ABD’nin eski Hazine bakanlarından Connally, “Dolar bizim paramız ama sizin sorununuz” demiş. Hâlâ bizim sorunumuz. Kur artışı bizi iki kanaldan sarsıyor: Birincisi enflasyon, ikincisi ise döviz cinsi borçlar
"Dolar bizim paramız ama sizin sorununuz" demiş zamanın ABD Hazine Bakanı John Connally. O sözler söylendiğinden bu yana 47 yıl geçti ama bir şey değişmedi. Dolar hâlâ bizim sorunumuz.
Kur artışı bizi iki kanaldan sarsıyor...
Birincisi enflasyon. Merkez Bankası uzmanları hesaplamışlar, yüzde 10’luk bir kur artışının 2 yıllık bir süre içinde enflasyona etkisi 1.7 puanmış. TL sadece bu yıl dolar karşısında şu ana kadar yüzde 18 dolayında değer kaybetti. Dolayısıyla, bu yılki devalüasyondan enflasyona 2020 ortasına kadar 3 puanın üzerinde bir yük gelecek.
Özel sektör zor durumda
İkinci kanal ise döviz cinsi borçlar nedeniyle şirketlere gelecek maliyetler üzerinden olacak. Türkiye’de kamu kesimi, dış borç yükü açısından rahat ama özel sektör zor durumda. Reel kesimin 220 milyar doların üzerinde açık pozisyonu var.
Yani döviz yükümlülükleri, döviz varlıklarından 220 milyar dolar daha fazla. Bir gün alacaklılar gelip “Ver paramı” dese bunları ödeyecek varlıkları yok. Ekonomilerin iyi zaman
Önce KDV oranları, ardından tapu harcı indirildi. Ve son olarak bu hafta dört banka hükümetin çağrısıyla konut kredi faizlerini aylık yüzde 0.98’e indirdi. Konut talebi faize çok duyarlı. Konut kredi faizleri yüzde 1’in altına indiğinde sanki sihirli bir değnek dokunmuş gibi talep canlanıyor. Hele bir de 0.80’nin altına indiğinde canlanmıyor, fırlıyor.
Birçok soru var havada dolaşan. Mesela diğer bankalar 4 bankayı izleyecek mi? Faiz indiren bankalar yeni krediler için kaynağı nereden bulacaklar? Daha fazla mevduat toplayabilirler ama orada gidecekleri yer sınırlı. Bankalar halihazırda topladıkları 100 liralık TL mevduata karşı 149 lira kredi kullandırmışlar. Yeni mevduat bulmaları lazım, bu da mevduat faizine baskı yaratabilir. Yurt dışından kaynak yaratmak bir diğer yol. Burada da son dönemde artan dış borçlanma maliyetleri işin tadını kaçırıyor. Bir diğer yol ise kaynakları diğer alanlardan konuta kaydırmak. Aslında konut kredisi bankalar için tercih edilebilir bir alan çünkü toplamda sorunlu kredi oranı yüzde 3 iken, konut kredilerinde bu oran yüzde 0.4. Yani tamamı teminatlı ve riski düşük krediler bunlar. Bankaların açtıkları toplam kredilerin sadece yüzde 9’u konut kredisi.
Ortalık zaten toz dumandı, buna bir de İran şoku eklendi. Trump yine ucu bize de dokunan bir adım attı. ABD’nin İran’a yaptırımlara yeniden başlayacak olması sadece iki ülkeyi değil, bizi ve bizim gibi birçok ekonomiyi olumsuz etkileyecek bir karardır.
Trump’ın amacı ne?
Trump halefi Obama’nın 2015’te imza attığı nükleer anlaşmadan, daha doğrusu, kapsamından memnun değildi. Çerçeveyi daha da genişletmek istiyordu. Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın da desteklediği 2015 tarihli anlaşmanın İran’ın balistik füze programını ve 2025’ten sonraki nükleer çalışmalarını kapsamadığını belirterek, bunların da dâhil edilmesini istiyordu. Bununla yetinmeyerek İran’ın Suriye ve Yemen’deki faaliyetlerinin de sınırlanmasından yanaydı. ABD 40 yıldır İran’a sıkı yaptırım uyguluyor. Amaç belli: İran’daki rejimi değiştirmek. Ancak yaptırımlara rağmen Tahran’daki rejim değişmediği gibi, daha da kemikleşti.
