Enflasyon sanıldığından daha yapışkan çıktı. Ocak ayındaki bu yılın ilk yazısında “Türkiye’nin önünde olumlu baz etkisinin yarattığı, bozulan enflasyon bekleyişlerini iyileştirmek için bir fırsat penceresi var” demiştik. Beklentimiz, ocak ayı ve onu izleyen 3-4 ay boyunca geçen yılki sıra dışı yüksek aylık artışların yerini daha makul ve tarihsel ortalamalara yakın rakamların alması ve bunun yaratacağı aritmetik etkiyle yıllık enflasyonun gerilemesiydi. Öyle de oldu. 2017 sonunda yüzde 11.92 olan TÜFE enflasyonu “fırsat penceresi” dediğimiz dönemde geriledi ve mart sonunda yüzde 10.23’e kadar indi. Yıllık enflasyonda 2018’in ilk 3-4 ayındaki düşüşün 2016 ve 2017’de bozulan bekleyişleri düzeltmek ve ekonominin aktörlerinde “enflasyon düşüyor” algısı yaratabilmek için iyi bir fırsat olabileceğini düşünüyorduk ama olmadı.
Yılbaşından bu yana enflasyondaki toplam yüzde 1.69 puanlık düşüş önemlidir ancak bekleyişleri düzeltecek ve “enflasyon düşüyor” algısı yaratacak boyutta değildi. Dün Merkez Bankası’nın mart ayı enflasyon gelişmelerini değerlendirdiği raporunda öne çıkardığı noktalar da bu görüşü destekliyor. Merkez Bankası çekirdek enflasyon göstergelerindeki ana eğilimin bir
Türkiye deniz-güneş-kum turizmiyle gelebileceği yere ulaştı. Gelir ise belli bir aralığa sıkıştı, kaldı. Türkiye’ye gelen her bir yabancı turist ortalama 630 dolar harcıyor. Bu rakam İspanya’da 1.200 doların üzerindeymiş. Dünya ortalaması ise 1.060 dolar. Turizmde geliri artırabilmek için bundan sonra daha farklı şeylere yoğunlaşmak, sağlık, inanç ve konferans turizmi gibi yeni temalara ağırlık vermek gerekiyor. Türkiye’yi bir üst gelir grubuna taşıyabilecek bir dördüncü tema daha var; o da gastronomidir.
Başarılı modeller
Dünyada bu konuda bize model olabilecek başarılı örnekler var; mesela İspanya. Son 10-15 yılda restoranlara ve şeflere yatırım yapan İspanya, gastronomide güçlü trendler yarattı, muazzam bir ekonomi geliştirdi. Bugün gastroekonominin İspanya’nın gayri safi yurt içi hasılasındaki payı yüzde 9 dolayında. Bizde ise yüzde 1.8. Bu rakam hem iyi hem kötü. İyi, çünkü sektörün oldukça yüksek bir gelişme potansiyeli olduğunu gösteriyor. Kötü, çünkü turist başına harcamaların düşük kalmasına neden oluyor. Yüksek harcama kalıbı olan turist aynı zamanda yeme-içmeye düşkün turisttir ama sadece karnını doyurmak peşinde değildir. Kaliteli malzemelerin kullanıldığı, görsel
G-20’yi oluşturan en büyük 20 ekonomi dünya nüfusunun yüzde 66’sını, küresel ticaretin 75’ini, gayri safi hasılanın 85’ini ve yatırımların ise 80’ini temsil ediyor. G-20 küresel problemlerin çözümü için ana platform olma iddiasıyla çıktı. Küresel ekonomiyi güçlendirmek, krizden çıkışı hızlandırmak, küreselleşmeyi “vahşi”likten kurtarıp daha kurallara dayalı ve kapsayıcı hale getirmek gibi amacı vardı. Ancak son Arjantin toplantısı hayal kırıklığı yarattığı gibi G-20’nin bir platform olarak kendisine biçilen rolleri oynayabileceği konusunda ciddi şüpheler yarattı.
