Hafta başında EkoAna-dolu paneline katılmak için Edirne’deydik. Gidince fark ettim; Ankara’dan İstanbul’a taşınalı 20 sene olmuş ve ben bu süre boyunca 2.5 saat uzaklıktaki Edirne’ye hiç gitmemişim. Edirne’yi görünce anladım ki; benim için büyük kayıpmış.
Edirne kadim bir şehir. Medeni, hoşgörülü ve onu özel kılan çok güçlü bir hikâyesi var. Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan’ın tanımlamasıyla “Bursa’nın oğlu, İstanbul’un babası”dır Edirne. Dünya tarihinin sayılı emperyal başkentlerinden biri, çünkü Osmanlı’nın imparatorluğa dönüşmekte olduğu dönemde 92 yıl başkentlik yapmış. Edirne tarihe ve Mimar Sinan’ın ustalık dönemi eserlerine ev sahipliği yapıyor. Kentte tescilli 1.400 eser var. Yılda 3 milyon civarında ziyaretçi çekiyor. Hedef bu sayıyı 10 milyona çıkarmak ama asıl mesele çoğu günübirlik gelen ziyaretçileri kentte konaklatabilmek ve para harcatmak. Aslında bunu yapabilecek sosyal ve tarihi yapısı var. Bu yönden birçok Anadolu şehrinden daha ileride Edirne.
Edirne’nin ekonomisinde ağırlık tarımda. Mevcut sanayi ise büyük ölçüde tarım ürünlerinin işlenmesine yönelik kuruluşlardan oluşuyor. Verimli toprakları var ama ürün çeşitliliği fazla değil. Pirinç ve ayçiçeği gibi birkaç ürüne yoğunlaşmış. Oysa yanı başındaki Yunanistan’da pamuk, Bulgaristan’da ise lavanta gibi farklı bitkiler var. Seracılık da gelişmeye müsait. Sanayide de yapılacak şeyler var ancak görünen o ki, Edirne’nin geleceğinde ana eksen turizm olacak. Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Selimiye Camii gibi çok sayıda eser var. Selimiye özel bir yapı. Sinan’ın Ayasofya’dan daha derin ve daha yüksek yekpare kubbesi ile 80 yaşında Ayasofya’yı aştığı yapıtı. Üç kişinin aynı anda birbirini göremeden çıkabildiği üç şerefeli ince minareleriyle mimarlık tarihinin mücevherlerindendir.
Kısacası, gitmeyenlerin ve görmeyenlerin gidip görmesi gereken bir yer Edirne.
Piyasalarda Trump şüphesi
Trump’ın gelişinden bu yana doludizgin yükselen dünya piyasalarında şimdi de Trump düşüşü yaşanıyor. Sebebi “Trump şüphesi”ymiş. Trump’ın ekonomi politikaları hakkında, vaat ettiği vergi indirimlerini hayata geçirebileceği yolunda kuşkular artmış. Hal böyle olunca hem Amerikan hem de Asya borsalarında düşüşler, riskli varlıklardan çıkarak güvenli liman denilen altın gibi enstrümanlara yönelişler başlamış.
Bu hareketin kalıcı bir trend değişimi olduğunu sanmıyorum. Kasımda başlayan sert t yükselişinin birkaç günlük düzeltmesi olma ihtimali daha yüksek görünüyor bana. Ama bu hareket bize çok daha farklı bir şeyi anlatıyor. Bu olay gösteriyor ki ekonomilerin ve yatırımcıların bundan sonra dünya piyasalarında bu tip iniş çıkışlara hazırlıklı olmaları gerekiyor.
