Berkin Elvan soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmesi ve iki DHKP-C’linin ölümüyle sonuçlanan Çağlayan Adliyesi’ndeki operasyonla ilgili yeni bilgiler günışığına çıkıyor.
Kamuoyunda büyük tepki çeken eylemle ilgili edindiğim yeni bilgileri şöyle sıralayabilirim:
- Savcı Kiraz’ın odasına giren iki eylemci, önce kapıyı kilitleyip ardından da panik butonuna basan savcıyı etkisiz hale getirdi.
- Hemen ardından dışarıdan görüntü alınmasını engellemek amacıyla penceredeki jaluzileri kapattı.
- Daha sonra odadaki tüm dolap, masa ve sandalyeleri kilitli kapının arkasına yığarak girişi engelledi.
- Olayın ortaya çıkmasının ardından binaya gelen operasyon timleri, aynı anda iki ayrı çalışma yaptı. Odanın hemen karşısındaki başka bir odanın camından görüntü almaya çalışıldı ancak jaluzilerin kapalı olması nedeniyle bu girişimden sonuç çıkmadı. İkinci olarak odanın kapısının altından mikro kamera uzatılarak odanın içinden görüntü alınmaya çalışıldı ancak bu girişim de kapının arkasındaki dolap yığına takıldı. Boşluktan odaya bırakılan kamera, dolaplara takılıp daha ileri gidemedi. Böylece sağlıklı görüntü alınamadı.
- Bu girişimler sırasında kepçeli vinç kullanılarak bir operasyon timinin, savcının odasının camının önüne kadar çıkarılması planlandı ancak bu girişim de yine kapalı jaluziler nedeniyle sonuçsuz kaldı.
- Operasyon, Savcı Kiraz’ın odasının hemen yanındaki boş sekretarya odasının diğer tarafındaki bir odadan yürütüldü. Kiraz’ı rehin alan eylemcilerle telefon bağlantıları buradan kuruldu.
- Olayın gerçekleştiği saatlerde havanın aydınlık olması nedeniyle sadece gece operasyonlarında kullanılan termal kamera sistemi işe yaramadı. Görüşmelerin devamı halinde termal kameralar kullanılabilecekti.
- İtalya’da yakalanan DHKP-C’li Erdal Ünal’ın bu eylemle ilgisi yok. Ünal, ABD’nin Yunanistan’da yürüttüğü DHKP-C soruşturmaları çerçevesinde verilen bilgi üzerine Venedik’te yakalandı.
- Savcı Kiraz’ı rehin alan DHKP-C’liler Şafak Yayla ve Bahattin Doğruyol’un kullandığı telefon kısa süre sonra dinlemeye alındı. Dinleme sonucunda, Türkiye’den çıkış numaralarına bakıldı. Yunanistan ve Bulgaristan’dan arama yapıldığı anlaşıldı. Gelen aramalar, DHKP-C’ye yakınlığı ile bilinen televizyon ve gazetelerdendi.
Burada ayrı bir paragraf açmak gerekiyor. Operasyona katılan uzmanlar, eylemcilerin bu telefon görüşmelerinden “eylem talimatı aldıklarını” düşünmüyor. Zira, iki eylemci Kiraz’ın odasına girdiğinde zaten savcıyı öldürmeyi çoktan planlamışlardı. Eylem başladığında Kiraz’ın odadan sağ çıkmamasının hedeflendiği biliniyordu. DHKP-C’yi yakından tanıyan uzmanlar, bu tür eylemlerde örgütün son derece acımasız olduğunu değerlendirirler. Kaldı ki; eylem devam ederken görüştüğüm bir yetkili, görüşmelerin iyi niyetli devam ettiğini ancak sonucun olumlu olmayacağını düşündüğünü bana söylemişti. Ne ki; bu görüşmeden bir kaç saat sonra yaşananlar, yetkilinin bana söylediklerini doğruladı.
- Odadan önce iki el, hemen ardından üç el silah sesi gelince operasyon timleri, hem odanın kapısını hem de yan duvarı “korteks” adı verilen sistemle patlatarak içeri girdi. Görüşmelerin devam ettiği sırada, operasyon timleri her türlü sonuca göre hazırlık yapmıştı. Silah seslerinin duyulmasıyla birlikte gerçekleştirilen iki ayrı patlamayla timler içeri girdi ve kısa süreli çatışma yaşandı.
- Yayla ve Doğruyol’un üzerindeki Fransız Onlusu olarak bilinen tabancaya ait “duble şarjör” bulundu. Yapılan olay yeri incelemesinde DHKP-C’lilere ait silahtan çıktığı anlaşılan 7.65 mm’lik 43 boş kovan bulundu. Ayrıca, dolu fişekler de bulundu.
Sonuçta, odadan Savcı Kiraz şehit, iki örgüt üyesi ise yaşamını yitirmiş halde çıkartıldı.
Operasyonla ilgili eksik yönler tartışılabilir. Ancak, “kapalı alandan, kapalı bir alana doğru yapılan” operasyonun zorluğu yadsınamaz. Bu durum tartışılırken 2009’da Kadıköy’de Devrimci karargah örgütüne karşı yapılan “açık alandan, kapalı alana yönelik” operasyonu da değerlendirmeye almak gerekir. O dönem İstanbul Emniyeti’nde görevli polis müdürlerinin koordine ettiği bu operasyonda apartman dairesinde saptanan örgüt yönetici Orhan Yılmazkaya tek başına Emniyet Amiri Semih Balaban’ı şehit etmiş, bir vatandaşı öldürmüş, 7’si polis 9 kişiyi yaralamıştı.
Olayın ardından tartışılması gereken başka bir konu ise kamuoyunun bilgilendirilmesi aşamasıydı. Eylemin başından itibaren olay yerinde bulunan İstanbul Başsavcı Vekili Orhan Kapıcı ile İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok’un, medya önüne çıkartılması doğru olmamıştır. Kötü biten süreçte, gelişmelerin içinde bizzat yer alan ve mental açıdan yorulan iki ismin yerine kameraların karşısına en azından İstanbul Valisi ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı çıkmalıydı.
Bu yazdıklarımız olayın kriminal boyutu. Olayın siyasi ve adli boyutu ise kanımca daha da karmaşık.