ABD ticaret ortaklarına karşı savaşı başlatırken bu hafta Arjantin’de yapılan G-20 bakanlar toplantısından korumacılığa karşı çıka çıka zayıf bir “diyalog” çağrısı çıktı. Oysa çelik ithalatına ek vergi getiren G-20 üyesi ABD, muhtemelen birkaç gün içinde bir diğer G-20 üyesi Çin’e karşı alacağı önlemleri açıklayacak ve ticaret savaşında yeni bir sayfa açacak. Bu hamleye karşı Çin misilleme yapacak. Bu sürecin sonunda dünya ticareti daralacak, küresel büyüme hız kesecek, işsizlik artacak. Böylesi kritik bir noktada G-20, bu savaşı durduracak somut bir adım atamıyor. “Kripto paradan uzak durun” çağrısı yaparken küresel
Cari işlemler açığındaki genişleme devam ediyor. Ocak ayındaki açık hem geçen yılın aynı ayındakinden hem de beklenenden daha yüksekti. Ekonomistler açığın boyutunu anlamak ve bir değerlendirme yapmak için onun ülkenin gayri safi yurt içi hasılasına olan oranına bakarlar. Türkiye’nin son 12 aydaki toplam cari işlemler açığı 51.66 milyar dolarla gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 6’sına ulaştı. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse bu oran bizim gibi büyümek için sürekli cari işlemler açığı veren ülkelerden Yunanistan’da yüzde 1’in altında, Meksika’da yüzde 2.1, Endonezya’da yüzde 1.8, Güney Afrika’da yüzde 1.3, ABD’de yüzde 2 ve İngiltere’de ise yüzde 4.4 seviyesinde bulunuyor. Yani ekonomisinin çapına oranla gelişmiş ve gelişmekte olan piyasa ekonomileri arasında en fazla cari işlemler açığı veren ülkelerden biriyiz. İdeal bir oran var mı? Yok. “Yüzde 5’in üzerinde sorun çıkmaya başlayabilir” türünden başparmak kuralları vardır ancak burada rağbet gören yaklaşım ideal tek bir orandan çok her ülke için sürdürülebilir oranın ne olduğudur. Mesela, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkeler yıllarca yüzde 5 dolayında açık verdiler bir şey olmadı; ama Meksika ve Tayland gibi ülkeler bu
Artan faiz indirim çağrılarına ve baskılarına rağmen Merkez Bankası dünkü para politikası kurulu toplantısında faizleri değiştirmedi.
Muhtemelen bu kararı nedeniyle bazı kesimlerin sert eleştirileriyle karşılaşacak. Çünkü yıllık enflasyonun son birkaç aydaki gerilemesine bakıp faiz indirimi beklentisine girenler oldu.
Bu beklentiyi taşıyanlar bekledikleri adım gelmediğinde Merkez Bankası’nı faizleri yüksek tutarak, üretim ve istihdamı baltalamakla suçluyor. Faiz konusundaki zaman zaman iyice sertleşen eleştirileri göğüslemek zorunda kalmak 2001 yılından bu yana bütün merkez bankalarının ortak kaderi. Peki, Merkez faizi neden indirmedi?
Baz etkisiyle düşüş
Merkez’in dünkü 1 sayfalık açıklamasında bu sorunun cevabı var. Ama asıl cevabı Merkez Bankası Başkanı’nın enflasyon raporunu sunarken kullandığı, “Para politikası açısından geçici oynaklıklardan ziyade temel fiyatlama davranışları belirleyici olacak. Enflasyon dinamiklerinde genele yayılan ikna edici bir düşüş gerçekleşinceye kadar sıkı duruşumuzu koruyacağız” cümlesinde daha net görmek mümkün.
Bu cümlede öne çıkan birkaç nokta var. Enflasyondaki düşüşün Merkez Bankası’nın gevşemesine neden olması yani faiz indirtebilmesi için 1)
İtalya, krizden en zor çıkan Avrupa ülkesi. Hatta “çıkamayan ülkesi” demek daha doğru. Daha ileri gidip “Avrupa’nın hasta adamı” diyen de var. Bu yüzden hafta sonu İtalya’daki seçim piyasanın ilgisini çekiyor.
Bu hafta sonu İtalya’da seçim var. Söz konusu olan Avrupa’nın üçüncü büyük ekonomisi olunca ister istemez piyasaların ilgisini çekiyor.