Bir yerde okumuştum, Credit Suisse CEO’su Tidjane Thiam’ın tavsiyesiydi: “Boş yere uğraşmayın, geleceği öngöremezsiniz. Yapabileceğiniz tek şey, bir dizi farklı gelecekle nasıl baş edeceğinizi düşünmek ve bir risk iştahı düzeyi belirlemektir.” Yani diyor ki: Farklı senaryolara hazır olun ve ne kadar risk üstlenebileceğinizi belirleyin. Hayatta kötü sonuçlardan kaygılanın ve buna göre aksiyonlar alın. Mesela, eğer bir şeyden çekinip sermaye artırır ama korktuğunuz senaryo gerçekleşmezse, en fazla boş yere sermaye artırdığınızla kalırsınız. Ama korktuğunuz senaryo ve riskler gerçekleşir, ama siz sermaye artırmamışsanız ticari olarak ölebilirsiniz.
Şahin mi, güvercin mi?
Şahin deyimi diplomaside çok sık kullanılırdı. Zamanla finans piyasalarında da artan şekilde duymaya başladık. Daha çok merkez bankaları için kullanılıyor. Sıkı para politikasını savunanlara şahin, daha gevşek politikaları savunanlara ise güvercin deniliyor.
Aslında şahin benzetmesi, güçlü askeri varlığa dayalı saldırgan politika izleyenler için kullanılırdı. Mesela Bush döneminde ABD şahindi. Şu ana kadar yapılan açıklamalar Trump döneminde de şahin politikalar izleneceğini gösteriyor.
Kökeni de zaten 19’uncu yüzyılın başlarına gider. İngilizlere karşı savaşa girilmesini savunan Amerikan Kongre üyelerine takılan bir sıfattı. Savaştan kaçınıp diplomatik çözüm aramakta ısrar edenlere güvercin denirdi.
Dünya siyasetine tekrar şahinlerin yön vermesi seyahat kısıtlamalarından askeri müdahalelere kadar farklı şekillerde etkisini hissettiriyor. Dünya ekonomisinde ise şu ana kadar güvercinler hâkimdi, ama şahinlerin sesi daha fazla çıkmaya başladı.
Eğer böyle devam ederse güvercin dönemlerinde görmeye alıştığımız likidite bolluğunun yerini likidite darlığı, düşük fonlama maliyetlerini yerini pahalı para, artan uluslararası ticaretin yerini korumacılık nedeniyle daralan hacimler alabilir.
KDV sistemi değişiyor
Maliye Bakanı Naci Ağbal bir süredir konuşmalarında KDV kanununda değişiklik için çalışma yaptıklarını söylüyor. Henüz detay vermiş değil ama birkaç ay içinde toplumun çeşitli kesimlerinden görüş alarak değişiklik paketine son şeklini vereceklerini anlatıyor. Dün yaptığı açıklamada da “KDV’yi büyümeye engel, kayıt dışılığa iten bir sistem olmaktan çıkarmak için sistemi baştan aşağı gözden geçiriyoruz” diyor.
Türkiye KDV uygulamasına bundan 33 yıl önce geçti. Uygulama Türk mali sistemini yeni bir boyuta taşıdı, neredeyse çağ atlattı. Oran olarak bakıldığında bizdeki oranlar Avrupa ülkelerine göre yüksek değil. Hatta düşük bile denilebilir. Ancak uygulamaya ilişkin çok sayıda şikâyet var. Ağbal’ın dediği gibi, “KDV’den memnun olan kimseyi görmedim şu ana kadar.”
Oranların indirilmesiyle ilgili talepleri sıkça duyuyoruz. Bu işin bir boyutu; ötesi var. Sistem karmaşık, basitleştirilmeli. Ne kadar basit o kadar iyi ve etkili. Bürokrasisi azaltılmalı. KDV sistemi yerli üretimi caydırmamalı, aksine desteklemeli. Finansman yükü yaratan bir unsur olmaktan çıkarılmalı; iade süreleri kısaltılmalı. Vergi otoritesi açısından ise denetimi kolay olmalı, kaçırma ve kaçınma kanalları kapanmalı. Yani beklenti yüksek. Umarım böylesi önemli bir değişiklik yoğun siyasi gündemde kaynayıp gitmez...