Türkiye Cumhuriyeti’ni laiklik ve demokrasi diye ikiye bölmeye kalkanların öyküsüne takılıyor aklım.
Çok gerilere gidemiyorum duygu olarak. 1978 kuşağı olarak tanıklıklarım, bugüne yanıt olacak birçok soruyu üretmeme neden oluyor.
Lütfi Kaleli’nin “İrtica ve ABD Kıskacında Türkiye” kitabını yeniden elime aldım.
Menderes dönemi. 23 Mart 1960 günü Urfa’da ölen Said-i Nursi, Halil-ür Rahman Camii’ndeki özel mezarlığına defnediliyor. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra Nursi’nin naaşı bilinmeyen bir yere götürülüyor.
1965 yılında tarikatlar Süleyman Demirel’in başkanlığındaki AP’yi iktidara getiriyorlar.
Devlet Planlama Teşkilatı’na (DPT) giren Turgut Özal, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) giren ağabeyi Korkut Özal ve kardeşleri Yusuf Bozkurt Özal ile bürokraside “Takunyalı Kardeşler” dönemi başlıyor.
Devlet kadrolarında liyakat kriterlerinin rengi yeşillenmeye başlıyor.
Her bir kardeş siyasette iz bırakıyor. Erbakan'la yola çıkıyorlar; iktidar mücadelesinde “yenilikçi” oluyorlar!
Demokratik sol da bu pastadan kendini mahrum etmiyor. İmam hatip okulları, Ecevit döneminde imam hatip lisesine dönüşüyor.
Çiller, Erbakan'la ortaklık kurmakta sakınca görmüyor; AKP geliyor, geliyor, geliyor...
Aynı süreçte Türkiye’nin en donanımlı olduğu tehlike “komünizm”!
1971 yılında Deniz Gezmiş ve arkadaşları tutuklanıyor. 01/08/1971 Çetin Altan gıyabında 1,5 yıl hapse mahkûm oluyor ve aynı gün Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) kuruluyor.
Derneğin "Türkiye'nin demokratik ve planlı yoldan kalkınması ve Batı uygarlık seviyesine ulaşmaya hizmet amacıyla kurulduğu" açıklanıyor.
Komünizmden korktular
Soğuk Savaş yılları ve patronlar, SSCB üzerinden Türkiye’yi etkisine alan komünizm rüzgârları önünde sürüklenmekten korkuyorlar.
Soldan öyle korkuyorlar ki, aralarından birileri çıkıp “Bana kimse sol elimle yemek bile yediremez” diyor.
Demokrasi, bağımsızlık mücadelesi sık sık kesintiye uğruyor.
İslamın siyasallaşması tehlikesine karşı siviller politika üretemiyor, oy toplamak cazip geliyor.
En radikal çıkışı belki de takunyalılar ile solcuları bir çatı altına toplama projesiyle Özal gösteriyor olsa da “4 eğilim adına” bir kesim fedakârlık yapacaksa bu kesim laikler oluyor.
Özal’ın kardeşi Yusuf Bozkurt Özal, Ecevit’in kabinesinin kararıyla Süleymaniye Camii’nin avlusuna gömülüyor. Osmanlı’dan 423 yıl sonra ilk kez 1980’de Nakşibendi Tarikatı Şeyhi Mehmet Zahid Kotku defnedilmişti buraya.
1988 yılında Özal’ın annesi Hafize Özal, ilk kez çağdaş cumhuriyetin ilk yolcusu olarak Nakşibendi Şeyhi’nin yanına defnedilmişti.
Ertuğrul Özkök hatırlattı
Hatırladığım kadarıyla Hürriyet’te Ertuğrul Özkök posbıyıklı babacan rollerinin unutulmaz aktörü merhum Hulusi Kentmen’i en az üç kez yazdı.
Moda deyimle Kentmen, azgın kapitalizmin önüne konacak iyi bir rol modeldi ve bu model sermayenin vicdanını ortaya çıkarabilirdi.
1993 yılında yaşama veda eden Bulgaristan doğumlu Kentmen’in ardından Özkök, TÜSİAD’a seslenmiş ve şu hayali ölüm ilanını önermişti:
"Bütün hayatı boyunca oynadığı filmlerde Türk işadamını hep iyi, babacan, iyiliksever ve dürüst olarak tanıtan değerli sanatçı Hulusi Kentmen aramızdan ayrılmıştır.
Kendisine Allah'tan rahmet, Türk milletine başsağlığı dileriz."
Sakıp Sabancı’nın cenazesinde de Özkök, Hulusi Kentmen’i hatırlıyordu. Özkök’ün Kentmen’i andığı son yazısı “İşadamlarının hepsi hırsız mıdır?” başlığıyla önümüze geliyor.
Bu yazıya Uğur Dündar ile Kadir Topbaş’ın TV’deki yayında işadamlarından topladıkları 10 milyon YTL’yi aşan bağış vesile oluyor.
Eresin satın aldı
Geçen gün, Koç Topluluğu’nun en eski otomotiv bayilerinden Seyit Eresin’in Güneşli’deki binasına gittim. Baktım ki mavi, üstü açık 1956 model bir Chevrolet. Eresin, “yumuşak kalpli patron” Hulusi Kentmen’in vefatından sonra oğlu Ali Kentmen’den bu otomobili satın aldığını söylüyor. Hulusi Kentmen’in kızları Filiz Akın’lar, Hülya Koçyiğit’ler, Belgin Doruk’lar, Türkân Şoray’lar bu mavi otomobili kullanmış, mavi şapkalarının altından savurdukları rüzgârları babalarının fabrikasındaki genç âşığa bir meltem gibi göndermişlerdi.
Türkiye bu meltemden hiç payını almadı. Hep sert esti rüzgârlar ve hep başakların boynu sola doğru kıvrıldı.
Ziverbey Köşkü işkencelerinden geçen yorgun bedenini demokrasi mücadelesinde dimdik ayakta tutan İlhan Selçuk’un kör bir şafakta gözaltına alınmasına AB’den de ses çıkmıyor. Hani AKP’nin kapatılması davasına “Türkiye’nin acilen yeni hâkimler, savcılar, hukukçular nesline ihtiyacı var” diye tepki veren Avrupa Parlamentosu Üyesi Joost Lagendijk’ler?
Güneşli'deki Ford Eresin'in binasının içi müze gibi. En dikkat çeken de merhum aktör Hulusi Kentmen'in filmlerinde kullandığı otomobil. Seyit Eresin gelenlere otomobili gösterirken, bu otomobilin vazgeçilmez aksesuarı mavi şapkayı çıkarmayı da ihmal etmiyor.