MHP Genel Başkan Başdanışmanı Celal Adan, partisinin orta ve küçük ölçekli sanayiye, esnaf kesimine yakınlaştığını anlatıp, “İş dünyasını izliyorsunuz, hükümetin rakamlarını veriyorsunuz, sizi yaptığımız KOBİ ziyaretlerine davet etmek istiyorum; Rami’deki dökümcülerini ziyaret edelim” diyordu, geçtiğimiz gün kalktık gittik.
Kapısında, “İstanbul Döküm Sanatkârları Odası” tabelası asılı olan ofise girdik. Başkan Halil Gazi Varol ve yönetim kurulu bizim için küçük bir hazırlık yapmışlar; çaylar ve kuru pastalar eşliğinde sektörün sorunlarını dinleyeceğiz.
Varol söze TOBB Türkiye Döküm Sanayi Meclis Başkan Vekilliği ve TOSYOV Mütevelli Heyeti Üyesi olarak sürdürdüğü görevleri anlatarak “konum” belirleyen bir giriş yapıyor.
Bu giriş, birazdan dile getireceği “ötekileştirme” eleştirisi için lazım olacak...
Sultan da dökümcüydü
Demir-çelik sektörü denince aklıma ABD’li yazar Jack London’ın 1907’de kaleme aldığı, sınıf mücadelesini anlatan “Demir Ökçe” romanı gelir.
Ekmek-hak-özgürlük mücadelesinin adının “devrim” olduğunu hissettiren, güçlü sloganları olan bir kitaptı...
1970’lerin sonunda, 1000-1500 derecelik fırınların önünde demiri eriten işçilerin mücadelesine önderlik eden bir sosyalistin; iyi halli bir ailenin kızına olan aşkını da okumak, liseli kalbime iyi gelmişti.
Varol, benim “proletarya devrimi” ile özdeşleştirdiğim bu sektörün tarih ile ilişkisini, Fatih Sultan Mehmet’in “döküm ustalığı” üzerinden kuruyor.
150 kişi içeri girdi
Osmanlı’da her padişahın bir mesleği seçmesini hatırlatan bu sohbet, çevreyi kirlettikleri iddiası ile kapanan işyerlerinin gündeme gelmesi ile son buldu. Zira son yıllarda mühür “fekkinden” dolayı 150 kadar döküm sanayicisi hapis yatmış.
“Sizin hiç mi kabahatiniz yok?” türünden sorular sorunca; çevreyi kirletmediklerine dair İTÜ’den aldıkları raporlara itibar edilmediğinden şikâyet ediyorlar.
Sanayi toplumunun ilk sektörlerinden “pik” üretiminin çevreye zarar vermeyen bir üretimi devam ettirebilmesi için sermayeye ve yeni iş modellerini geliştirmeye ihtiyacı var. Sanayiciye rehberlik edecek bir kamu idaresini göremiyoruz. Aslına bakarsanız, İstanbul’da göremiyoruz ama Ankara’da görüyoruz.
Varol bunun nedenini “Hükümete yakın dökümcüler ki aslında bunların çoğu da hurdacıdır, Ankara’da Anadolu Döküm Sanayicileri Derneği kurdular. Bize de ‘Siz de Ankara’ya taşının, yer verelim’ diyorlar. Sanayi neredeyse, bizim de orada olmamız lazım” diyerek anlatıyor.
Varol, İstanbul’da döküm sanayicilerine yeni bir yer gösterilmesini istiyor.
Bu mesele aslında eski İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlarından Bedrettin Dalan’ın Perşembe Pazarı’nı, İkitelli’ye taşımasından bu yana sürüyor.
Yanlış atılan adımın tamiri güç oluyor.
Hukuk normları ile bakmak
Adan ile Rami’ye giderken, Balyoz davasında iddianameye “sehven” giren yalan yanlış bilgileri konuşuyoruz. Adan, 12 Eylül 1980 askeri yönetimi tarafından tutuklanan merhum liderleri Alparslan Türkeş’in savunmasından örnek veriyor.
Aynı dönemde Türkeş ile birlikte kendisi de yargılanan Adan mahkemede yaşananları şöyle anlatıyor:
“Türkeş, ‘CHP Erzincan Senatörü Niyazi Ünsal’ı MHP senatörü olarak yazan bir iddianame ile mi beni yargılayacaksınız’ diyerek, mahkeme heyetine itiraz etti.”
12 Eylül darbecilerinin hazırladığı iddianamelerde kaç yanlış vardı bilmem ama, Türkeş’in tek bir yanlışa bile itiraz edip, yargılanmayı reddetmesini hatırlamak gerekir.
Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, 20 Şubat 2010’da Vatan gazetesinde yayımlanan Deniz Güçer röportajında, 2000 yılda “özdeyiş” haline gelen hukuk normlarını sıralıyor:
Kuşku özgürlükten yanadır-Katılık adaletsizliğin çok yakınındadır-Hukukta aşırıya kaçmak en büyük haksızlıktır-Dosyada bulunmayan yeryüzünde yoktur-Kimse hukuksal korumadan yoksun kılınamaz...
Hukuk ve vicdanın durduğu yere doğru uzanmanın vakti geldi!