Dün açıklanan nisan ayı enflasyonu beklendiği gibi yüzde 1.3 çıktı, bu da yıllık enflasyonu yüzde 11.87 ile 2008 Kasım ayından bu yana en yüksek seviyesine taşıdı. Acaba Merkez Bankası’nın da öngördüğü gibi enflasyonda yılın zirvesini gördük mü? Yani bundan sonra düşüş başlayacak mı?
Önce dünkü rakamlarda öne çıkanlara bakalım.
- Endekste yüzde 22 payı olan gıda fiyatları aylık yüzde 1.2, yıllık ise 15.6 arttı. Bu oranlar artan enflasyonun düşük gelir grupları tarafından daha fazla hissedildiğini de gösteriyor, çünkü bu kesimlerin harcama sepetinde gıdanın payı daha yüksek.
- Endekste yüzde 16 payı olan ulaştırma fiyatları aylık 0.84, yıllık 17.9 arttı. Çok yüksek seviyedeki yıllık ulaştırma enflasyonu bir ölçüde TL’deki geçmiş sert değer kaybının faturasıdır. Manşet enflasyonun altında seyreden aylık artış oranı ise kur etkisinin devam etmekle birlikte azaldığına işaret ediyor.
Dünya ligine bakınca
- Endekste yüzde 15 payı olan konut harcamaları ise aylık yüzde 0.21, yıllık yüzde 7.5 arttı. Gıda şokunu yiyen düşük ve orta gelir grupları için sevindirici rakam. Kira fiyatlarında aylık artış yüzde 0.85, yıllık ise yüzde 8.87. Her ikisi de genel enflasyonun altında ancak üretici fiyatlarındaki yükseliş bundan sonra yenilenecek kira kontratlarının daha yüksek artış oranlarıyla yenilenmesine yol açacaktır.
- Endekste payı yüzde 7 olan giyim ve ayakkabı fiyatları ise aylık yüzde 9.1 ve yıllık yüzde 5.2 arttı. Aylıktaki sert artış yeni sezon ürünlerinin piyasa çıkması ve indirimlerin sona ermesiyle açıklanabilir. Yıllık rakam ise giyim ve ayakkabıdaki talebin hala zayıf olduğunu gösteriyor.
- Merkez Bankası’nın para politikasıyla enerji, gıda, alkolsüz içecekler, alkollü içkiler, tütün ürünleri ve altındaki enflasyonu kontrol etmesi mümkün değil. Çünkü bu fiyatlar büyük ölçüde ya yurtdışındaki arz ve talep tarafından ya da hükümet ve kamu tarafından belirleniyor. O nedenle bu kalemleri hariç tutup enflasyona baktığımızda yüzde 1.89 gibi oldukça yüksek bir aylık enflasyon görüyoruz. Merkez bankasının gerçek enflasyon performansı budur. Çekirdek enflasyon olarak adlandırılan bu enflasyon aylık yüzde 1.89 ve yıllık yüzde 9.4 seviyesindedir, bankanın enflasyonla mücadelede şu ana kadar başarısız olduğunu gösteriri. Bu rakamlar Merkez Bankası’nın para politikasını şu anda gevşetmesinin önündeki engeldir.
Peki, bu tabloda enflasyondaki belirgin düşüşü ne zaman görürüz?
Para politikasının mevcut sıkılıkla devam edeceği, sürpriz vergi artırımlarının ya da kamu zamlarının gelmeyeceği, petrol fiyatlarının 50-55 dolar banında seyredeceği gibi bazı varsayımlarla yıllık enflasyondaki ilk belirgin düşüşü temmuzda görebiliriz. Geçen yılın temmuz ayında bayram ve darbe girişimi etkisiyle yüzde 1.16 gibi temmuz ayları ortalamasının çok üzerinde bir aylık artış yaşamıştık. Geçen yıla kadar olan önceki 13 yılın 6’sında fiyatlar artmak yerine düşmüştü. Geri kalan yıllarda da en yüksek aylık artış yüzde 0.58’ti. Aynı sert hareketi aralıkta da görmek mümkün. TL’nin yüksek değer kaybının da etkisiyle 2016 Aralık ayında enflasyon yüzde 1.64 ile tarihi aralık ortalamasının çok üzerinde artmıştı. Oysa 2003-2015 döneminde en yüksek aralık aylık enflasyonu yüzde 0.58 olmuştu.
Eğer iç veya dış kaynaklı yeni kur şokları yaşamazsak bundan sonraki aylarda meydana gelecek düşüşler enflasyonu Merkez Bankası’nın yüzde 8.5’lik yıl sonu tahminine yaklaştırabilir. Yüzde 16.37’ye ulaşan üretici fiyatlarından kaynaklanacak geçişleri de düşündüğümüzde en iyimser yüzde 10 dolayında bir enflasyonla yılı kapatmak mümkündür. Bu düzeyde bir enflasyon ise Türkiye’yi dünya enflasyon liginde kötü bir yerde tutmaya devam eder.
Macron Türkiye konusunda ne diyor?
Fransa bu hafta sonu cumhurbaşkanını seçiyor. Büyük ihtimalle kendisini merkezde konumlandıran Emmanuel Macron, aşırı sağcı Le Pen’in çok üzerinde bir oyla cumhurbaşkanı olacak. Bu Avrupa için çok iyi bir gelişme, çünkü Le Pen’in euro ve Avrupa Birliği karşıtı duruşuna karşın Macron AB ve euro için tehdit oluşturmuyor.
