecek güce sahip.

Haberin Devamı

Yine raporlara ve yapılan çalışmalara bakıldığında deprem sonrasında meydana gelen yangınlar daha çok sanayi tesislerinde, rafinerilerde, ticari binalarda ve ahşap yapılarda meydana geliyor. Ülkemizdeki büyük sanayi merkezlerinin yüzde 98’i birinci ve ikinci derece deprem bölgesinde yer alıyor. Sanayinin yüzde 60’ı da Marmara Bölgesi’nde bulunuyor. Özellikle İstanbul’da depremin yaratacağı kaosun yanı sıra, deprem sonrası yaşanacak fabrika yangınlarının yaratacağı yıkımın büyük olacağı da açık ve net. Çünkü korkulan İstanbul depreminin kış aylarında akşam saatlerinde olması halinde yaklaşık 2 bine yakın büyük yangın meydana geleceği bunların yüzde 20’sinin ise atölye, fabrika ve endüstriyel tesislerde yaşanacağı tahmin ediliyor. Bu durumda da akla gelen soru şu:

Haberin Devamı

İstanbul’daki olası bu binlerce yangına karşı hazırlıklı mıyız? Hem donanım hem yeterli personel açısından. Mesela uçak, helikopter filosunu geçtik her yerde, her köşede en azından hidrant sistemi ve yeterince su beslemesi var mı? Yoksa belirli bir noktaya itfaiye ulaştıktan sonra su yok, ya da bitti gidin getirin demekle alevler sönmez...Dahası oluşacak kaosa ya da organizasyon karışıklığına karşı ne gibi önlemler alındı. Evet bir şeyler söyleniyor ve tatbikat havasında bir şeyler yapılıyor ama daha çok “mış” havasında, dahası bugüne kadarki en küçük bir olayda dahi yaşanan karmaşa ve yetersizlikler de malum. Dolayısıyla “yaşananlardan ders aldık, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” gibisinden sözler falan hep hikâye...