Petrol fiyatına etkisi
Petrol fiyatları bu yazı yazıldığı an itibarıyla % 3 yükselmişti. 77.20 dolar, son 4 yılın zirvesi, yani hatırı sayılır bir etki oldu. Gerilimin artacak olması sert fiyat hareketine yol açtı.
Trump’ı bekleyen riskler neler?
İran ile Obama döneminde yapılan anlaşma İran
Konut sektöründe sorun var. Bu bir yorum değil; mart ayı konut satış rakamları öyle diyor...
Bu yılın mart ayında satılan konut sayısı 2017’nin aynı ayına göre yüzde 14 azalmış. İpotekli satışlarda azalma yüzde 35. İlk üç aydaki düşüş ise toplamda yüzde 7, ipoteklilerde yüzde 28.5.
Bir zamanlar talebin artış hızındaki yavaşlamadan kaygılanıyorduk, şimdi ise düşüşler başladı. Oysa arz tarafında artış devam ediyor. Yeni projelerin yapımı tüm hızıyla sürüyor.
Faiz düşmeyince...
Konuttaki sorunun çözümü için faizlerin düşmesi gerekiyordu. Çünkü konut talebi konut kredi faizlerine çok duyarlı. Faizler aylık yüzde 1’in, hatta 0.80’in altına geldiğinde talep canlanıyor, yüzde 1’in üzerinde ise durgunlaşıyor. Bu nedenle, sektörün ümidi ekonomideki genel faizlerin düşmesine bağlı olarak aylık konut kredi faizinin de yüzde 1’inin altına gelmesiydi. Ama genel faizler düşmedi, konut kredi faizleri de yüksek kalmaya devam etti. Sektör dört gözle faiz düşüşü beklerken, Merkez Bankası bankalara gecelik borç verdiği faizi 0.75 puan artırdı. Konut kredi faizlerinde düşüş şimdilik hayal oldu.
Mevcut stoklar
İstanbul’u dolaştığınızda sektördeki sıkıntı görülüyor. Bitmiş ya da inşaatı süren binlerce konut
Yılsonu enflasyon öngörüsünü yukarı doğru revize eden Merkez Bankası, satır aralarında bir müjdeyi de veriyor: Kamu ‘zam’ ve vergi ayarlamalarında bir süre daha frene basacak.
Merkez Bankası enflasyon raporunu dün açıkladı. Bir defa daha gördük ki enflasyonu düşürmek biraz daha zor olacak, zaman alacak.
- Merkez Bankası yıl sonu enflasyonu için biraz daha kötümser. 3 ay önce yüzde 7.9 olan enflasyon tahminini 8.4’e yükseltti. Değişikliğin başlıca nedeni petrol fiyatı ve kurdaki artış. Buna KGF ve ÖTV gibi kamu müdahaleleriyle ivmelenen iç talebin hala canlı seyretmesi eklenince ortaya yarım puanlık “tahmin” revizyonu çıktı.
Gıda fiyatı ne olacak?
- Gıda konusunda gıda komitesinin çalışmalarının etkisiyle bir noktaya gelinmiş gibi görünüyor. Ocakta % 7 olan 2017 gıda fiyat enflasyonu tahmini değiştirilmeden aynı seviyede tutuldu.
- Ocakta 66 dolar olarak açıklanan 2017 ortalama petrol fiyat tahmini 68 dolara yükseltildi. Gerçekçi bir tahmin. Brent petrol şu an 74 dolar dolayında. Eğer İran ve Venezuela’ya yönelik bir aksiyon olmazsa yıllık ortalama 68 dolar civarı bir gerçekleşme olabilir. Ama bu iki önemli petrol üreticisinden dünyaya akan petrol arzı kısılırsa o zaman çok daha yüksek
Pek çok kişi “Bu koşullarda Merkez Bankası kolay kolay faizi artıramaz” demişti. Biri de bendim. Merkez’in faiz artıracağı tahmini ilk olarak yabancı aracı kurum ve bankaların raporlarında yer aldığında benim gibilere çok inandırıcı gelmedi. Aslında ben de onlar gibi enflasyon görünümündeki bozulma nedeniyle Merkez Bankası’nın faizi artırması gerektiğini, hatta geç bile kaldığını düşünüyordum. Fakat bir de realite vardı. Yüksek faiz yakınmaları ve “siyaset”ten gelen sert eleştiriler nedeniyle, kritik seçim arifesinde bu adımı atamayacağını düşünüyordum. Attı; benim gibileri şaşırttı. Merkez, kendi ifadesiyle, “ölçülü bir parasal sıkılaştırma”ya karar verdi.
