Fenerbahçe’nin sezon başından bu yana oynadığı maçlarından üç, bilemediniz beşini kenara koyalım kalan tüm maçların ilk 45 dakikası Jose Mourinho’nun fantezileri nedeniyle çöpe gitti. Mourinho bu kaybedilmiş 45 dakikalarda fanteziler deniyor. Olmadık oyuncuları, olmadık pozisyonlarda görevlendiriyor, antrenmanlarda yapılması gereken sistem denemelerini maçlarda yapıyor. Böyle olunca da maçların 45 dakikalarında Fenerbahçe camiası ölüp ölüp diriliyor.
Tamam sakatlık ya da cezalar nedeniyle yani zorunluluktan Szymanski’den sol kanat beki yaratabilirsiniz, genç Yusuf’u stopere koyabilirsiniz. Bunlara kimsenin itirazı olmaz. Hele bir de o maçta amacınız beraberlikse tercihiniz alkış da alabilir... Ancak eğer Göztepe ile puan maçı oynuyorsanız, rakibiniz aradaki farkı 9’a çıkarmış ise, hem en sağlam hem de en doğru oyuncularla sahaya çıkarsınız. Bakın bir Kostic ve Maximin değişikliği yani orjinale dönüş, giden maçı ve özellikle de kızgın seyirciyi geri getirdi. Mourinho’nun benim
Jose Mourinho’nun sistem değişikliği yani savunmadan çok hücumu düşünen yeni güncellemesi Fenerbahçelilere uzunca bir süre korku filmi izler gibi maç izlettirecek... Aslında bu değişiklik kayda değer bir yenilenme; sanki Fenerbahçe biraz daha iyi, göze hoş gelen, biraz da sonuca endeksli oyun oynayacakmış gibi görünüyor. Yani tıpkı dün olduğu gibi yediğinden bir fazlasını atmaya kurgulanmış bir düzen... Ne var ki, bu değişikliğe ayak uydurmak istenen sonucu alabilmek için sarı-lacivertli ekibin mutlaka bir değil iki tane stopere ihtiyacı var. Dün gördük, gol atmasına rağmen arkadaki üçlünün ortasında oynayan Çağlar ve yanındaki Djiku ile üçlü sistemi beceremezsiniz. Elbette dünkü gibi oynarsınız ama 90 dakika hop oturup hop kalkarsınız ve diğer takımlar asla Konyaspor gibi cömert ve şanssız olmazlar.
Fenerbahçe’nin savunma bloğu daha doğrusu tandemi ileri çıkmaktan, önde oynamaktan korkuyor. Çünkü biliyorlar ki, arkalarına atılacak her topta hata yapma oranları çok
Ligin görece en zayıf takımı, 7 eksikle gelmiş Kadıköy’e... Abartılı olacak ama kağıt üstündeki Fenerbahçe, hocasıyla birlikte üflese neredeyse yıkacak bu Hatayspor’u... Ama gel gör ki, Kadıköy’deki hesap her zamanki gibi çarşıya uymadı... Tamam, taraftarla barış maçı, üç puan mutlak beklenti, 2-1’lik bir galibiyet var, “Allah’ından daha ne istiyorsun?” diyebilirler. Sarı-lacivertli taraftar, elbette sonuç istiyor ama o sonuçla birlikte, eldeki kadroya karşılık kaliteli futbol, üst düzey performans ve kaçan goller değil; arka arkaya atılanları istiyor.
Ben her zaman futbolun bir sonuç oyunu olduğunu söylerim. Bu değerlendirmeye paralel olarak da, “Kazanan haklıdır” derim. Hala bu savımın arkasındayım. Ancak Fenerbahçe taraftarının da haklılığını ve kazanılmış bir maçtaki protestosunu hak edilmiş bir tepki olarak görüyorum. Çünkü taraftar, dünkü oyundan mutlu değil... Çünkü taraftar biliyor ki, bu oyun sürekli kazanmaya, hele hele şampiyonluğa
Dünyanın en iyi yönetmenine sahip olsanız ve yine kainatın en iyi başrol oyuncularını bulup getirseniz senaryonuz iyi değilse çekeceğiniz film zarar eder. Daha ilk gösterimde seyirci filmi yarıda terk eder. Bunu duyanlar ise gelmekten vazgeçerler.
Kaliteli senaryonun futboldaki karşılığı güçlü oyundur. İyi bir oyununuz var ise sıradan oyuncuları yıldıza çevirir. Fenerbahçe’de olmayan şey işte bu güçlü oyun... 90 dakikanın neredeyse 60 dakikasında topu rakip alana şişiren bir takımdan zaten çok fazla şey de beklenmez... Hem Mourinho’ya hem de takıma çok acil müdahale gerekiyor. Aslında şampiyonluk Kaf Dağı’nın arkasına çoktan gitti ama Türkiye’deki hakem performanslarını düşününce, hele de matematiksel şans devam ediyorsa küçük de olsa bir umut var demek lazım.
Önce maçın en kritik iki pozisyonu ile ilgili düşüncelerimi aktarayım. Fenerbahçe’nin golünden önce İrfan Can’ın Caner’e yaptığı hareket net bir faul... Caner’in yüzüne dirsek vuran İrfan
Fenerbahçe olağanüstü bir dönemden geçiyor. Taraftar tribünde, yönetim sporun siyasetinde, futbolcular ise sahada müthiş bir gerginlik içindeler...
