Son dönemde Türk Lirası’nın değer yitirmesinin yerli koleksiyonerleri alım yaparken 2 kez düşünmeye zorladığını söyleyen sanatçı Ardan Özmenoğlu, yabancılar için ise adeta ‘1 koyup 3 alma’ günlerinin yaşandığını anlatıyor
Ardan Özmenoğlu ‘kız kaçırma’ tablosunun önünde.
Son dönemin parlayan çağdaş Türk sanatçılarından Ardan Özmenoğlu, post-it notlarla çıktığı sanat yolculuğunda özgün bir tarz yarattı.
Sanatçı sadece Türkiye’de değil, yurtdışında özellikle New York’ta büyük ilgi görüyor. Özmenoğlu, son Contemporary İstanbul fuarında sergilenen Binbir Gece Masalları’nı resmettiği çalışmalarıyla sanat dünyasına taze kan getirdi.
Fuarın akabinde soluğu New York’ta aldı. New York Chelsea‘deki Bertrand Delacroix adlı galeri tarafından 2 yıldan beri temsil edilen Özmenoğlu, New York dönüşü ayağının tozuyla sanat ve ekonomi piyasasının ne kadar iç içe olduğunu anlatan bir anekdotu paylaştı.
Atatürk’le dans edebilmek
New York’taki Bertrand Delacroix adlı galeriye bir koleksiyoner geliyor, Özmenoğlu da orada... Koleksiyoner eserleri çok beğeniyor. İstanbul’u, Bodrum’u biliyor. Türk çağdaş sanatının yükselişte olduğunu düşünüyor. Ekonomimizden, paramızın değerinin düştüğünden haberdar. Özmenoğlu’na diyor ki:
“Bir resmin 10 bin euro, 10 bin dolar, 10 bin TL olması aynı hesap. Ancak sizin 10 bininiz ile bizim 10 binimiz farklı. Cebimdeki doları bozdurup bir eserinizi Türkiye’de aldığımda 10 bin değerlik eseriniz için ödeyeceğim para buradakinin yarısı; 5 bin dolar!”
Yani yabancı koleksiyoner ucuza alırken Türk koleksiyoncu kur farkından fazla ödüyor...
Bakalım bu bakış açısı ve paramızın düşen değeri, hiç olmazsa Türk sanatçılarına yarayacak mı?
Sanatçı olarak nereden besleniyorsunuz?
Hayatın kendisinden. Ve bu topraklar ilham veriyor. Son sergimde Ortadoğu’dan, Binbir Gece Masalları’ndan ilham aldım. Amerika’da Walt Disney masalları neyse, Binbir Gece o. Aslında birbirine referans olan şeyler. Aynı hayal kurma, aynı prenses, mutlu son, peri masalları...
Eskiden resim asılmıyordu, halı asıyorlardı duvara. O halı motiflerini çağdaş sanatla yorumlayıp bir araya getirdim. Harem kadınları, saraydan kız kaçıran adam... Hepsi çok ilgi gördü. Bu eserlerden birisini, ‘Coffee Time’ tablosunu fuarda Arjantinli bir koleksiyoner aldı. Hani duvar halılarında vardı ya, başında sultan şapkası, elindeki Türk kahvesini içen kadın portresi, bu işte onu yorumladım.
Dünyada yerel olan ilgi görüyor. Sınırlar kalktı, internet sayesinde herkes herşeyi biliyor artık.
Mesela Berlin’deki stüdyomda Atatürk portresi çalışırken, stüdyodaki herkes Atatürk’ün kim olduğunu biliyordu. Bu arada, Atatürk’le bir kez dans edebilmek isterdim. Atatürk’le dans eden bir kadını çalıştığım işe, “I wish I was her” adını verdim.
‘Atatürk portreleri niye bugüne kadar böyle kötü yapıldı? Heykelleri niye o kadar sıkıcı ve aynı?’ diye hep sorarım ve kızarım. Bütün portreler ruhsuz ve heykeller birbirinin aynı. Oysa muhteşem pozları var, çok karizmatik. Çok şık ve yakışıklı bir adam, gözler masmavi. Bu nedenle Atatürk çalıştığımda, tuvalde muhakkak mavi bir ton oluyor.
