Songül Hatısaru

Songül Hatısaru

songul.hatisaru@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Güniz Sokak’taki ‘ev hallerini’ anlatan ‘kayınbirader’ Ali Şener, “Demirel, ablama ‘honey’, ablam da ona, ‘Sülüman’ diye seslenirdi” dedi

Türkiye’de siyasetin son 50 yılına damgasını vuran Süleyman Demirel’i, en yakınındaki isimlerden biri olan Ali Şener anlattı. Ali Şener, yani Demirel’in kayınbiraderi... Nazmiye Demirel’in kardeşi, yani hiç çocukları olmayan Demirel çiftinin evinde, onların çocukları gibi büyümüş, evlendiğinde bile Demirellerin ondan ayrı bir tas çorba boğazlarından geçmediği için evine yemek gönderdikleri, Süleyman Bey’in parti işlerinde fikrini aldığı, hesap kitap konularında ise teslim olacak kadar güvendiği Ali Şener…
Elbette Ali Şener, pek çok kişinin hafızasında bir dönem iktidara yakınlığıyla tüm kapıların kendisine kolayca açıldığı birisi olarak da yer alıyor. Bu konulara daha önce olduğu gibi şimdi de cevabı var. Ancak biz öncelikle Güniz Sokak’taki evin duvarlarında kalan akisleri konuştuk. “Petrol vaadı da biz mi içtik!” gibi zihinlerde yer etmiş sözlerini Isparta şivesiyle hatırladığımız Demirel’in aslında mükemmel İstanbul Türkçesi konuştuğunu söyledi Ali Şener.
İngilizceye de hakim olduğunu, hatta Nazmiye Hanım’a “honey”, yani “balım” diye seslendiğini… Nazmiye Hanım ise eşine, Muhteşem Yüzyıl dizisindeki Hürrem karakterini andıran bir tarzla, “Sülüman” diyormuş. Ali Şener, anlattı.
O, ablamın Sülüman’ıydı
‘Disiplinliydi, kaçtım’
Ablanız Nazmiye Hanım, Süleyman Bey ile evlendiğinde siz 8 yaşındaydınız. Uzun yıllar onlarla kaldınız. Evlatları gibiydiniz...
İlkokul bitince yanlarına geldim, İsyan ettim disiplinden dolayı, ‘5’te odaya gir, ders çalış, sokağa çıkma’ diyordu ablam ve eniştem. Kaçtım gittim Isparta’ya, ihtilal senesi 1960, herhalde orta 2’deydim. Bir yıl sonra, ablam, ‘Yeter bu kadar, döneceksin’ dedi, tekrar yanlarına geldim. Geliş o geliş, evleninceye kadar.
Onların ölümüyle kolum kanadım kırıldı. Daha siyaset ile alakası yokken, ‘Bir üçgen kursak, bir ucu Mersin, bir ucu İstanbul, bir ucu Ankara, İzmir olsa. Çukurova’nın ürünlerini bu şehirlere aynı gün içinde yetiştirsek’ derdi. Otoyolları onun için yapmak istedi. Çok hoşgörülü, centilmendi. Evlendikten sonra çocuklarım ve eşim ile gün aşırı ziyaret ederdik.
‘Belini çektirirdik’
Demirel’i en son ne zaman gördünüz, ne konuştunuz?
Son günlerinde yanına gitmedim. Hayalimde sağlıklı Demirel var, öyle kaldı. Zatürre başladıktan sonra telefonla konuşmayı tercih ettim. Gripli olan birisinin yanına gitmesi sonunda o zatürreye yakalandı. Başka türlü yakalanması zor. Çok güçlü bünyesi vardı.
2004’e kadar her sabah soğuk su ile duş yaptı. Çok fazla hastalık bilmezdi. Arada bir beli tutardı. Onu da Irak’tan gelen bir bel çekiciye düzelttirdik. Hiç ölümü düşünmedik, konuşmadık.
‘Torunları gibiydiler’
Büyüdüğünüzde ablanız hala size yemek gönderiyordu. Demirel yakınlığınızı kıskanır mıydı?