‘Yeterli’ diyebilirdi
Oysa 2017 başından bu yana ortalama fonlama maliyetini 4.5 puana yakın artırdığını, yani önemli bir sıkılaştırma yaptığını ve daha fazlasına gerek olmadığını söyleyebilirdi. İnandırıcı olmazdı, çünkü enflasyon hedefin çok üzerinde seyrediyordu. Faizin mevcut seviyesinin zaten yüksek olduğuna işaret edebilirdi. Piyasa faizleri şu anda 3-3.5 puan ve Merkez Bankası fonlama faizi ise 2-2.5 puan enflasyonun üzerinde seyrediyor. Yani negatif değil, pozitif bir reel faiz söz konusu. Bu düzeyde bir reel faiz
Türkiye geçen yıl 47.1 milyar dolarlık cari işlemler açığı verdi. Bu açığın 32.9 milyar doları net enerji ithalatından kaynaklandı. Yani eğer Türkiye enerjiyi dışarıdan ithal etmeseydi, ödemeler dengesindeki cari açık 47.1 milyar dolar değil, 14.2 milyar olacaktı. Gayri safi yurt içi hasılaya oran olarak ise yüzde 5.5 yerine yüzde 1.7’lik bir açıktan söz ediyor olacaktık. Bu boyutta bir açık Türkiye’yi kırılgan ekonomiler sınıfının dışına taşırdı. Bunlar cari işlemler açığı hikâyemizin “eğer” kısmı. Bir de realite var. O da büyümek ve üretmek için bu kadar enerjiyi dışarıdan ithal etmek zorunda olduğumuz. Enerji ithalatını kısa vadede azaltmanın tek yolu daha düşük büyümeyi kabullenmektir. Enerji fiyatlarındaki artış sadece dış dengeyi olumsuz etkilemekle kalmıyor aynı zamanda enflasyonu da yukarı çekiyor.
Bu çaresizlik içinde işimiz küresel enerji fiyatlarının seyrine kalıyor. Orada da görünüm oldukça karışık. Petrol fiyatları 2008 ile 2018 yılları arasında 26 dolar ile 145 dolar arasında dalgalandı. Çok geniş bir banttan bahsediyoruz. Brent petrolün varil fiyatı 2008 yılında 145 dolar ile zirveyi gördü. 2016 Ocak ayında ise 26.55 dolarla son 13 yılın en düşük düzeyindeydi. Şimdi
Trump, dünkü “Hazırlan Rusya, füzeler Suriye’ye” geliyor” mesajıyla, aylardır yürüttüğü tweet siyasetini zirveye taşıdı. Zaten gergin olan piyasalar bu “tweet”ten sonra daha da gerildi. Trump hem siyasette hem ticarette ürkütücü bir tırmandırma stratejisi izliyor. Siyasette ve askeri alandaki tırmandırmanın varacağı noktayı kestirmek zor ama ticaretteki tırmandırmanın varacağı nokta belli. Trump’ın başlattığı ticaret savaşı dünya ticaretinde alışılmamış hareketlere neden olacak. Çok taze üç örnek var önümüzde:
- Dünyada satılan çeliğin yüzde 10’unu tek başına ABD ithal ediyor. Açık ara dünyanın en büyük çelik ithalatçısı. ABD’nin getirdiği yüzde 25’lik ek tarifeden sonra bu ülkeye çelik satmakta zorlanan ihracatçılar ne yapacak? Çok büyük ihtimalle başka pazarlara yönelecekler, oralara satmak için kıyasıya bir rekabete girecekler; girdikleri ülkelerdeki yerli üreticiler zor anlar yaşayacak.
- Dünyada satılan soya fasulyesinin neredeyse üçte ikisini Çin alıyor. En büyük satıcı ise Brezilya ve ABD. Çin ABD’den soya ithalatına yüzde 25 ek vergi getirince ne olacak? Çin’e mal satmakta zorlanan ABD’li soya fasulyeciler diğer pazarlara yönelecek, mesela Avrupa’ya. Hatta böylesi bir kayma