Âdettendir; yıl sonu geldiğinde değerlendirmeler yapılır, öne çıkan olay, kişi ve kurumlar konuşulur. Bu geleneği sürdürüp, bana göre yılın “en”lerini listeledim
Eğer yılın olayı KGF ise yılın kurumu da Kredi Garanti Fonu’dur diyebilirsiniz. Ancak değil. TOBB’dan bankalara kadar birçok ortağı olan fon 25 yıllık bir kurum. Bu süre boyunca hiç böyle etkili olmamıştı.
Bu defayı farklı kılan ise Hazine’nin işe el atmasıydı. Hazine, KGF uygulamasında oynadığı rol ve verdiği kefaletlerle öne çıktı; deyim yerindeyse dibe vurmuş ekonomiye can suyu verdi. Hazine aynı zamanda dış borçlanmayı da öngördüğü şekilde zorlanmadan gerçekleştirdi.
Ancak iç borçlanmada ne yaptığını kimse anlayamadı. Hâlâ tartışılıyor. Hazine iç borçlanmayı yıl boyunca beklenenden ve öngörülenden yüksek tuttu. Geri ödemelerle piyasaya verdiğinden fazlasını taze borçlanmalarla çekti.
Hatta 11 aylık rakamlara göre bütçe açığının çok üzerinde borçlandı. Piyasaları kısmen de olsa sıkıştırdı, faizlerin yüksek seyretmesinde etkisi oldu. O nedenle, “Yılın kurumu Hazine’dir” demek zor.
Kamu maliyesindeki disiplin ile bu yıla kadar hep ekonominin güçlü yanını temsil eden Maliye, referandum ve mali desteklerin de etkisi ile
Türk yatırımcısı sabit getiriyi seviyor. Yerli yatırımcı, toplam tasarrufların yüzde 90’ından fazlasını TL ya da döviz mevduatı ile hazine bonosu ve devlet tahvillerinde değerlendiriyor. Aslan payı ise TL mevduatlara gidiyor. Her 100 liralık tasarrufun 40-42 lirası banka mevduat hesaplarında... Devlet güvencesinin de etkisiyle TL mevduat küçük yatırımcı için daha risksiz görülüyor.
Peki, bu mevduatlar yatırımcıların birikimlerini enflasyona karşı koruyabilmiş mi? Yanıt öncesi şu 3 noktaya dikkat çekmek lazım.
Yüzde 14 faiz aldık...
- Şu anda bankalar mevduata yıllık yüzde 12-14 faiz öneriyorlar. 14’ün üzeri ve 12’nin altına rast gelmek mümkün ama özellikle 14’ün üzeri için ya çok iyi pazarlık edeceksiniz ya da bankanın size daha farklı gözle bakmasını sağlayacak ve bu nedenle yüksek faiz önermesine sebep olacak büyüklükte mevduatınız olması lazım. Biz bir varsayım yapalım ve bankadan yüzde 14 mevduat faizi aldığımızı varsayalım.
- Hesap yaparken unutmamanız gereken teknik bir detay var. O da vadesi altı aya kadar olan TL mevduatların faizi getirisi üzerinden yüzde 15 ve altı aydan bir yıla kadar olanlarda ise yüzde 12 stopaj kesintisi yapıldığıdır. Dolayısıyla, yüzde 15 stopaj sonrası
Merkez Bankası dün politika faizini değiştirmedi; geç likidite penceresi için uyguladığı oranını ise yarım puan artırdı. Deyim yerindeyse, “Ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranamadı.” Siyasetten gelen “faize dokunma” baskısı ile piyasadan gelen 1 puanlık artış beklentisinin arasında kaldı. Ortada bir karar açıkladı. Piyasa kuru yükselterek bu karara ilk anda olumsuz bir reaksiyon verdi. Çünkü artırım beklentisiyle dolar kurunu 3.81’lere indirmişti. Beklenti gerçekleşmeyince düzeltme normaldi. Tekrar aşağı yönlü bir hareket olabilir; hatta kuru aralık sonu, ocakta 3.70’lerde görebiliriz. An itibarıyla sorun, faiz ya da kurun değil, enflasyonun seviyesi. Bunun da sorumluluğu Merkez’de.
