Japonya’da 8.9 büyüklüğünde deprem olduğunda, 79 kişinin yaşamını yitirdiği yönünde gelen ilk bilgiler karşısındaki tepkilerimiz, “çekik gözlü teknolojiye” hayranlıkla paralellik taşıyor, yüreğimizdeki 1999 depreminin korunu alevlendiriyordu.
Ne zaman ki depremin ardından kıyıları yutan tsunami ve beraberinde gelen felaketlere tanık olduk; işte o zaman “teknoloji mucizesi” lafının, insan yaşamı üzerindeki etkisinin hikâye olduğunu gördük.
Adamlar tsunamiyi bilmişler; yerini tahmin etmişler, önlem olarak da denizin kıyısına tsunami duvarı örmüşler. Ne var ki duvarın boyunun 2 metre daha yüksek olacağını hesap edememişler.
Japyonya’dan gelen son resmi verilere göre ölü sayısı 4255; 8194 kişi de kayıp. Haber ajansları ölü sayısının 10 bini bulacağını söylüyor.
Japonya’da kara ölüm
Dün, ulaştığım İzmir Ekonomi Üniversitesi Araştırma ve Lisansüstü Politikalar Direktörü Doç. Dr. Volkan Ediger, “Burada Japon bir hocamız var. O ölü sayısının 40 bini bulabileceğini söylüyor” diyor.
2006 yılında yazdığı “Osmanlı’da Neft ve Petrol” kitabı ile Sedat Simavi Sosyal Bilim ödülünü alan Ediger, jeofizik kökenli bir enerji uzmanı. TPAO’dan ayrıldıktan sonra 1998-2010 yılları arasında Cumhurbaşkanı Enerji Danışmanı olarak görev almış, akademik çalışmalarına ağırlık vermek üzere üniversiteye dönmüştü.
Türkiye’nin 12 milyar tona varan kömür rezervine ve yenilenebilir enerji teknolojilerine vurgu yapan Ediger’in nükleer enerjiye karşı olmayan blokta yer aldığını bildiğimden, “Fikriniz değişti mi?” diye soruyorum.
Sözün başına “Nükleer enerji güvenliğine ilişkin kaygılarım arttı“ cümlesini koyarak devam ediyor; “Türkiye’nin bir-iki tane nükleer santrala ihtiyacı var, ancak bu öyle Rusya falan değil; güvenirliği ispatlanmış Batı teknolojileri olmalıydı“ cümlesini koyuyor.
Deprem riski
Ediger Japonya’daki Fukuşima nükleer tesisinde başlayan radyasyon sızıntısını şöyla analiz ediyor:
“Dünyanın en gelişmiş ikinci-üçüncü olmasına rağmen, onlar bile hata yaptı. Nükleer kaza depremin yol açtığı yer sarsıntısından olmadı. Tsunami sonucunda ortaya çıktı: Buna su bastı, sel de diyebiliriz... Deprem sarsıntısı değil, ikincil üçüncül etkiler söz konusu. Sel basıyor, elektrik kesiliyor, soğutma sistemleri arıza yapıyor. Benzer durumlar bir deprem ya da tsunami olmadan da oluşabilir. Diyebiliriz ki; tsunami duvarını 2 metre daha yüksek yapsaydın, elektrik kesintilerine karşı daha güçlü jeneratörler koysaydın... Milyonda bir ihtimal de olsa, gerçekleşebiliyor ve 30-40 bin kişinin ölümüne yol açabiliyor. Nükleere güven sarsıldı. Bizim de nükleer enerji konusundaki en büyük dezavantajımız deprem kuşağında olmamız. En çok gündeme getirilen sakınca, ilk kez örneklenmiş oldu!”
Nükleer enerjinin kamuoyu tepkisine en fazla duyarlı enerji türü olduğunun altını çizen Ediger, “Büyük nükleer santral kazalarının ilki 1970’te Pennsylvania’da yaşandı, ikincisi de 1986 Rusya’da Çernobil... Bu iki kaza da işletim hatalarından meydana gelmişti; Japonya yüksek teknolojiye ve önleme rağmen sonucu değiştiremedi” derken, nükleer rönesansı olarak kabul edilen son 25 yılın sonuna gelindiğini ekliyor.
Zaten önemli olan bu nokta. Çernobil’den bu yana hafızaları silinen toplumlar yeniden nükleer tehlikeye duyarlı hale geliyor..
Başbakan Erdoğan’ın, işadamları ile birlikte gittiği Moskova’da, Rusya’nın 20 milyar dolar yatırımla, Mersin-Akkuyu’da inşa edeceği nükleer santral için geri sayım işareti vermesi oldukça cesur bir hareket.
Aynı zamanda, Rusya ve kıtadaki 143 nükleer santral için stres testi kararı almaya hazırlanan Avrupa ülkelerinin aksine, Türkiye’nin nükleer gündeminin “yatırım“ olması ne acı...