BODRUM
Milano’daki evinde 80 yaşında kaybettiğimiz, ünlü opera sanatçısı Leyla Gencer’in yasının maviyle yıkanması kimilerinin gücüne gitmiş, ipe sapa gelmez laflar edilmişti ya; önceki gece onları andık.
Bodrum “D-Marin Turgutreis 4. Marina-Uluslararası Klasik Müzik Festivali”nin üçüncü gecesinde, İtalyan opera sanatçısı Nicola Martinucci’yi dinliyorduk. Sanatçı, yaklaşık 2 bin kişinin izlediği konserde, eller kızarıncaya kadar alkışlandı.
Ünlü tenorun arkasında 10-17 yaşlarında, 92 çocuktan oluşan Doğuş Çocuk Orkestrası çalıyordu. Bizim çocuklar.
Türkiye’nin 11 ilindeki güzel sanatlar liselerinden seçilip orkestraya katılan klasik müziğin yeni jenerasyonunu izliyorduk.
Kızının adını “Leyla” koyan Martinucci, “Bu konseri Leyla Gencer’e adıyorum” diyordu.
Sütaş yerine Doğuş
Türkiye’nin aydınlık yüzünü temsil eden böyle bir çocuk senfoni orkestrası neden ancak 2006 yılında kurulabildi?
“Çağdaş Türkiye” projesi açısından geç değil mi?
Uzayıp gider bu sorular ama ben kısa tutuyorum.
Çünkü bu soruları festivalin fikir babası, emekli Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman yanıtlayacak.
Yalman, çocuk senfoni orkestrası projesinin ilk olarak Bursa’da Sütaş’la geliştiğini söylüyor.
Sütaş sponsorluğunda, müzik yönetmeni Cem Mansur’un kuracağı çocuk senfoni orkestrası çalışması yarım kalıyor.
Doğuş, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Rengim Gökmen‘le yola devam ediyor.
Paşa, önce bu gelişmeyi hatırlatarak, özel sektörün çocuk senfoni orkestrası ilgisini 2006’dan 2002’lere kadar götürüyor.
Sonra da ekliyor: “Her şeyde geç kalmadık mı?”
MGK’ya giren spor konusu
Yalman’a, Türkiye’den bu yıl ilk kez engelli sporcuların Pekin Olimpiyatları’na 1-2 değil, 16 oyuncuyla katılabildiğini hatırlattım. O da Koç ve Doğuş’un sponsorluğu sayesinde!
Yalman, “Size engelli sporu ile ilgili bir anımı anlatacağım” diye söze başladı.
Yalman, girdiği bir Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, dönemin spordan sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e, TSK’nın rehabilitasyon merkezine yaptığı ziyarette, bacaklarını kullanamayan engellileri gördüğünü söyleyerek, “Ampute takımı kuralım” önerisini getiriyor.
Bu takım, kurulmasından üç yıl sonra (2007) Antalya’da düzenlenen “Uluslararası Ampute Yarışları”nda dünya üçüncüsü oluyor. Ampute, bir bacağı kesik veya kullanılamayacak durumda olan sporcuların, koltuk değnekleriyle oynadığı futbola deniyormuş.
Yalman, bu vesileyle de Şahin’e teşekkür ediyor.
Çıplak dağda 17 dakika
Konser sonrasındaki sohbetimiz sırasında BÜ öğretim görevlisi ve müzik yazarı Evin İlyasoğlu, Yalman’a dönüyor, “Paşam, Aspendos’ta söyledikleriniz gerçek oldu, kutlarım” diyor.
Yalman, o günlerde emekli olmak üzere ve en büyük hayali, Turgutreis’ten Türkiye’ye klasik müziği nota nota taşımak!
Yalman’ın klasik müzik tutkusunu en iyi İlyasoğlu’nun kendisiyle yaptığı röportajından anlıyoruz.
İlyasoğlu soruyor: “Helikopterinize binip havalanıyorsunuz. Örneğin Irak’ta bir müzakere yapmaya gidiyorsunuz, müzik sizinle beraber midir böylesi bir yolculukta? O dumanlı ortamın ortasında bir ezgi gelir gider mi kulağınıza?” Yalman’ın bu soruya yanıtı medyada, “Gelir tabii. Mesela Kuzey Irak’ta bazı operasyonlarda iken, karanlığın ortasında, Mussorgsky’nin ‘Çıplak Dağda Bir Gece’sini ruhumun derinliklerinde yaşadığımı hissetmişimdir” sözleriyle yer almıştı. İlyasoğlu, aynı söyleşinin kendisinde bıraktığı izi şöyle anlatıyor:
“Paşa’nın cümlesi şuydu: Ay kocaman ve dağ çıplaktı, 17 dakika boyunca bu müzikle yürüdüm! Paşa klasik müziği biliyordu, çünkü eser tam 17 dakika sürüyordu.”
Paşa, “çıplak dağları” da çok iyi biliyor ama oraları henüz anlatmadı.