TCMB kanunu, “Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler. Banka, fiyat istikrarını sağlama amacıyla çelişmemek kaydıyla hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler” der.
Merkez’in temel görevi
TCMB’nin temel görevleri arasında “hükümetle birlikte TL’nin iç ve dış değerini korumak için gerekli tedbirleri almak” da vardır. Bankaya verilen yetkiler arasında
Bu hafta Exim-bank’ın davetlisi olarak Tokyo’daydım. İhracatçılara verdiği finansman desteğini ilk 11 ayda döviz bazında yüzde 16 artıran Türk Eximbank daha fazla destek verebilmek için “roadshow”daydı. Aynı günlerde Türk balıkçılık ve tavukçuluk sektörünün temsilcileri de Tokyo’da Japon pazarına daha fazla mal satmanın yollarını arıyordu. Birçok ülkede buna benzer manzaralarla, elde çanta ihracat bağlantısı yapmaya çalışan Türk iş adamlarıyla karşılaşmak mümkün.
Bu dinamizme rağmen Türkiye ilk 10 ayda 61.2 milyar dolar dış ticaret açığı verdi. Geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 32’nin üzerinde bir artıştan söz ediyoruz. Bu demektir ki dış ticaret tarafında bir sorun var.
İhraç ettiğimiz malların katma değerinin düşük olması gibi bir meselemiz olduğunu ifade etmeyen kalmadı. Ama ihracatın yapısıyla olduğu kadar ithalatın da yapısıyla ilgili ciddi bir sorunumuz var. İlk 10 ayda ihracat her şeye rağmen yüzde 10’un üzerinde artmış artmasına ama ithalat yüzde 16.5 ile daha hızlı artmış. Hep aynı döngüyü yaşıyoruz. Ekonomi biraz durgunlaşınca ithalat hız kesiyor, canlandığında ise doludizgin artıyor. Sorunun ne olduğunu anlamak için ticaret açığı verdiğimiz ülkelere bakmak yeterli.
Türki
Tosyalı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fuat Tosyalı’nın davetlisi olarak Cezayir’e geldim. Tosyalı kardeşler Topçuoğlu ailesiyle birlikte ülkenin en büyük sanayi tesislerinden birini kurmuşlar. Oran’daki tesise 2010’dan bu yana 2.3 milyar dolarlık yatırım yapmışlar. Yeni fazlarla birlikte birkaç yıl içinde 5 milyara ulaşacak.
Sadece Cezayir’in değil, diğer Afrika ülkelerinin de ihtiyaçlarını karşılayacak. Bu yıl 1.2 milyar doların üzerinde olan ciro 2018’te 2 milyarı bulacak. Şu anda 3.300 olan çalışan sayısı ise 6.000’i bulacak. Bunlar önemli rakamlar.
Demir çelik sektörünün önemli oyuncularından olan Tosyalı bir yandan Türkiye’deki yatırımlarına devam ederken, diğer yandan Afrika’da yeni pazarlar ve üretim merkezleri yaratmaya çalışıyor.
Birçok sanayi kuruluşu için örnek bir model. Türkiye’de üretmek yerine dışarıda üretip, ürettiğini getirip Türkiye’de satmak değil, Afrika’da üretip o pazarlara satmak; doğru model budur. Trump’ın Amerikan firmalarına zorla yaptırmaya çalıştığı, Çinlilerin yıllardır uyguladığı model.
Cezayir zor pazar
Cezayir yüzlerce yıl İspanyol, Osmanlı ve Fransız hegemonyası altında yaşadıktan sonra destansı bir mücadeleyle 1962’de bağımsızlığına kavuşabilmiş.