Yok kıskanmazdı. Evlendikten sonra bana değil de yeğenlerine gönderirdi. Ne seviyorsa ikiz oğullarım Hüsamettin Uğurcan ve Süleyman Mesut da yesin isterdi. Bir araba ile birer tabak gönderirdi. Oğullarım onun torunu gibiydi, ona mutluluk verdiler, ömrünün bir kısmını onlar doldurdu. Bunlar dedikodu konusu oldu. Allah ömür versin Uğur (Dündar) yazdı, ben de çıkardım Uğur’a, bütün köşkün özel mutfağının, yani eniştem ile ablamın yemek yediği mutfağın faturalarının 7 yıl boyunca tarafımdan ödendiğinin belgelerini yolladım.
Her zaman her şeyine ben baktım evin. Çim ekilmesinden, bahçıvanına, mutfaktaki aşçısından, postacısına. Birisi bunları yapacak. Ablam mı yapacaktı! Demirel zaten kasap bilmez, manav bilmez, bakkal bilmez, elbise bilmez, kumaş bilmez, terzi bilmez, elektrik bilmez, tamirat, tadilat bilmezdi. Kendisinin ilgi alanının dışında olan şeylerdi, onların hepsini 17 yaşından beri ben yapardım.
Çankaya’ya niye gitmek istememişti ablanız…
Şaşaayı sevmezdi. Güniz Sokak çok huzurlu bir evdi. Bir arkadaş grubu vardı, teklifsiz zile basar gelirlerdi. Ablam son derece sosyal biriydi. Nüktedan... Kapısı hep açıktı. Hiç yalnız kalmazdı, siyasetçiler ile değil, kendi muhiti vardı. Köşkte bunlar olmayacaktı. Ama gitmesi icap edince de gitti. Ablam fikirlerini her zaman söylerdi, çok da değer görürdü fikirleri, çok okuyan birisiydi.
‘Şiveyi halka yapardı’
Demirel şiveli konuşuyordu. Evde de şiveli mi konuşurdu?
Hayır o sadece siyasi ve halka olan konuşmalarındaydı. Mükemmel İstanbul Türkçesi konuşurdu. Şiveye kaçmazdı. Siyasete girmeden önce ablam uzun yıllar Türk Amerikan derneğinde çalıştı.
Yardım derneklerinde çalıştı. İşte o zamanlar da birazcık Amerikalıların alıştırdığı birtakım ufak tefek adetler vardı. Sodalı viski gibi ama onlar gençlik yıllarıydı. Ablamın çok az da olsa İngilizce bilgisi vardı. Amerika’ya iki defa gittiler. Birinde bir yıl, birinde biraz daha fazla kaldılar. Akşamüzeri çayları, kek, ekler ikramları oradan kalmadır, o zamanlar öyle bir adet yoktu daha Türkiye’de.
‘70’inden sonra Nazmiye’
Anne olamaması Nazmiye Hanım’da derin mutsuzluğa yol açtı mı?
Çocuğu olmadığı için üzülüyordu ama hiç belli etmemeye çalıştı. Bugün dahi tedavisi zor olan kanalların iltihabı hastalığı nedeniyle çocukları olmadı. Hep mutlu yaşadı, sevilen bir kadındı. Kimsenin bilmediği bir şey söyleyeyim size.
Demirel ablama hep honey (balım) derdi. Amerika dönüşlerinden sonra hep ‘honey’ dedi. 1990’lı yıllardan sonra artık yaşı 70’i geçince Nazmiye demeye başladı. Ablam ise ona ‘Sülüman’ derdi, y’i söylemezdi...
Güniz Sokak’ta bir gün nasıl başlardı?
Demirel sabah kalkar namazını kılardı, onu uzun zaman söylemedi kimseye. Sonra oturma katına iner, gazeteleri okurdu. Ablam kahvaltıyı koyup masaya çağırıncaya kadar çay dahi içmezdi. Ablam, Türkiye’nin daha bilmediği isli çay, muhakkak earl grey ve bunların yerli çayla karışımından çay demlerdi. 1960 yıllarının başından, 70’li yıllara kadar, uzun süre akşamüzeri buzlu çay içtiler. Bu alışkanlığı Amerika’da edinmişlerdi. Ablam, bunu bir ayrıcalık olarak görürdü.