Bu gerginlik takıma tedirginlik, ürkeklik ve hatta korkaklık olarak yansıyor. Üç gol atsa bile rahatlayamayan, “Bu maçı kazandık” diyemeyen oyuncular var. Kaptan Dzeko’nun, Tadic’in ve özellikle Fred’in sakinlik ve kontrol çağrısı hep havada kalıyor. Bu durumda iş elbette Mourinho’ya düşüyor. O da doğal olarak riskli oyunu tercih ediyor.
Maçın bitmesine 30 dakika kala oyuncu değişikliklerini bitirmek, yorgun Dzeko’yu sahada tutup En Nesyri ile çift santrfora dönmek, savunmaya yardımcı olmayan Saint-Maximin’i de destekçi olarak sahaya sürmek bu riskin tam karşılığıdır... Becao’nun sakatlanıp oyundan çıkmasıyla son 20 dakika 10 kişi kalıp, hem de çift santrfor, üstüne üstlük tek stoperle oynamaya mahkum olmak bu riskin ne denli büyük olduğunun da kanıtıdır.
Bir tarafın kalesinde 19 yaşındaki Deniz, diğer
Seyirci tribünde, Fenerbahçe de takım olarak sahada maça iyi başlamışlardı. Oyunun kontrolü sarı-lacivertli takımda gibi görünürken, Samet'in o inanılmaz hatası tüm geceyi berbat etti... Futbolda kabul edilebilir hatalar, şanssızlıklar, sürprizler çoktur. Samet'in bu hatasını da bu kategorilerden birine koymamız mümkün ama ne var ki kendisinin geçmişinde benzer hatalardan çok var ve bunların sonucunda kaybedilen puanlar bulunuyor. İşte bu durum dünkü hatayı üzülerek söylemeliyim ki, affedilemez hatalar kategorisine sokuyor.
İşte bu hatanın sonrasında önce seyirci oyundan düştü, maçı bıraktı, desteği tamamen unuttu, başka bir moda girdi. Taraftarın olumsuz tavrı doğal olarak takımı da etkiledi. Top kayıpları ve düzensiz oyun stratejisi 44. dakikada ikinci golü de getirince İspanyollar ummadıkları kadar rahat bir şekilde, fişi erken çektiler.
Tıpkı geçen sezon olduğu gibi bu yıl da Fred'li ve Fred'siz oyunun getirilerini konuşmaya başlıyoruz. Brezilyalı oyuncu bu sezon her ne kadar ligde beklenenin çok gerisinde kalsa da, iddia
Bu maçın başrol oyuncusu kesinlikle Beşiktaş seyircisidir. Kulüp tarihi bir kaos içindeyken takım arka arkaya kötü sonuçlar alıp Hollandalı hocasını kaybetmişken bir Fenerbahçe derbisinin anlamını çok iyi bilen siyah-beyazlıların olağanüstü taraftarı tedirgin takımını önce normal seviyesine çekti, ardından da Fenerbahçe’yi rahatlıkla yenebileceklerini onlara hissettirdi. Bu taraftar alkışın en büyüğünü yerden göğe kadar hak ediyorlar. Helal olsun onlara...
Beşiktaş’ın galibiyetindeki bir diğer önemli aktör ise Serdar Topraktepe’ydi. Kırgınları, küskünleri tekrar bu takımın oyuncusu yapan Topraktepe hem Fenerbahçe’yi çok iyi çalışmış hem de mecburiyetten başına geçtiği kendi takımını... Serdar hoca dünyaca ünlü meslektaşını önce uyuttu, sonra da kapıya kadar yolcu etti.
Aslında maçın Beşiktaş taraftarı kadar özel ve Türk futbolu için de çok güzel bir aktörü daha vardı. O da karşılaşmanın hakemi Mehmet Türkmen’di. Yönetimi, saha
Fenerbahçe’nin önce Sivasspor ardından da Zenit maçlarındaki bol gollü ve hücumu düşünen görüntüsü “Mourinho acaba format değişikliğine mi gidiyor?” sorusunu gündeme getirmişti... Dünkü 6-2’lik Kayseri galibiyeti bu sorunun yanıtının net bir şekilde “evet” olduğunu kanıtladı bize... Jose Mourinho attığını koruyan bir Fenerbahçe’den vazgeçmiş, gol üstüne gol kovalayan, “önce savunma değil hücumu yapayım, savunma nasılsa gelir” diyen bir “yapıyı” planlarının birinci sırasına koymuş. Umarım genlerinde hücum futbolu felsefesini taşıyan Fenerbahçe’yi hep böyle izleriz.
Dünkü gibi farklı galibiyetler, hele bu galibiyet deplasmanda elde edilmişse bir çok defonun halının altına süpürülmesine neden olur. Yenilen iki gol ve özellikle savunma bloğundaki anlaşmazlıklar unutulur gider. Oysa hedefleri büyük olan takımlarda kazanırken de ders almak asli görevlerden biridir. Kısacası dünkü görkemli galibiyette aslında asla gözardı