ABD Merkez Bankası (Fed) tarihinde ilk kez bir kadın başkanlık koltuğuna oturdu. Jenet Yellen bu hafta ilk konuşmasını yaptı ve yılda iki kere hazırlanan para politikası raporunu sundu. Yellen akademi kökenli bir iktisatçı. Uzun yıllar profesör olarak çalışmış. İktisada damgasını vuran en önemli katkılarından biri olarak Nobel ödüllü eşi George Akerlof ile işsizlik ve adil ücret konusunda yaptığı çalışmalar sayılabilir. Buna göre çalışanların kafasında emeklerinin karşılığı olacak bir “adil ücret” kavramı vardır.
Eğer işveren bu adil ücretin altında bir ödeme yaparsa o zaman çalışanın motivasyonu azalır. Gerçek potansiyelinin altında bir performans sergiler, işten kaytarmanın yollarını arar. Bunun bilincinde olan işveren maaş belirlerken piyasadaki denge fiyatının üzerinde de olsa adil ücret ödeme konusunda istekli olur. Çünkü bu şekilde çalışanından daha iyi performans alacağını bilir.
Kritik nokta, işsizlik
Başkanın bu çalışmalarından işsizlik konusundaki duruşunu ve Fed politikalarında izleyeceği tutumu tahmin etmeye çalışabiliriz. “Adil ücret” hipotezine göre piyasalarda belirlenecek ücret, işsizliği ortadan kaldırmak için gerekli olan denge fiyatının üzerinde belirleneceği için piyasa güçlerinin kendi başına işsizliği ortadan kaldırması mümkün değildir.
Para politikası bu tür yapısal işsizliği değil talebin azalmasından kaynaklanan döngüsel işsizliği azaltmada etkilidir. İşsizlik konusunda böylesine iddialı bir isim Fed başkanı olunca bundan sonraki dönemde bu konunun çok konuşulacağını tahmin etmek zor değil.
Soru cevap bölümünde de işsizlik konusunda sorular revaçtaydı. Yellen ekonomideki işsizliğin büyük bir bölümünün talep azlığından kaynaklanan döngüsel işsizlik olduğunun altını çizdi. Bu da Fed’in şu anda uygulamakta olduğu parasal genişleme politikasının mantığını açıklıyor.
Yellen’e yöneltilen bir diğer soru iş gücü katılım oranındaki azalma ile ilgili idi. Yellen bunun büyük ölçüde yaşlanan “baby boomer” kuşağının iş aramaktan vazgeçmesi ile açıklandığını söyledi. Yani Yellen’e göre sebep büyük ölçüde yapısal. Ancak kriz ortamında nasıl olsa iş bulamayacağını düşündüğü için iş aramaktan vazgeçen “küskün işsizler”i de inkar etmiyor.
Tahminim ABD işsizlik oranındaki iniş trendi bir süre sonra değişebilir. Ekonominin canlanma sinyalleri vermesi ile küskün işsizlerin işgücüne katılmaları, yeni iş imkânlarının yaratacağı olumlu etkiyi törpüleyebilir. Bu durumda işsizlikteki azalma duruşa geçebilir. Hatta eğer iş gücü katılım oranındaki artış yeni iş imkânlarından daha hızlı olursa işsizlik oranında tekrar bir artış bile görebiliriz.
Türkiye ‘kırılgan’ gruptan nasıl çıkar?
Para politikası raporunda gelişen ülke piyasalarına ayrılmış olan bölümdeki genel tavır “kendi eden kendi bulur” şeklinde. Fed, gelişmekte olan ülkeler içinde Asya krizinden ders alıp kırılganlıklarını azaltmış olanların bugün gülen tarafta olduğunu ama vaktiyle dersini yeterince çalışmamış ve gerekli tedbirleri almamış ekonomilerin Fed’in çıkışından en çok etkilenenler arasında olduğunu düşünüyor. Buradan yola çıkarak da, “Bari bugün yaşadıklarınızdan ders alın ve yapısal reformları hızlandırın, yoksa canınız çok yanar” diyor.
Bizi niye düşünmüyor...
Raporda bir de kırılganlık endeksi hazırlanmış. Buna göre cari açık, kamu borcu, son üç yıldaki enflasyon, son beş yıldaki özel sektor kredileri ve merkez bankası rezervleri derlenerek bir kırılganlık değeri oluşturulmuş. Ekonomiler ne kadar kırılganlaşırsa, yani endeks değeri ne kadar yükselirse paralarının da o kadar çok değer kaybetmesi bekleniyor.
Şekilde bu negatif ilişkiyi rahatça görebilmek mümkün. Maalesef kırılganlıkta en yüksek değeri Türkiye alırken aynı zamanda para birimi de Nisan’dan bu yana yüzde 20 ye yakın bir oranla en çok değer kaybeden ülke biz olmuşuz.
Bu resme baktıktan sonra “Fed karar alırken gelişen ülkeleri neden gözetmiyor ?” sorusunu sormadan önce bir daha düşünmek gerek. Çünkü bu soruyu sorarsak Fed’in vereceği cevap “Siz önce kendi üzerinize düşeni yapın” olacak.