O, ablamın Sülüman’ıydı
Çok titiz olan Nazmiye Hanım, eşinin başbakanlığı döneminde bile zaman zaman bulaşıkları kendisi yıkardı. Ancak sosyal hayatında da bir o kadar özenliydi.
İktidar efekti bir ayda siliniyor
Demirel’in en yakınındaki isimlerden biriydiniz. Bütün kapıları açan, olmazları olduran “iktidar efektini” görmüşsünüzdür. Sonra da sönümlenişini… İktidarın etkisi ne zaman geçiyor?
Bu gücü etap etap anlıyorsunuz. Delikanlılığa başlangıç yıllarımda hepsi garip gelirdi, koca koca adamlar, niye böyle el pençe davranırlardı, anlamazdım. Daha sonra yaş ilerleyince, daha önce fark etmediğim başka şeyleri fark eder oldum. Ticari ilişkiye girme istekleri. Ben onların hiçbirisine itibar etmedim.
Davetler, telefonlar azalır
Herkes yakın olmaya çalışıyordu. Öğretmenlerim, hocalarım bile. Ama hiçbiri, benimle hiçbir siyasi ilerleme teması kuramadılar. Ama hep dostluk ederdim, hep güler yüzlüydüm. Hep başımı sallar, sonra der ertelerdim, öyle geçti ömrün bir kısmı. Güç ve gücün kaybı ihtiraslarınıza bağlı. Benim için güç ne? Eskiden tanıdığım, yeni tanıdığım insanların gözümün içine gülerek bakabilmesidir. Ve saygı göstermesi. Ben bu noktada bir şey kaybetmedim bu güçten. Cumhurbaşkanı olduğu yıl, dünyanın en büyük devletlerinden, büyükelçiliklerinden birkaçı davetiye gönderdi, davetlerine katılmam için. Bir tanesine dahi katılmadım, tanıdığım bir büyükelçi, ‘Niye gelmiyorsun’ diye sordu. ‘Demirel’in Cumhurbaşkanlığı bitince bana davetiye göndermeye devam edecek misiniz’ dedim, güldü.
Güçten anladığınız devlet otoritelerine talimat vermek ise ben o gücü bilmedim ve kullanmadım. Ama sorunuza teknik cevap vermemi isterseniz iktidardan, iktidarın yanından uzaklaştığınızda bir ay içinde o önemli yerlerden gelen davetler gelmez olur. Telefonlar azalır. Dost görünenlerin sayısı azalır. Bu nedenle gücü böyle kullanmış olanlar ağır bir hüzne kapılırlar, kullanmayanlar gülerler olan bitene.
2000 krizini hissetti, turizmde büyüyor
İlk işiniz ne oldu?
Yahya (Demirel) ile birlikte mobilya atölyesi kurduk. Sonra ben ayrıldım ondan. Bayilikler aldım, 2000’e kadar Ankara’da BMC, Man, Massey Ferguson, Tofaş’ın bayisiydim. Bir müddet yap-sat şeklinde inşaat yaptım, devlet müteahhitliği ona benzer işlerle hiç ilgilenmedim. Vergi ödemekten başka hiçbir işim olmadı devlet ile.
Şimdi neler yapıyorsunuz? Şirketlerinizin cirosu ne kadar?
2000 krizi gelmeden bayiliklerin hepsini kapattım. Krizin olacağını hissettim onların hepsini bıraktım. Şimdi ham ve işlenmiş mermer ihracatı yapıyoruz. Otellerimiz var.
İstanbul Nişantaşı’ndaki, The Sofa Oteli’nin mülk sahibiyiz, hem de işleten turizm şirketinin ortağıyız. Bu otel 82 odalı. İstanbul’da yine Nişantaşı Otelcilik’e bağlı yeni bir otel yaptık. Karaköy Banker Han’da. Çeşme’de 25 odalı Marge Otel bizim. Alaçatı’da La Capria adlı otelimiz var, 20 odalı. Turizm işlerine çocuklar bakıyor. Bunun dışında al-sat şeklinde ticari işlerimiz oluyor. Ciromuz yıllık 10 milyon dolar civarında. 1973’ten bu yana Ankara’da, ilk 16’da vergi ödeyen işadamlarının arasındayım.
