Hakkı Öcal

Hakkı Öcal

hakki.ocal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Şurada yeni ümitler, yeni beklentilerle karşıladığımız yeni yıla daha bir gün kalmışken, bu yeni yılın sevinçten çok acı, mutluluktan çok keder vaat ettiğini söylemek ne kadar incelik ve diplomasi içerir bilemiyorum.

Ama burnumuzun dibinde, 450 gündür devam eden ve daha ne kadar süreceğini kimsenin bilemediği bir katliam, bırakın katliamı, bir soykırım sürerken… 7 milyon Musevinin yaklaşık yarısını oluşturan Siyonistlerin başlattığı ve 77 yıldır süren bu işgal, sürgün, cinayet felaketine 2 milyar Müslüman seyirci kalırken… Bilemiyorum insan nasıl ince, kibar, düşünceli ve diplomatik olabilir?

Haberin Devamı

7 Ekim 2023’ten bu yana bir çoğumuz bilmediğimiz bir şeyi öğrendik: İsrail’i kuran, koruyan zihniyet, birinci günden, yani Osmanlı’yı parçalayarak İngiliz Yetki Alanına (Mandasına) konmuş bulunan Filistin’in “paylaştırılması” için BM’de karar alındığı 29 Kasım 1947 günü biliyordu ki, paylaştırma filan yoktur; sadece Siyonistlerin planladığı şey vardır. Bu planın tanımı, hala ABD ve batı sözlüklerindeki Siyonizm tanımıdır: Yahudilerin güven içinde yaşayabilecekleri bağımsız bir Yahudi devleti kurmak. Filistin’deki Müslüman ve Hristiyan Arapların bu paylaşımda hakkı olmayacaktı. Hatta Siyonizmi kabul etmeyen, bir ‘İsrail’ ülkesi kurulmasının Tevrat’a ve Musevi ‘sünnet’i Mitzvah’a aykırı olacağını söyleyen, 5 bin yıl önceki sürgünden sonra dönerek bu topraklarda yaşayan Musevileri bile kovacaktı bu insanlar.

Ancak ilk bir yıl içinde Siyonistlerin 15 bin kadın-çocuk ve erkek Filistinliyi katletmesi, yarım milyon kişinin evinden, köyünden ve kentinden sürülerek, Mısır’a, Sina çölüne zorla gönderilmesi (yani Nakba/Felaket adı verilen olay), içinde insanlıktan bir zerre kalmış olan ulusları BM’de yeni bir karar alarak ortaya “iki devletli çözüm” kavramını çıkardı.

1967’ye kadar İsrail’in “yerleşim yeri” adını verdiği siyaset öyle büyük acılara, cinayetlere ve işgalleri yol açtı ki Mısır, Suriye, Ürdün, Irak ve gönülsüz de olsa Lübnan’ın oluşturduğu Arap ittifakı, İsrail’e 6 gün süren bir savaş açtı. Ne var ki İsrail, bu arada ABD’nin verdiği teknoloji, para ve fabrikalarla silahlı gücünü o kadar artırmıştı ki, 5 Arap ülkesini yenerek, onların topraklarını işgal ederek, sadece Filistinliler için değil, ama bütün bölge için bir tehdit olduğunu gösterdi. Bu savaştan sonra iki gelişme yaşandı: İki devletli çözüm ifadesi ABD ve Avrupalılar tarafından adeta kullanılmaz oldu; İsrail, kimine göre çaldığı, kimine göre ise ABD başkanı Johnson tarafından gizlice verilen teknoloji ile nükleer silah üretmeye başladı.

Haberin Devamı

İsrail, bu iki gelişme sonunda bölgenin egemen askeri gücü oldu. ABD’deki İsrail lobisinin, “Zavallı Yahudiler! 5 Arap ülkesi birden saldırıyor!” temasıyla, Amerikan hükumetinin BM’nin Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesine Dair Anlaşmayı görüşmesini adeta sabote ederek geciktirmesi sayesinde, İsrail dünyanın “kayıt dışı” ilk nükleer gücü oldu. Kayıt dışı, çünkü BM, halen İsrail’in elindeki nükleer silahların sayısını resmi olarak bilmiyor. Gayrı resmi kaynaklara göre, İsrail’in 90 adet nükleer bombası var. Ancak İsrail’in nükleer başlık stokunun 400’den az olmadığı yaygın bir tahmin. Dahası İsrail, F-15 ve F-16 savaş uçakları, Dofhin sınıfı denizaltından fırlatılan seyir füzeleri, Jericho serisi orta ve kıtalararası menzilli balistik füzeler olmak üzere üç ayrı nükleer saldırı yeteneğine sahip.

Haberin Devamı

İsrail’in Filistin diye bir ülke ve Filistinli diye bir halk kalmaması için yer yüzünde çıkartacağı fesadın ölçüsü ve İran’ın güya İsrail’le mücadele ediyormuş görüntüsü altında sürdürdüğü tahrikin sınırı olmadığını dikkate alırsak, İsrail’in komşuları ve genel olarak bölge ülkelerinin, en azından İsrail’le eşit nükleer yeteneğe sahip olmak istemesinden daha doğal ne olabilir? İşte bu sorunun cevabı, muhtemelen çoğumuzda, 2025’in bölgeye (hatta dünyaya) bir nükleer afet yaşatması korkusuna sebep oluyor.

Ama biz yine de dünyamız ve insanlık için barış ve huzur, Filistinliler için kurtuluş dileyelim.