Türkiye’nin en fazla ithalat ve ihracat yaptığı beşinci ülke olduğu için de bizim ilgimizi çekiyor. Geçen yıl İtalya’ya 8.5 milyar dolarlık mal satmış, 11.3 milyarlık almışız; 250.000 İtalyan turisti ağırlamışız. Toplam 1.400 civarında İtalyan firma Türkiye’de milyarlarca dolarlık doğrudan yatırım yapmış. AB sürecinde İtalya genellikle bize destek vermiş. Yani İtalya bizim için önemli bir ülke. Bir de önemsediğimiz euro var. Euro karşıtı partilerin güçlenerek çıkmaları halinde euro’da bir miktar zayıflama olabilir.
İstikrarsızlık örnekleri...
İtalya krizden en zor çıkan Avrupa ülkesi hatta “çıkamayan ülkesi” demek daha doğru. Daha ileri gidip “Avrupa’nın hasta adamı” diyen de var. İtalyan siyasetine damgasını vuran bir diğer gelişme ise en fazla kaçak göçmen akınına uğrayan AB ülkesi olması.
Özellikle Afrika’dan gelenlerin Avrupa’da karaya ilk
Türkiye’de belli değerin üzerindeki konutlarda stok oluşuyor. Piyasanın önünün açılması için faizlerin düşmesi ve taze alım lazım. Türkiye’de konuta yabancı ilgisi var. Yabancıya toplu satış bir çözüm olabilir.
Yapı ruhsatlarında 2017’deki rekor artış, satışlardaki durgunluk “Konutta balon var mı?” tartışmasını başlattı. “Başlattı” dediğime bakmayın, aslında uzun bir süredir bu konuyu tartışıyoruz. Şöyle bir arşive baktım; geçen yıl bu zamanlar yine bu konuda yazıp çiziyormuşuz.
Mesela 2017 Ocak başında “Milliyet Business Club” buluşmasında sektörün önde gelenleriyle bir araya gelmişiz. Öne çıkan noktalar güncelliğini koruyor.
- Konut satışı için önce talep olmalı ki Türkiye bu açıdan şanslı ülkelerden. Evlenenler, boşananlar, eskiyip ömrü dolduğu için ya da deprem riski nedeniyle evlerini yenileyenlerle birlikte her yıl bir milyon civarında konut ihtiyacı var.
Yabancı talebine bağlı olarak bu sayı artıyor.
- Konut talebinde finansman çok önemli. Türkiye bu konuda şanssız ülkelerden. Enflasyon ve faizler uzun bir süredir yüksek seyrediyor.
Oysa konut talebi konut kredi faizlerine çok duyarlı. Faizler aylık yüzde 1’in, hatta 0.80’in altına geldiğinde talep canlanıyor, yüzde 1’in üzerinde
Türkiye öngördüğünden daha hızlı büyüdü. Bunun için de daha fazla ithalat yapmak ve daha yüksek cari açık vermek zorunda kaldı.
Türkiye’nin 2017 ödemeler dengesi dün belli oldu. Yani Türkiye’de yerleşik olan kişilerin diğer ülkelerdekilerle yaptıkları her türlü alışverişin boyutunu artık biliyoruz. Rakamlara hiç girmeden, olan biteni özetleyelim: Önce iyi haberle başlayalım. Türkiye 2017 yılında 2016’ya göre daha fazla ihracat yapmış, daha fazla turizm ve navlun geliri elde etmiş. Ancak artan altın ve enerji ithalatının da etkisiyle toplam ithalat, ihracat ve diğer gelirlerden daha hızlı arttığı için cari işlemler açığı da genişlemiş. Hem de öyle az buz değil, 2016’ya göre tam 14 milyar dolar daha fazla cari açık vermişiz.
Borca yüklenmişiz
Bu boyutta bir cari işlemler açığını vermek için bir miktar doğrudan yabancı sermaye çekmişiz ama 2016’daki kadar değil. Hal böyle olunca, borçlanmaya yüklenmişiz ve 2016’ya göre çok daha fazla borçlanmışız. Bu da yetmemiş, bir miktar da Merkez Bankası rezervlerinden kullanmışız. İşte 2017’nin özeti.
Rakamlar Türkiye ekonomisinin sorununu gösteriyor. Türkiye 2017 yılında ekonomisini yüzde 4.4 büyütürken, cari açığı 32 milyar dolarda ve enflasyonu