Nüfu
Sorunun cevabını vermek için TL’nin neden hızla değer kaybettiğine bakmak lazım. Ana neden Fed olamaz. Fed’in aralıkta faiz artıracağı çoktan fiyatlara girmişti. 9 Ekim’den bu yana neredeyse tüm gelişmekte olan ekonomi paraları Fed hikâyesiyle değer kaybetti ama TL yüzde 11.4 yitirirken, en yakın para yüzde 3.4 ile Brezilya Reali oldu. Dolayısıyla, TL’deki düşüşü açıklayacak bize özel nedenler olmalı. AB ve Almanya ile yaşananların etkisi de fiyatlara daha önce dâhil olmuştu. Suudi Arabistan, Irak, Suriye ve Körfez’deki gelişmelerin etkisi ise yok denecek kadar azdır. Enflasyondaki katılaşma eğilimi ve cari işlemler dengesindeki bozulma bir ölçüde etkili olmuştur ama kurdaki son hareketin arkasındaki ana neden ABD ve NATO ile ilişkilerin seyri gibi görünüyor. Bunlara, belki, yönetim katında yapılan Merkez Bankası’na müdahale ve faiz indirim çağrılarının yarattığı belirsizliği de eklemek gerekir. Dolayısıyla, politik belirsizliğin ortadan kalkması ya da hafiflemesi durumunda kurda bir düzeltme olabilir. Hazine bu yıl patlayan borçlanmasını kısmaya çalışıyor. Maliye ise bütçedeki bozulmayı sınırlamaya çalıştığını çeşitli defalar açıkladı. Bu noktada para otoritesinin yani Merkez
Merkez Bankası bu hafta TL uzlaşmalı vadeli döviz işlemlerine başlayacağını açıkladı. Amaç, döviz borcu döviz varlığından fazla olan şirketlerin yükselen kur karşısında paniğe kapılıp ani döviz taleplerinin önüne geçmek. Türkiye’de bu şekilde olan dövizde açık pozisyon taşıyan 26.000’in üzerinde şirket var. Bunların açık pozisyonlarının toplamı ise 212 milyar dolar dolayında. Yani şirketlerimizin döviz borçları döviz varlıklarından 212 milyar dolar daha fazla. Birçok analiste göre ekonominin yumuşak karnı bu noktadır. TL’nin her kuruşluk değer kaybında bu şirketlerin bilançoları bozuluyor, kredi imkânları daralıyor. Bu tablonun kısmen rahatlatıcı yanı ise 212 milyar dolarlık açığın yüzde 80’inin 2.000 dolayında firmaya ait olması. Bir diğer teselli noktası kısa vadeli varlıkların kısa vadeli yükümlülüklerden fazla olması. Sonuçta, öyle ya da böyle, bu şirketler kur riski taşıyorlar ve kur artışlarında bilançolarına zarar yazıyorlar.
Olası etkileri
Merkez Bankası vadeli işlem açıklamasıyla bu kesimi rahatlatmak isterken, bunlardan gelen ani döviz taleplerini yumuşatmak ve böylelikle TL’deki aşırı oynaklığın önüne geçmek istiyor. İhalelerin ne şekilde yapılacağı ekonomi sayfalarında
Tüm dünyada sağlıklı gıdaya yönelişle “zeytinyağı” kullanımı artıyor... Zeytinyağına geleceğin petrolü diyenler var. Zeytin ve zeytinyağının anavatanında yaşıyoruz. Bunu çok iyi değerlendirmemiz şart.
Hafta sonu Yudum ve Egem gibi markaların üreticisi olan Savola’nın davetlisi olarak Ayvalık’ta zeytin hasat günlerindeydik. İki gün boyunca zeytin konuştuk, zeytin dinledik, zeytin yedik, zeytinyağı içtik. Çok şey öğrendik.
- Önce iyi haber; zeytin üretiminde 2 milyon ton sınırı ilk defa bu yıl aşılacak. Bu demektir ki zeytinyağı üretimi de ihracatı da geçen yılın üzerine çıkacak. Yapılan verimlilik artışı çalışmalarının etkisiyle üreticinin “var yılı-yok yılı” olarak adlandırdığı dönemsellik farkı azalıyor. Budama, zararlılarla mücadele, sulama ve gübreleme alanlarında yapılan iyileştirmeler ve yeni dikimler sonuç veriyor.
- Kötü haber ise yıllardır aynı konuları tartışıp duruyor olmamız. Zeytinin anavatanında yaşıyoruz ama dünya çapında bir marka yaratamıyoruz, dünya pazarlarında payımızı artıramıyoruz, tarım alanlarını korumakta zorlanıyoruz. Hektar başına verimlilikte İspanya, İtalya ve Yunanistan’ın yarısı, hatta 3’te biri düzeyindeyiz. Zeytin ağaçlarının verimliliği düşük olunca