Hollanda seçimlerinin ardından Fransa seçimi ile birlikte euro’nun önündeki bir belirsizlik ve tehdit daha kalkmış olacak. Geriye sonbaharda yapılacak Almanya seçimleri kalıyor ki, oradan euro karşıtı bir sonuç çıkma olasılığı çok zayıf görünüyor. Bu sonuçlar euro’nun önümüzdeki dönemdeki kademeli toparlanmasına destek verir. Macron iki yıllık bir hareketin lideri olarak yarışa katıldığında oldukça deneyimsiz bir aday görüntüsündeydi. Ancak siyasetin yenilenmesi gibi bir sloganla ortaya çıktı, 39 yaşında değişimin simgesi olarak görüldü.
Farklı bir ses
Maliye müfettişliği, yatırım bankacılığı, sosyalist parti üyeliği, Hollande’ın danışmanlığı ve en son kabinede ekonomi bakanı olarak yer almış. Kampanya döneminde; göçmenlik karşıtlığının prim yapmaya başladığı Avrupa’da göçmen karşıtlığına karşıtlığıyla öne çıktı. AB’den ayrılma seslerinin yükseldiği dönemde AB’yi savundu, Fransa’nın Cezayir’de yaptıklarını suç olarak nitelendirdi.
Fransa ve Avrupa için ideal bir lider görüntüsünde. Peki Türkiye için? Türkiye ile ilgili yaptığı çıkışlar bizim hükümeti memnun edecek türden değildi. Hollanda krizinde Türkiye’yi sert kınadı. AB konusunda açıklamaları Türkiye’nin üyeliğine destek olacak nitelikte değil, aksine mevcut koşullarda onun başkanlığı döneminde Fransa’nın desteğini alamayacağımız yönündeydi.
AB ile ilişkilerimizin hızla bozulduğu bu dönemde Macron’dan destek almamız zor görünüyor. Çok fazla yabancısı olmadığımız bir durum bu. Fransa ve Almanya bundan sonra Türkiye ile ilişkinin tam üyelik müzakerelerinden ziyade ticaret ve güvenlik ekseninde yeni bir zeminde yürütülmesi fikrini daha yüksek sesle savunacaklar. Bizim pozisyonumuz açısından için önemli bir geri adım olur bu...
‘Ucuzcu turist’ cenneti olmayalım
TÜİK’in açıkladığı turizm istatistiklerini görünce Steau Bükreş’in sahibi Gigi Becali’nin bundan 5-6 ay önce gazetelere yansıyan bir açıklamasını hatırladım. Becali röportajında diyordu ki, “İyi olmayan futbolcuları Türkiye’ye gönderip milyoner ederim, iyi olanları da Avrupa’ya satarım.” İşadamı ve politikacı olan Becali futbol dünyasında çok muteber birisi olmayabilir ama Türkiye’ye gelen pek çok Rumen futbolcuyu ve aldığı paraları düşününce dediklerinde doğruluk payı olabilir diye düşünüyorum. Sonuçta, Türkiye düşük yetenekli futbolcu deposuna döndü. Turizmdeki tehlike ise yıllar süren çabalar sonucu dünyanın sayılı destinasyonlarından ve turizm ülkelerinden biri olan Türkiye’nin ucuzcu turist cennetine dönüşmesidir.
Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçilerin ortalama kişi başına harcadığı para bu yılın ilk 3 ayında 637 dolara inmiş. Geçen yılın aynı döneminde 717 dolardı. Turist başına 80 dolarlık bir azalma var. Ancak bu verilere dayanarak analiz yapmak imkânsız. Çünkü daha önce yine bu köşede dikkat çekildiği üzere ziyaretçilerin milliyetlerine göre dağılımına bakıldığında şaşırtıcı bazı detaylar var. Yılda yaklaşık 4 milyon ziyaretçi ile ilk sıradaki Alman turistleri anlamak mümkün. Ortalama harcama kalıplarını da biliyoruz. Almanların ardından ikinci sırada yer alan Gürcü ziyaretçi sayısının yüksekliği bu verilere dayalı turizm analizi yapmayı zorlaştırıyor. Yaklaşık 4.5 milyon nüfusu olan Gürcistan’dan Türkiye’ye yapılan ziyaret sayısı 2.2 milyon. Bir ülkenin yarısı Türkiye’ye gelmiş olamaz. Bulgaristan’dan gelen ziyaretçi sayısı da ülke nüfusuna oranla çok yüksek. Türkiye’ye turist olarak gelip para harcamak yerine çalışıp para kazanıp, parayı ülkesine götürenler istatistikleri anlamsız hale getiriyor.
Paralı turist gelmiyor
Gözlemlere dayanarak yapılan analizlerde görülen tehlike kişi başı harcaması ortalamanın altında olan Rusya gibi ülkelerden gelen turistlerin sayısındaki artışa karşına daha yüksek gelir grubundan olan turistlerin sayısındaki azalmadır.
İtalya ve Fransa gibi Avrupa ülkeleri ile Japonya’dan gelen ziyaretçi sayısında belirgin düşüş var. Avrupa’dan gelen ziyaretçi sayısının yılın ilk çeyreğindeki yüzde 23’lük düşüşü bir sinyal olarak almalı. Diğer tehlike ise Rusya krizinden bu yana artarda şok yiyen turizm tesislerinin krizi aşmak için fiyat düşürmeye yönelmeleridir. Düşük fiyat kalıcı hale gelirse ucuz turist ülkesi oluruz.