10 bin TL’ye tablo değil, çanta alınıyor
Türk sanatçılar neden yabancı müzelere giremiyor?
Yavaş yavaş giriyorlar, bu bir ilişki, tanıtım, bütçe işi. Bu zamana kadar çok yatırım yapılmadı. Contemporary İstanbul Çağdaş Sanat Fuarı bu yatırımlardan birisi. İstanbul Modern 10. yılına giren bir müze. Türkiye’nin çağdaş sanatçıları var ama Amerika’nın Metropolitan Müzesi veya Avrupa’nın Louvre Müzesi henüz Türkiye’de yok.
Bazı galeriler kapanmaya başladı? Neden acaba?
Bu tamamen toplumun eğitim düzeyiyle alakalı. Sanatın eksikliği hissedilmediğinden, 10 bin liraya çanta alınır ama sanat eseri alırken tereddüt edilir.
Zenginlerin paralarını dışarıda harcamaya başladıkları söyleniyor. Sizi etkilemiyor mu?
Türk koleksiyoner hem yabancı, hem yerel sanatçıların eserini alıyor. Kendine, yeteneğine güvenen her sanatçı için bu rekabet kötü değil. Bu ülkedeki müzeler için de, galeriler için de çok güzel. Böylelikle yabancı koleksiyonerin ve galerinin Türk sanatçıya ilgisi başlıyor.
Özmenoğlu’nun, Ahmet Haşim’in ‘Merdiven’ şiirinden esinlenen ve son çağdaş sanat fuarında sergilenen Merdiven adını verdiği neon çalışmasını, iş kadını Ebru Özdemir aldı.
Ana malzemesi ‘24 saat zamanı’
Maliyetleriniz yükseliyor mu?
Yükselmez mi? Bir kere zamanımı düşünün. Hiç boyasına, camına, çerçevesine girmiyorum. Zamanım önemli. Zaman olarak başka hiç birşey yapmıyorum. Günüm, gecem, 24 saat zamanımı ayırdığım tek şey bu. Genel olarak fiyatlandırmalarda da hep saat hesap ederler... Bir hastanede çalışan hemşire saatte ne kadar kazanıyor? Doktorun saatlik ücreti ne? Nedense bunu sanatçı için hiç düşünmezler. ‘Sanata bunun materyali ne ki?’ diye bakılır.
Materyalini düşünüyorsun, onun arkasında kaç saatlik çalışma var, onu düşünen olmuyor... Bir de bunu ben de yaparım mevzusu var. Ona da çok kızarım, ‘yap o zaman, niye yapmadın, yapıp asmadın.’
Çok fazla vazgeçiş var...
Contemporary İstanbul Fuarı’nda dolaşırken eleştiriler duyuyorsun, ‘ne var ki bunda, bunu ben de yaparım’. Yapsaydın o zaman. Bütün hayatını ona adasaydın sen de. Bazı insanlar herşeyi rastlantısal zannediyor. O eserin arkasında çok büyük bir emek var, zaman var, enerji var, adanmışlık var, kafa takmışlık var. Çok fazla herşeyden vazgeçiş var.
Nasıl bir düşünce, travma ve duygusal yoğunluk var. Eser aldığınızda onu alıyorsunuz aslında. Nedense kimse sanatçıya ‘senin günlük çalışma saatin ne kadar?’ diye sormaz. Sabahtan akşama kadar çalışıyorum. Yeteneğinizin ve yaratıcılığınızın olması şart.
Ama ‘yetenekliyim, bir anda resim çıktı’ diye birşey yok. Mozart çok yaratıcı ve yetenekliydi ama o kadar çalışıyordu ki. Mozart aklına gelen her notayı saniyesinde notalara döküyordu. Onu duymak devamını getirmek istiyordu.
Unutmamak için ‘post-it’...
Post-it’ler nereden çıktı?
Çok çağdaş bir materyal, bugüne ait. Benim eserlerimde çoğunlukla kullandığım konular da geçmişe ait izler. Geçmişle bugünü ve unuttuğumuz şeyleri bir araya getiriyorum post-it resimlerimin üzerine. Unutmak üzere olduğumuz, unutacağımız ve hiç umursamadığımız şeylere dikkat çekmek istiyorum. Mabel sakızları, Arko kremler, Müjde çorapları var. Binbir Gece Masalları’nda da o var.