O, ablamın Sülüman’ıydı
Ali Şener, oğullarından birine Süleyman Mesut adını vererek 9. Cumhurbaşkanı’nın adını, ailesinde yaşatmak istemiş. Demirel çifti de Hüsamettin Uğurcan ve Süleyman Mesut’u torunları gibi sevmiş.
O, ablamın Sülüman’ıydı
Banka hesabı yoktu
Demirel’in mirası olarak ne kaldı?
Güniz Sokak’taki evin üçte biri kaldı. Banka hesabı yoktu. Isparta’da ailesinden kalan araziler var bir de. Ha bir de kitapları tabii. Tuzla’daki yazlık ve Etiler’deki daire benim. Ben aldım onları, ablama tahsis ettim.
KREDİ GAP’A GİDECEKTİ
Demirel’in çok önemli bir arşivi vardı. Çöpünü dahi atmazmış... Belgeler tasnif edildi mi?
Edildi, hepsini Isparta’daki Süleyman Demirel Külliyesi’ne gönderdik. 50 bin kadar belge gitti. Araştırmacılar için geleceğe ışık tutacak belgeler. Her şeyi not tutardı, iş başında olduğu günden bu yana devletin hafızasını tutmaya çalıştı.
Keban barajının fikir aşamasından yapıldığı ana kadar, 1980 ihtilali olmasaydı sanırım İsveç’ti oradan çıkmış kredinin ne işte kullanılacağına kadar her şey var o belgelerin içinde. O kredi GAP’a kullanılacaktı. 1963’ten 2000’li yılların başına kadar Türkiye’nin haritası vardır orada.
O, ablamın Sülüman’ıydı
Ali Şener, albümdeki fotoğraflara bakarken adeta geçmişe yolculuk yaptı.
‘Bürokrasiye değil siyasete müdahale ettim’
Sizin bir dönem bürokrasi atamalarında etkinliğiniz çok tartışıldı. Kamu bankasını zarara uğrattığı için mahkum olan Özal Baysal’ı sizin atadığınız mesela, yazıldı.
Söylendi, bunların hepsi söylendi. Özal Baysal’ı, Demirel benden çok evvel tanıyordu. Özal çok iyi yetişmiş bürokratlardan biriydi. Birilerinin kurbanı oldu sadece.
Kendine atfedilen suçlardan hiçbirisi suç çıkmadı. Bankasının diğer bankalara koyduğu mevduatın, o bankaların batması nedeniyle geri dönmemesi üzerine ‘zimmetine geçirdin’ diye ona ceza verdiler. Cezasını çekti. Bana atfedilen birtakım dedikoduların tek biri doğru çıkmadı, ispat edilemedi. Hiçbir zaman bir bürokrata, ‘Ben istedim, bunu yap’ demedim, hiç.
Bir röportajınızda ama ‘O vekiller benim sayemde o sıralarda oturuyor’ demişsiniz.
Tabii ki partinin üst düzey toplantılarının bir kısmında, gayri resmi olmayanların içinde bulunduğunuz zaman, mesela milletvekili seçimlerinde bazı isimler için sizin de fikriniz soruluyor. Benim mesela önerdiğim isimlerin büyük kısmı partinin ileri saflarında partiyi öne geçiren isimler oldu.
Hükümetin gezilerine değil, seçim gezilerine katılırdım mesela. Benim işim aksaklıkları toparlamaktı, ne otobüsün üzerine çıkar, ne de nutuk çekerdim. Devlet işlerine hiç karışmadım, hiçbir zaman müdahalem olmadı. Bürokrasi atamalarında hiç olmadı.
Ama işte 89 milletvekili seçim listeleri. Bütün referandumda, seçimde koşmuşum, her şey de koşmuşum. Sorulduğunda karıştığım olurdu tabii milletvekili tercihlerine. Ama bir devlet memurluğunda değil, parti içinde müdahalelerim olmuştur. Zaten fikrimi Demirel sorardı.