İşadamları, şirket merkezleri için eser sipariş ediyor mu?
Zorlu Center’daki Raffles Hotel için 4 büyük portre çalıştım. Afife Jale, Ahmet Ertegün, Atatürk, Fatih Sultan Mehmet. Amerika New York Büyükelçiliğimizde eserlerim asılı. Özyeğin Üniversitesi’nin kütüphanesinde, Mudo’nun Tuzla binasında var.
Sanat benim kocam, kavgam sevdam onunla
Sanatçıyı tanımak iyi midir?
Bana göre iyidir. Ama risklidir de. Çok sevebilirsin, nefret de edebilirsin. İşiyle sanatçıyı ayrı ayrı düşünmemek lazım. Sanatçı ile koleksiyonerin diyalog halinde olması çok önemli. Bu iletişim, sanatçısından aldığı eserin ne kadar orjinal olduğunu da kanıtlar.
İyi koleksiyonerler hep sanatçılarını takip ederler, nerede ne yaptıklarını, ne ürettiğini, yeni ne fikirleri var, ne sıkıntı çekiyor? Bunu bilmek isterler. Sanatçılarla diyalog farklı bir bakış açısı, yeni fikirler ve zengin hayal gücü sunar.
Dolar ve euro kadar global...
Sanat sizin için ne kadar global?
Bir dolar, bir euro kadar global.
Koleksiyoner resim alırken motivasyonunda yatırımın rolü nedir acaba?
Ben her zaman çok sevdiği için aldığını düşünüyorum. Ama tabii muhakkak yatırım için de alanlar vardır. Ben sadece sanatımı yapıyorum, bu durum benim umurumda değil. Sanat sizin için ne ifade ediyor diye soruyorlar. Sıkıldım bu sorudan, 35 yaşındayım, bu soruya “Sanat benim kocam” diye cevap veriyorum. Onunla yatıyorum, onunla kalkıyorum, kavgam da, sevdam da onunla.
Her evde sanat eseri bulunmalı
Türkiye’de sanat ortamını nasıl buluyorsunuz?
Babaannelerimiz sanatsever değil miydi, duvarlarına alıp asmamışlar mı halıyı? Resim yok, olsa onu asacak. İnsanların duvara birşey asma ihtiyacı, bunu hissetmesi var. Ancak bu, değer görmediği için ilerleyememiş.
Bir evde kütüphane yoksa o eve girmeyin derler ya. Sanat eseri olmayan eve de girmemek lazım. Zerafet ve medeniyet olamaz orada. İlla büyük tablolar, milyon dolarlık eserlerden bahsetmiyorum. Bir sanatçının küçücük bir resmi, en azından bir baskısı olmalı. Bizde yemek masalarının arkasına ayna koyarlar ya, onun yerinde tablo olmalı işte. Resim, heykel, güzel sanatlarla alakalı birşey olmalı. İstanbul’a rezidanslar inşa ediliyor, duvarlarında sanat yok.
Bence İstanbul’da daha çok heykel olmalı. Havalimanına indiğinde refüj ve peyzaj çalışmaları güzel ama sanat eseri yok, heykeller yok.
Farklı şehirlerin mücadelesi ayrı
Berlin, New York, İstanbul. Bir sanatçının beslenmesi açısından baktığında hangisi?
New York rekabettir. Berlin çok romantik. Bu şehirlerde, şehrin kültürünü farklı dönemlere göre anlatan ilham alabileceğiniz mimari ve sanat eserleriyle karşılaşırsınız. Viyana, Berlin, New York’ta sergi açıyor olmam, sanat ortamında bulunuyor olmam kolay değil.
Çok farklı mücadeleler istiyor. Buna İstanbul da dahil. Her şehrin kendine özel kuralları, kodları var. Başka başka mücadeleler veriliyor, bu mücadeleyi öğreniyorsun. Bu durum size sanat dünyasında daha güçlü durmanızı sağlıyor.
New York’ta çağdaş sanat fuarına katıldım. İstanbul’da tecrübe ettiğim şeyler başka New York Scope’ta tecrübe ettiklerim başka. Sanatçı kendi niteliklerine göre belirler ideal ortamını.